Bir eseri üç kez okumak...
Üstelik 492 sayfa!..
Pek yaptığım bir iş değildir; zevk almadıça...
Her sayfasında üç-dört alt okuması olan bir katmanlar kitabı "DÜŞ ÜLKESİ"...
Yazarı ünlü UŞAKLIGİL’lerden Sâdık UŞAKLIGİL.
Uzun zamandır yazışıyoruz ama ancak geçenlerde tanıştık.
Hâzâ bir İstanbul Beyefendisi, rafine mi rafine.
Müzik(Piyano ve keman çalıyor) ve târih başta olmak üzere akla gelecek her türlü sanat ve
kültür konusunda deyâ gibi bir Dost.
ODTÜ İşletme mezûnu ama ömürboyu ata mesleği olan“Halıcılık”la uğraşmış; yanısıra çok başarılı işler yapmış, dünyayı dolaşmış. Uşak halıları başta olmak üzere halı konusunda bilmediği yok.
Bir de kitap hazırlığı içinde; başucu bir eser olur.
Kendi ifâdesiyle artık emekli olup yazmaya başlamış.
“DÜŞ ÜLKESİ”ni geçen yıl A4 kağıdı halinde bana yolladı; okudum.
Sonra elden geçirdiği hâlini yolladı; tekrar okudum.
Ve Facebook'ta paylaştım.
Ve nihâyet kitabı Sevgili Dostum BENCE Yayınlarının Sâhibesi Ceyda Pırıl KÖSTEM bastı; tekrar okudum...
İMDİİ..
Okuduğum bana göre yalnızca bir roman değil...
Kânunî döneminde yaşamış çoook âlim, çook derin, çook edebiyatçı birinin gözlemleri...
Bugünleri de görebilen bir felsefeci aynı zamanda... Bir tür “filozof” vakanüvis.
Ama Devlet-i Âliyye hesâbına değil “halkın” hesâbına yazan bir vakanüvis !
Gelelim kitabın üslûbuna ve diline;
Ben Ezel AKAY’ı pek severim “Hâcivat Karagöz”filminde ve muhteşem “YARGU” romanında kullandığı dilden ötürü...
Gürsel KORAT’ı pek severim “Zaman Yeli”nden ve “Kalenderiye”deki “İnsan-insandır”mesajından ötürü..
Hacı Bektâş-ı Velî'yi pek severim “Makâlât”ındaki anlatımından ötürü...
“Ma'rifet Makâmların Beyân İder”,
“Hakîkat Makâmın Beyân İder” diye başlayan özlü ve yalın Türkçesinden ötürü...
Celâlüddin Hızır'ı yâni Hacı Paşa’yı pek severim;
“Müntahâb-ı Şifâ”sındaki “Alâmetlerün Eyüsin ve Yavuzın Bildürür”,
“Bu Bâb Yemişler Beyânındadur” gibi enfes başlıkar altında sunduğu koruyucu hekimlik öğütlerini 15.yüzyıl Türkçesiyle vermesinden ötürü...
Evliyâ Çelebi’yi pek severim en karmaşık konuları basit bir dille anlatmasından ötürü...
Sultan Kabûs’un Kabûsnâme’sini pek severim, muhteşem “Bâb”larından ötürü...
Ve tabiî Koca Yunus'umu severim Türkçe'min ulaşılmaz zirvesi olmasından, bir sözcükle bin sayfayı "beyânın"dan ötürü...Vs.Vs.
Ne ilgisi mi var?
Sâdık Uşaklıgil öyle bir metin yazmış ki; tüm bunlar ve daha fazlası gözümün önünden geçti okurken.
Doğu edebiyatında sevdiğim “BEYAN EDER” üslûbunu çok iyi kullanmış...
Kitapta her bölüm “Beyan eder, Anlatır” diye başlıyor ve bana göre her bölüm bir ayrı Hikâye!
“Kitabın konusu ne mi?
