Yaklaşık bin yıllık tarihî serüveni esnasında pek çok kez tamirat gören Tekfur Sarayı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2006 yılında ilk adımını attığı 13 yıllık restorasyon sürecinin ardından 2019 yılında Sn. Ekrem İmamoğlu'nun İBB Başkanı olarak göreve gelmesinin hemen akabinde müze olarak İstanbullulara kazandırılmış bir kültür mirası oldu.
Bu eşsiz tarihi mekânın avlusunda İBB Kültür A.Ş. tarafından yapılan düzenlemeler sayesinde İstanbullu sanatseverlere tarihle sanatın buluştuğu harika bir konser mekânı daha kazandırıldı.
1000 YILLIK AVLUDA BRAHMS TINILARI
11 Temmuz 2020 Cumartesi akşamı Tekfur Sarayı avlusunda Kültür A.Ş.' nin ev sahipliğini yaptığı, Ozan Binici'nin sanat yönetmenliğini yürüttüğü “Avluda Klasik Müzik” konserleri serisi “Camerata Anatolia”nın verdiği muhteşem akustik konserle başladı. 3 aylık karantinalı dönem sonrası “Camerata Anatolia” dinleyenlerin hem kulaklarının hem de ruhlarının pasını söküp atan harika bir Brahms konseri verdi. Konser pandemi sonrası normalleşme kuralları çerçevesinde fiziksel mesafenin korunduğu, herkesin ateşinin ölçülerek avluya alındığı, rahatlıkla 400 kişinin sığacağı avluya 100 civarı müzikseverin konuk edildiği bir ortamda yapıldı.
“Camerata Anatolia” 2019 yılında her biri ülkemizi yurt içi ve yurt dışında temsil etmiş genç ve başarılı müzisyenler Ecesu Sertesen (klarinet), Çetin Ceviz (keman), Vugar Gurbanov (keman), Emre Akman (viyola), Seren Karabey (Viyolonsel), Damla Akan (Flüt), Pınar Sivritepe ‘nin (Arp) bir araya gelmesiyle kurulan bir topluluk. İlk konserlerini 10 Şubat 2020’de Süreyya Operası fuayesinde veren topluluk, pandeminin araya girmesiyle düne kadar seyircilerden maalesef uzak kalmıştı.
Tekfur Sarayı’ndaki konserde “Camerata Anatolia”nın her biri birbirinden yetenekli 5 müzisyeninin enstrümanlarından çıkan ve tarihî mekânın avlu duvarlarında yankılanan Brahms ezgileri tüm dinleyenleri çok farklı bir yolculuğa çıkartı. Kentet bu akşama özel olarak J. Brahms’ın “Klarnetli Beşlisi – Si Minör Op.115”nu tercih etmişti.
Eserin bestecisi Johannes Brahms 1833 - 1897 tarihleri arasında yaşamıştır. Brahms için “Romantik Dönem”in en tuhaf ve de en özel bestecisidir dersek yanılmayız. Onu ve bestelerini en özel kılan şey zamanının dışında bir besteci olmasıydı. İlerleyen zamanlarda günümüze yaklaştıkça Debussy, Schoenberg, Wagner, Mahler gibi bestecilerin Brahmsvari tınılarını duydukça onun ne kadar zamanın ötesinde bir besteci olduğunu anlamak daha mümkün olmaktadır.
Eserlerinde kullandığı ritmik olarak karmaşık yapı ve armonik olarak da kullandığı farklı mühendisliğe sahip tınısı onun herkesten daha ileri görüşlü bir besteci olduğunun kanıtıydı.
BRAHMS BESTE YAPMAYA NASIL DÖNDÜ?
Brahms’ın tüm özelliklerini taşıyan ve icrası virtüözite gerektiren zor eseri “Klarnetli Beşlisi”nin oldukça ilginç bir öyküsü var.
