Resim sanatımızın iki değerli ismi, Duran Karaca ( 1934-2006) ile Nuri Abaç ( 1926-2008) tablolarıyla Nurol Sanat Galerisi'nde buluşmuş vaziyette. Galerinin yöneticisi Yüksel Maden, sergiyi görmeye gittiğimizde, “Sizin hâyli anılarınız var, bir sohbet toplantısı düzenlesek” dedi. Sevdiğim bu iki insana dâir değerlendirmelerde bulunma, bazı anıları nakletme önerisi hoşuma gitti, “Tamam” dedim. Sohbete katılacak bir ekip toparlayıp işi kesinleştirdi.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Nurol Galeri'de buluştuk. Bir süredir ziyaretini ihmal ettiğim Prof. Dr. Adnan Turanî, Sanattan Yansımalar yazarı -ressam Celal Binzet, ressam Önder Aydın, İnşaat Mühendisi – Yazar Dr. Erhan Karaesmen ve sanat tarihçisi Prof. Dr. Kıymet Giray bir masanın etrafında toplandık. Sanattan Yansımalar yazarlarından ressam Prof. Hasan Pekmezci de sonradan yetişti, çünkü yitirdiğimiz ressam Zeki Şahin'in de cenazesi ogün kaldırılıyordu.
Sohbetin tamamını buraya aktarmam mümkün değil, ama sizlerle bazı değerlendirme ve anılarımı bu vesileyle paylaşmak isterim.
NURİ AĞABEY'LE IHLAMUR SOHBETLERİ
Nuri Abaç, kendisine “ağabey” diye hitabettiğim, çok sevdiğim bir dostumdu. O da beni çok sever, sık sık “ıhlamur sohbeti” yapmak için uğrardı. Cenazesinde yakalarımıza taktığımız o son portresini bile, çalışma odamda ben çekmiştim. Resme olan ilgisi Mersin'de yerleşik yıllarında, Ressam Nurettin Ergüven'in(1905-1979) Halkevi binasına iki büyük yöreyi yansıtan tablo yapmak üzere gelişi sırasında başlamıştı. Ergüven'e, boya karacak, zeminleri büyük fırçayla sürecek bir “yamak” gerekmişti, aranıp taranmış ve Nuri Abaç bulunmuştu.
Sonra Akademi hayalleri kurmuş, sınav kazanıp girmiş, ama ailenin temkinli yaklaşımı nedeniyle mimarlık öğrenimi görmüştü. Bu arada Leopold Levy atölyesine de devam ederek, sağlam bir resim eğitimi de almıştı.
Ben Nuri Ağabey'i tanıdığımda DPT'de mimardı, bazı okullarda da perspektif dersleri veriyordu. Sonra 1972 başında bir grup gazeteciyle birlikte iki ay Almanya'da Goethe Enstitüsü'nde bulunduk. Aramızda sevgili Fikret Otyam ( 1926-2015) da vardı. O iki ayda Abaç'la dostluğumuz iyice pekişmişti.
ANADOLU UYGARLIKLARI VE KARAGÖZ
Abaç, bir süre çeşitli resimsel arayışlardan sonra, Anadolu uygarlıkları ve Karagöz'den esinli bir söylem geliştirmiş, bunu sürrealist yaklaşımıyla birlikte tuvale dökmeye başlamıştı. Deniz kenarında doğup büyümüş bir ressam olarak Ankara'daki atölyesinde ne gemiler geliştirdi. Kenarında Osmanlı çarkıfeleği, havasında özgün güvercinleri, suyunda değişik balıklarıyla bu masalsı işlerini sonra başka araçlara da taşıdı. Onun lokomotifleri, balonları, karıncayiyenden esinli tapir adını verdiği araç, değişik insanları içinde barındırırdı. Bir kısmı çalgıcı olurdu bunların!
Bir gün bu müzikçileri neden yerleştirdiğini sorduğumda anlatmıştı. Bedri Rahmi Eyüboğlu o yıllarda sık sık Ankara'ya gelir, bazı ressamlarla da sohbet edermiş. Bir gün, “Resminizde müzik olsun, ses de olsun” demiş. Bu öğütten ilham almış Abaç.
Yaşamdan izlenimlerini, kafeleri, gazinoları da benzer yaklaşımla tuvaline aktarırdı. İnce ama kat kat boya kullanır, kendine özgü pembe, bordo, yeşilleri özenle karardı. Birkaç kollu bacaklı insanları da Karagöz'den esinliydi. Her tablosunda kendine özgü gizil bir mizahî yaklaşım vardı. Onun resimleri “Büyüklere Masallar”dı.
ELEŞTİRMENLERE NİYE KIZARDI?
