Müziksiz coşku olmuyor. Toplumun büyük kesiminin benimsediği değerlerle müzik bir araya geldiğinde coşku ortaya çıkıyor. Hele bu birliktelik her ne kadar son dönemde malum çevre tarafından örselense de, Cumhuriyetimize giden yolun başlangıcı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, ölümü göze alarak Samsun'a çıkıp millî mücâdeleyi başlatmasının 100. yılında, doğru biçimde yaşanıyorsa, çoşku da, sayfı duruşunda ve İstiklal Marşı seslendirmesindeki duygularımız da bambaşka oluyor.
19 Mayıs 2019'da bu bambaşka coşkuyu Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı'nın Beytepe Yerleşkesi'ndeki Şubat ayında taşındıkları “yeni” binasındaki 19 Mayıs 100. Yıl Konseri'nde yaşadık. Program iyi düşünülmüş ve düzenlenmişti. Coşkuyu yaşatacak korolu eserlerle, konçerto seslendirecek solist amaca uygun biçimde seçilmişti.
MUAMMER SUN'UN YENİ MARŞI
Hacettepe Senfoni Orkestrası'nın genel müzik yönetmeni ve daimi şefi Burak Tüzün (Prof), arkadaşlarıyla konservatuvarın efsane isimlerinden yaşayan önemli bestecimiz Muammer Sun'u (d.1932) ziyaret ederek, 100. yıl için yeni bir eser rica etmişlerdi. Bilirim, Muammer Hoca için, “vatan”dan sonra “konservatuvar” sözkonusu olunca, gerisi “teferruat”dır. Hoca da çok titiz olduğu “telif” konusunu konservatuvar için gözardı edip, bir armağan olarak “Koro ve Orkestra için 19 Mayıs Marşı”nı, artık çok az görebilen gözlerini zorlayarak kocaman ekranının başına geçip bestelemişti.
Tüzün, bunun ardına Muammer Sun'un Kurtuluş ve Cumhuriyet Film Müzikleri'nden bölümleri eklemişti. Ama bu bir ilkseslendirme sayılabilirdi. Çünkü, konservatuvarın çalışkan mensubu Kamer Güngör, bölümlerin aralarında anlatılmak üzere yalın ama duygulu bir metin yazmıştı. Anlatıcı olarak da, ADK'nın mezunlarından, artık TV dizilerinde oynadığı rollerle popülaritesini arttıran Tamer Levent öneriyi kabul etmiş, İstanbul'dan atlayıp uçağa günlük kıyafetiyle gelip sahneye çıkmıştı. Eserdeki tek sözsüz soprano soloyu okumak üzere de DOB solistlerinden Esra Çetiner Tural, bayrak kırmızısı giysisiyle sahnede yerine almıştı.
ANLAM KAZANDIRAN İDİL BİRET
Bu kutlama konserine özel, Burak Tüzün'ün davetiyle “100. yılda Konservatuvar'da çalmak benim için onurdur” diyerek Ankara'ya gelen Anıtsal Piyanist, TC. Devlet Sanatçısı İdil Biret (d. 1941) bu sırada solist odasında biraz sonra çalacağı görkemli Rahmaninov 2. Konçerto için son hazırlıklarını yapıyordu.
İdil Biret'in bu konserde yer alışını Hacettepe Rektörü Prof. Dr. Haluk Özen, sunuş yazısında şöyle değerlendiriyordu: “Millî Mücadelemizin 100. yılında, Ata'mızın müziğe verdiği önem ve sağladığı olanaklarla yetişen, Cumhuriyetimizin hârika çocucu Dünyaca ünlü Devlet Sanatçımız İdil Biret'in katılımı, kutlamamıza ayrı bir anlam ve değer kazandırmaktadır.”
Başkemancı sandalyesinde Burcu Zorlu'nun oturduğu Hacettepe Senfoni Orkestrası'nın, sayısal sıkıntılarını aşmak için, bugüne kadar konservatuvarın öğretici kadrosundan hocaların orkestraya destek verdiğine, obuacı Meral Vural Leblebicioğlu, klarnetçi Ekrem Öztan dışında pek tanıklık etmemiştim. Ama Rektörlükçe sahiplenilmiş bu özel konserde keman grubunda Faruk Tamer, Ceylan Kabakçı, viyola grubunda Bediz Kınıklı, Evren Bilgenoğlu gibi isimleri gördüm. Keman grubunda ayrıca Bilkent Senfoni Orkestrası'ndan gelen takviyeler de yer alıyor, birinci kornoda ise gene BSO'nun korno solisti, ADK mezunu Hasan Erim Hacat oturuyordu. Konservatuvar lise orkestrasından da takviyeler vardı.
Konservatuvarın değişik bölümlerindeki öğrencilerden oluşan Lisans Korosu'nu şef Çiğdem Aytepe hazırlamıştı. İzlediğim genel provada salondan koroya son yönlendirmelerini yaptı, konserde de soprano sırasının başında yer alarak seslendirmeye bizzat katkıda bulundu.
YENİ MODA ISLIKLAR VE SICAK
Muammer Sun'un bu duygu yüklü müzikleri, Tamer Levent'in anlatımının sağladığı tarihsel atmosfer içinde parlak seslendirmeyle salonda büyük coşku uyandırdı. Tıklım tıklım, ağzına kadar dolu salon ve balkondan alkışlar, yeni moda ıslıklar birarada yükseldi. Aynı coşkuyu, orkestra ve koro üyeleri de küçük kağıt bayraklar takılı rahlelerinde yaşadılar.