Brahms ve Mühlfeld
1891 yılında Brahms artık eser yazmayı bırakmıştır. Ancak Brahms’ın çok çılgın bir klarinetçi olarak anılan Richard Mühlfeld ile tanışmasıyla besteci tekrar yazmaya karar verir. Mühlfeld sıra dışı bir müzisyendir. Kariyerine çok parlak bir kemancı olarak başlayıp, Almanya’da Meininger Orkestrası’nda üç yıl başkemancı olarak çalıştıktan sonra bir gün kemanı bırakır. Ve daha da ilginci çılgın müzisyen kendi kendine klarinet öğrenmeye başlar ve azmiyle aynı orkestranın birinci klarinetçiliğine kadar yükselir. Mühlfeld gibi sıra dışı ve azimli bir müzisyenle tanışan Brahms bu çılgın klarnetçi için bir şeyler yazmaya karar verir. Beste yapmayı bırakan Brahms vefatından önceki 6 yıl içinde Mühlfeld sayesinde klasik müzik klarinet repertuvarına 4 büyük ve muhteşem eser katmıştır.
Brahms’ın oda müziği alanında yazdığı en güzel eserlerinden biri olan “Klarinetli Beşli” bestecinin tam olarak hayatını yansıtan bir eserdir diyebiliriz. Brahms Alman ve geleneklerine bağlı bir besteci olarak, Bach, Mozart, Haydn, Beethoven ve Schubert yazım tarzına sahipti. Her ne kadar ekolden etkilenmiş olsa da henüz 20’li yaşlarında beraber konser turuna çıktığı Macar Eduard Remenyi’den de çok etkilenmiştir. Remenyi, çok iyi bir kemancı olmasının yanı sıra çingene virtüozitesi ile tanınan ve doğaçlama müzikler yapmayı tercih eden bir kemancıdır. Remenyi’nin etkisi olan serbestlik ve tınılar klarinetli beşlinin 2. bölümündeki serbest kısımda bolca duyulabilmektedir.
Bu dört bölümden oluşan eser Brahms’ın olgunluk dönemine kadar hayatında iz bırakmış tüm müzisyenlerden aldığı bütün feyz ve etkileri barındıran muhteşem bir eserdir.
“Camerata Anatolia”ın konser performansı için “Bir Brahms eseri ancak bu kadar güzel çalınabilirdi” demek yeterli. Grubun her bir üyesi üstüne düşen görevi uyum ve kaliteden en ufak taviz vermeksizin hakkıyla yerine getirdi.
Deli gibi esen rüzgara rağmen klarinette Ecesu Sertesen ve 1. kemanda Çetin Ceviz virtüozite gerektiren pasajlardaki gösterdikleri ustalıkla tüm avluyu dolduran dinleyicilerin hayranlığı kazandılar.
Beşlinin en göze çarpan özelliği ise kanlarıyla ve ruhlarında hissederek çaldıkları duygusunu seyirciye aktarabilme kabiliyetleri idi.
“Camerata Anatolia” Tekfur Sarayı’nın büyüleyici ambiyansında verdikleri bu konserde seyircilerden tam not alarak ayakta alkışlandılar.
ECESU SERTESEN ANLATIYOR
Grubun kurucusu ve sözcüsü başarılı klarinet sanatçısı Ecesu Sertesen konser sonrası yönelttiğim tüm soruları siz değerli okurlarımız için içtenlikle yanıtladı. Böyle tarihî bir mekânda, hem de ilk olarak konser vermenin nasıl bir duygu olduğu soruma karşılık başarılı klarnetçi şunları söyledi:
“ İBB Kültür AŞ pandemide evde konserler serisi gerçekleştiriyordu. Bu süreçte Ozan Binici beyin benden online bir konser yapmamı istemesiyle ile o dönem tanışma şansımız oldu. Biraz değişik bir konser yapalım dedik ve teknolojinin olanaklarını kullanma konusunda başarılı eşim sayesinde klonlarımla beraber evde kendi kendimle oda müziği kaydettim. Yayınlanan bu konser izleyicilerden çok beğeni topladı. Bu online konser sonrası Ozan bey normalleşme sürecinde Tekfur Sarayı Müzesi’nde Avluda Klasik Müzik konserleri serisi başlatacaklarından bahsetti ve