On altıncı yüzyılda, Osmanlı toplumunda çeşitli nedenlerle yıkıma uğramış, mutsuz, umutsuz bir grup insanın, eski bir korsan olan Çakır Reis’in önderliğinde örgütlenip kendilerine göre bir ütopya düzeni kurabilecekleri, Hint Okyanusu’ndaki uzak bir adaya doğru yaptıkları ilginç yolculuk..
Osmanlı İmparatorluğu, on altıncı yüzyılda gücünün doruklarında görünmektedir.
Bu “Muhteşem Yüzyıl” , hakkında yazılmış pek çok yapıtta, genellikle padişahlar, harem, paşalar, saray ve çevresi, kimi zaman da bol bol kahramanlıklar ele alınır.
“DÜŞ ÜLKESİ” ise tersini yapıyor.
Bu görünürdeki görkemin içinde hemen tümü de en dibe batmış; çaresiz, yoksul, umutsuz ve dışlanmış olarak yaşayan insanları; bunların daha âdil bir düzende yaşamak için kurdukları ortak ütopyayı, rüyâ adasını bulmayı ve bu yolda giriştikleri serüven dolu yolculuğu ele alıyor.
İşi baştan sona kotaran da Çakır Reis...
Öyle Spartaküs gibi “ümmî” değil; çok okumuş.
Zor ama dopdolu bir gençlik yaşadıktan sonra evlenerek İskenderiye’ye yerleşmiş olan eski korsan Sahafzâde Çakır Reis, artık baba mesleği olan sahaflığa geri dönmüştür.
Çok yakın olduğu, hatta ikinci bir baba gibi gördüğü Pîrî Reis’in idam edilmesi ve yakın çevresindeki insanların da takip altına alınması üzerine, Pîrî Reis’in ünlü dünya haritalarının birinde ufacık birkaç noktayla işlenmiş olan, Hint Okyanusu’ndaki adı sanı belirsiz bir adaya gidip ütopik bir toplum kurmaya girişirler.
Yola koyulurlar; kuracakları düzende:
Din ayrımı, ırk ayrımı ve mülkiyet olmayacaktır...
İlk bakışta Thomas MORE’un “Ütopya”sını ve Tomasso CAMPENALLA’nın “Güneş Ülkesi”ni andırır gibi olsa da UŞAKLIGİl işi tamamen “İNSAN, İNSANDIR”a ve “HEPİMİZ EŞİTİZ”e oturtmayı bambaşka bir yoldan ele alıp çok güzel işlemiş.
Özellikle “tarih”e bakış açısına dikkat edilmeli.
Çok “tez” var kitapta ve ben de çoğuna katılıyorum.
UŞAKLIGİL halıcı ya!
Mâlûm; halıda “İlmik” temel “değer”ölçülerinden biridir.
Bir santimetrekarede ne kadar çok ve sık ilmik varsa halı o kadar değerlidir...
UŞAKLIGİL’in eserindeki “İlmik” miktârını ifâde edemem.
Nasıl ve ne zaman biriktirmiş bunca bilgiyi?
Nasıl ve ne zaman biraraya getirip sıkıştırmış ve bir sayfaya sığdırmış bunca “yargıyı”...
Konu bildiğimiz “ÜTOPYA” için biraraya gelen insanların öyküsü ama son derece farklı bir yaklaşımla.
Özellikle ve çoğunlukla “çok yönlü” bir din felsefesi işleniyor ki, bence herkes okumalı.
İnsanların din farkından dolayı birbirini boğazladığı gününümüzde en büyük temel kışkırtıcı “cehâlet”in ürünü olan bilgisizlik ve ötekiler hakkındaki önyargılar...
Başka kitaplar da yazdığını söyledi...
Yazınız Sâdık Bey; bu altın mâdenini işletiniz lütfen...
"DÜŞ ÜLKESİ" behemehâl okunmalı...
Yaşlanınca bir daha okurum,
Belki o vakit biraz daha iyi anlarım,
Vesselâm..