Çok sevecen, karıncaezmez bir insandı. Kendisini “minyatürcü”ye benzeten bazı akademisyenlere kızar, “Gidip resim tarihini okusunlar” derdi. Ressamlar hakkında kimileri îcad edilmiş sözcüklerle, uzun cümleler kurup anlaşılması fevkalâde zor yazılar yazan “eleştirmen”lere de kızardı.
Bir gün telefon edip “Yazını bitirdin mi?” diye sordu. “Bitirdim!” deyince, “Atla gel bak sana bir şey göstereceğim” dedi. Ben Cinnah'taydım, Abaç Tunalı'da, beş dakikalık mesafedeydi.
Gittim, tuvalinin başındaydı, bir küpur kesmişti, “Okusana şunu, bakalım ne anlayacaksın?” diye o kendine özgü mizahî tonuyla uzattı küpuru. Adı lazım değil, şimdi hayatta olmayan bir erkek eleştirmenin kendi hakkındaki yazısıydı bu. Gerçekten de öyle kavramsal karışıklıklar ve uzun cümleler vardı ki anlayabilmek mümkün değildi. Anlaşılmaz bulduğumu söyleyince “ Senin yazılarını anlaşılır, insanları resim öğrenme, izleme ve almaya özendirici buluyorum, bu nedenle de beğeniyorum” diye iltifat etmişti.
Çevresine de çok yardımseverdi. Mersin'de keşfettiği yetenekli genç Ahmet Yeşil'i ( d.1954)o bulup çıkarmış, kendini geliştirmesi için hep arkasında durmuştu. Gene Mersinli naif Doğan Akça'yı ( 1936-2007) resim piyasasına tanıtan Nuri Abaç'tı.
ÇUKUROVA İNSANI DURAN KARACA
Duran Karaca bir Çukurova insanıydı. Resimle tanışması gönderildiği Tarsus Amerikan Koleji'nin duvarlarında ve kütüphanesinde olmuştu. Okulda resim dersi olmamasına karşın, duvarlarda asılı resimler, incelediği resim kitapları onu bu sanata yaklaştırmış, yeteneğini de desenler çizerek dışa vurmaya başlamıştı. İstanbul'da, dönemin önemli edebiyat dergisi Varlık'ta yayımlanmıştı bu desenler.
Ben Karaca'ya “Resmin Renkçi Kabadayısı” adını takmıştım. Renk kullanımında çok cesurdu, kendisi de insan olarak kabadayı bir görünüm verirdi ama son derece iyi kalpliydi. Keçiler, atlar, çobanlar, sert Toros görünümleri onun renk ve lekeyle soyutlayıp tuvale döktüğü Çukurova gerçekleriydi.
Ama kent gerçeklerinden de uzak durmamış, yaşadığı İstanbul ve Ankara'dan doğa ve insan görünümlerini de resmetmişti.
Bir sergisine çok büyük bir Toroslar görünümü koymuştu. Adı, “Ağaçlı peyzaj”dı. O sıralar Kültür Bakanı da, Mersinli İstemihan Talay'dı. Kendisine bu resmi methettim, “Tam müzelik bir resim, belki bakanlık koleksiyonuna katmak istersiniz” dedim. Birlikte kalktık gittik. Talay sergiyi gezdi, büyük resmi çok beğenerek “Bunu bakanlık için alalım” diye talimatını verdi.
İçin için Karaca büyük tablosunu satabildi diye sevinirken, tatlı bir azar işitmiştim:
“Ah, yaktın beni! Kimbilir bunlar ne zaman, kaç taksitte öder parayı!”
Hayli geç yaşta evlenmişti Duran Karaca... Oğuluna da gene Çukurova'dan çok sevdiği kuşun adını koymuştu: Turaç, şimdi ODTÜ İstatistik mezunu bir delikanlı.
TABLOLARIYLA BARIŞTILAR
Serginin manevî açıdan önemli bir özelliği var.
Abaç ile Karaca birbirlerine dargın öldüler!
Mesele neydi bilmiyoruz ama Yüksel Maden, önce Abaç'la konuşmuş “memnuniyetle” cevabı alınca Karaca'ya “Gelin sizi bir araya getirelim” önerisinde bulunmuştu. Karaca ayağa kalkıp şöyle iki tur atarak düşünmüş, “Gerekmez” yanıtını vermişti!
Ama aileler, ellerindeki tabloları vererek bu buluşmayı sağladılar. Öneriyorum, kapanmadan mutlaka gezin. 27 Şubata kadar vakit var.
Karaca'nın tabloları satışta. Abaç'ın aileden gelenleri koleksiyon, piyasadan gelenleri ise satışta.