açılışı konserini Camerata Anatolia oda müziği grubumuza teklif etti ve biz de murtlukla kabul ettik. Brahms’ın klarinetli beşlisinin bu mekâna çok uyacağını düşündüm. Grup arkadaşlarımla da pandemi sonrası bir araya gelecek olmak tekrardan çok büyük mutluluk verdi. Bu çok etkileyici yapı İstanbul Büyükşehir Belediyesinin çabaları ile geçtiğimiz yıl müze olarak halka açıldı şimdi de ilk konseri burada gerçekleştirdik ve Camerata Anatolia olarak tarihe geçtik. Bizim için çok büyük bir gurur. Başta Büyükşehir Belediyemize, Kültür A.Ş. ye ve tabii ki de bize bu imkânı sunan Ozan Binici’ye, şükranlarımızı sunuyorum”
İlk defa konser düzenlen bu mekânda her şeyi ilk tecrübe eden sanatçılar olarak akustik, ambiyans ve diğer konularda neler yaşadıklarını şöyle anlattı :
“Burada provalarımıza 6 Temmuz günü başladık ve hep müze kapandıktan sonra geceye kadar müzede tek başımıza kalarak çalışma imkânımız oldu. Rüzgarın şiddeti nedeniyle avluda provalarımızı pek gerçekleştiremedik, 7 Temmuz günü esinti yok gibiydi ve konser saati gibi müzeden avluya çıkıp akış aldık hiç sıkıntısız ve bir de gördük ki avlunun çok özel bir akustiği var. Büyülendik diyebilirim. 9 ve 10 Temmuz günleri mikrofonla prova denemesi yaptık. Her alternatifi denememiz gerekiyordu en iyi sonucu ortaya koymak için. Velhasıl yine içimize sinmedi ve dedik ki izleyiciye ilk kez bu mekânı doğal akustiği ile sunmamızda çok büyük fayda olacaktır -ki doğal akustiği tüm konserler için yetecektir. En nihayetinde bugün 11 Temmuz akşamı bu konseri mikrofonsuz doğal akustik ile gerçekleştirmiş olduk. Ozan Bey de bizlerin kararlarına çok saygı duydu ve her daim mutlu olacağımız bir ortam yaratma gayreti içindeydi. Ambiyans, müziğin seyirciyle buluşma serüveninde çok büyük bir katkı sağlıyor. Akustiği, dışarıdan soyut olması, kuş sesleri ve tarihi yapısı sarıp sarmalıyor adeta. İstanbul’un bugün kazandığı en güzel açık hava konser alanı olduğunu söyleyebilirim.”
Klarinet için yazılmış sayılı eser söz konusu, bir de bu kadar zor eseri çalabilecek sanatçıyı bir araya getirmek söz konusu olunca bu tür eserleri konser salonlarında sıklıkla duymak pek mümkün olmuyor. Bu eserin daha önce çalınıp çalınmadığını sorusunu Sertesen şöyle yanıtladı.
“Elbette çokça seslendirildi. Ben henüz öğrenciyken Ayşegül abladan (Kirmanoğlu) dinlerdim hayranlıkla. Geçtiğimiz sezon iki kere operada arka arkaya seslendirdik, bir de Camerata Anatolia ile yapmak çok güzel oldu diyebilirim. Büyük bir eser, çalması ve teknik zorlukları inanılmaz bir eser. Pandemide dört ay müzik yapmamış, evde çalışmış insanlar olarak esasında böyle bir eserle başlamak riskti ama altından başarı ile kalktığımıza inanıyorum.”
Madem pandemide dört ay müzik yapmamış, sadece evde kendi kendilerine çalışmışlardı, peki niye böyle zor bir eser seçtiklerini sorduğumda, aldığım yanıt:
“Çünkü güzel bir iş ve sonuç ortaya koymak istedik, kolaya kaçmak ya da hafif bir program ile açılış yapmak istemedik. Tekfur Sarayı Müzesi’nin klasik müzikle başlangıcı olacaksa ciddi ve önemli bir eserle olması gerekiyordu biz de o yüzden bu eseri seçtik ve 5 gün boyunca akşam altıdan gece saat 22:00’e kadar müzede çalıştık. Ortaya da güzel bir sonuç çıktı, iyi ki bu eseri seçmişiz diyoruz.”
Camerata Anatolia her ne kadar çiçeği burnunda bir ensemble olsa da, bu ikinci konserlerinde bile oda müziğini başka bir seviyeye doğru taşıdıkları hissini vermekteler. Bunun yanı sıra küçük bir oda müziği orkestrası olmak yolunda adımlar attıklarının da sinyallerini verdiler:
“Camerata olarak şimdilik yedi kişiyiz flütist Damla Akan Kartal, klarinette bendeniz, kemanda Çetin Ceviz, Vugar Gurbanov, viyolada Emre Akman, viyolonselde Seren Karabey ve arp sanatçımız Pınar Sivritepe ve sevgili Damla’nın eşi; bize ufak düzenlemeler yapan; çok değerli bir besteci Salih Kartal ile yola çıktık . Ama proje ve repertuvarımız gösteriyor ki yakın zamanda aramıza bir piyanist ile obua, fagot ve korno ekleyerek genişleyip, daralacak bir oda orkestrasına doğru gidiyoruz.”
Ekibin arasındaki uyum ve her birinin içindeki virtüozün bu kadar ahenkle dışa vurumunun performanslarına yansımasının sırrının ne olduğunu sorduğumda grup sözcüsü olarak Sertesen şu yanıtı verdi:
“Çok teşekkür ederiz böyle söylediğiniz için. Çok çalışkan bir grubuz, herkes önce işini seviyor. Detaylar üzerine düşünen, müziği daha güzel nasıl seyirciyle buluştururuz fikrine odaklanan bir grubuz. Hâtta gülme krizlerine girip bir saat çalışamadığımız oluyor zaman zaman. Pandemi sonrası yaptığımız müze provaları da şamatalıydı diyebilirim. Öncelikle bir oda müziği grubunun ihtiyacı olan şey neşe, kahkaha, bol sohbet ve arkadaşlık.. Açıkçası yapaylığın olduğu yerde beraber müzik yapabilme âdâbını bulmanın çok güç olduğunu düşünüyorum. Enstrümanını çalışan ve hâlâ bireysel çalışmasından kopmamış, asla kopmayacak müzisyenler ile beraber çalışınca sanıyorum o ahenkle dışa vurum gerçekleşiyor. İlk konserimiz fuayedeydi, Süreyya’da heyecanlıydık, bu ikinci konserimizdi daha değişik bir konseptle seyirci karşısına çıktık, üçüncü konser, dördüncü konser derken grup daha da kendini bulacak zamanla. Her zaman daha iyisini yapmak için çalışıyor olacağız.”
İMPARATORLUK EVİ
Tekfur Sarayı girişinde Ozan Binici ile
Tekfur Sarayı, Bizans imparatorlarının 12. yüzyıldan itibaren kullandıkları asıl imparatorluk sarayı Blahernai’nin bir parçası olarak uzun bir süre varlığını sürdüren bir yapı.
Sarayın, kim tarafından, ne zaman yaptırıldığı kesin olarak bilinmiyor. Yapıya, 16. yüzyılda Avrupalılar “Konstantin Sarayı” (Palatium Constantini), daha sonra “Porfirogenetos Sarayı” olarak adlandırmışlar. İstanbul’un 7 tepesinin en yükseği ve çevresine en hâkim bir mevkideki yapı eski kaynaklarda “Yüksek Saray” olarak da adlandırılmış.
7 tepenin en haşmetlisi rüzgârı eksik olmayan, buram buram tarih kokan Tekfur Sarayı artık Kültür A.Ş. tarafından hazırlanan düzenli birçok farklı müzik türünün tınılarının avlusunda yankılanacağı bir kültür sanat mekânı.
Bu pandemi sürecinde İstanbullu sanatseverler için açık havada verilecek konserler için bulunmaz bir fırsat. Sanırım ilerleyen günlerde Tekfur Sarayı İstanbul kültür sanat hayatının önemli cazibe merkezlerinden biri olmaya aday.
Konser salonlarından çıkmak zorunda olan müzik için bu kaliteye sahip alternatiflerin artmasını diliyorum.
Osman Enfiyecizade
12 Temmuz 2020, Moda /İstanbul