Ara verildiğinde salondan canımızı aşağı zor attık. Çünkü inanılmaz sıcak olmuştu. Yan koridora çıkış kapısı önünde durarak sıcak-serin arasındaki akımdan yararlanmaya çalışırken, Muammer Sun'un eşi Sinemis Sun'la sohbet ettik. Muammer Hoca, aynı güne denk gelen Eskişehir'deki “Doğum Günüm 1919”un hazırlıkları için beş gün öncesinden gitmiş, toparlanan koronun hazırlıklarıyla uğraşmıştı.
Tuvalete uğrayınca, Beştepe'deki Külliye'nin mimarı ve konservatuvar projesini, önceki orkestra çukurlu projeyi iptal ettiren Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla hazırlayan, Selçuklu mimarisinden izleri dış cephelerine taşıyan uluslararası mimar Şefik Birkiye'nin (d. 1954) yeni bir garabetiyle karşılaştık. Erkekler tuvaletinde sadece bir pisuvar, iki “alaturka”, iki de “alafranga” tuvalet bulunuyordu. Mimar Bey, lutfedip dört hücrenin ikisine klozet koymuştu!
PİSUVAR İKRAMI!
Tek pisuvar için sıra bekledik, bu arada Rektör Haluk Özen'le de “Önce siz buyurun!” diye, kahkahalar arasında birbirimize “pisuvar ikramı” yaptık! Kimbilir, opera bölümüne koskoca prova salonu yapıp, koro çalışma salonunu ve konser salonuna temsiller için “orkestra çukuru” çizmeyi “unutan” bu “uluslararası mimar”, eksikleri de talimatla mı bırakmıştı, yoksa merkez bürosu Brüksel'de bulunmasına karşın, ömründe hiç operaya, konsere gitmemiş miydi? Hadi gitmedi diyelim, bürosundan bir mimarı da incelemekle görevlendirmemiş miydi?
Konserin ikinci yarısı için yerlerimizi aldığımızda, ceketi yeniden fora etmeme karşın, kısa sürede ter içinde kaldık! Rektör Beyin de, klimaların niye çalışmadığı konusunda ilgili daire başkanlığını sorguladığını hemen yanımdaki dostum Erhan Karaesmen söyledi. Eskisinin yerine Uluslararası İslam Enstitüsü ve Cami yapılacağı için alelacele binaya taşındılar ama tüm bu eksik ve aksaklıklardan konservatuvar yönetiminin bir sorumluluğu bulunmuyor. İnşaat ve işletmeyle ilgili konular rektörlüğün ilgili dairelerince izleniyor.
Burada sıcağın sadece insanları etkilemediğini hatırlatmakta yarar var. Aşırı sıcakta bazı ahşap enstrümanlar fazlaca kurudukları için gövdelerinde açılmalar, çatlamalar meydana gelebilir. Piyanonun ses çubukları metal olduğundan, sıcakta akorttan çabuk düşebilir. Piyanonun belli bir ısı ve nem ortamında korunması gerekir.
VE İDİL BİRET SAHNEDE
Salonda coşkunun başlaması için, Anıtsal Piyanist İdil Biret'in sahnede görünmesi yetti. Önde siyah giysisiyle İdil, arkada şef Burak Tüzün piyanoya doğru yürümeye başladıklarında yer yerinden oynadı. Dinleyici daha piyano başına oturmadan İdil Biret'i bir sevgi seliyle kucakladı.
Biret, belleğinde her zaman hazır onlarca konçertodan S. Rahmaninov'un görkemli 2. Konçertosu'nu seçmişti. Provanın ardından, konserde de bir kez daha, Biret'in işini ne denli ciddiye aldığına, dinleyiciye değil, müziğe oynadığına, 78 yaşında bir “genç” olarak tuşlarla olan hârika ilişkisine tanıklık ettim.
Orkestra da İdil'le çalmaktan çok mutlu görünüyordu. Biret'e çiçeği bizzat rektör Haluk Özen sundu, üniversitesi adına içten teşekkürlerini ifade etti. Rektör, şef Tuzun'ü de yanaklarından öperek kutladı ve çiçek sundu.
Seslendirmenin başarıyla tamamlanmasının ardından dinmeyen tezahürata İdil Biret, F. Liszt'in Gondolia başlıklı Venedik izlenimlerini içeren bis parçasıyla karşılık verdi. Tezahürat gene dinmeyince, sahneye yeniden gelerek bu kez hocası Wilhelm Kemppf'in yaptığı bir Bach düzenlemesini çaldı.
Salon ve sahne İdil'in üçüncü bir bis yapmasına izin vermeyecek kadar sıcaktı!
İdil Biret yürekten bağlı olduğu Cumhuriyet'e ve ilkelerine karşı bir vazifesini daha yerine getirdi böylece. Tüm öğrenimini 1948 yılında çıkarılan yasa ile devlet tarafından gönderildiği Fransa'da tamamlayan Biret, Cumhuriyet Gazetesi'nin 19 Mayıs günü verdiği 100. Yıl Eki'nde “100 Yıllık Büyük Atılım” ana başlıklı yazısında Atatürk'ün başlattığı mücadele ve kurduğu Cumhuriyet'in sanat alanındaki yansımalarına anlatırken, konservatuvarın kuruluşunun önemine özel bir yer ayırıyor, aynı gün o konservatuvarın sahnesine çıkarak “görev bildiği” konseri veriyordu.
ÇOCUK SESLERİ CIVIL CIVIL
Konservatuvardaki 100 yıl kutlamalarının amiral gemisi bu konserdi ama öncesinde de yeni binanın metrekarelerce boşluk yaratan atriumunda, koridorlarında, merdivenlerinde başka etkinlikler de vardı. Konservatuvarın Çocuk Korosu, şef Atilla Çağdaş Değer'in yönetiminde merdivenlerde konuçlanmıştı. Oraya Kültür Bakanlığı'nın Konservatuvara hediye ettiği, Atatürk'ün yatı Savarona'dan çıkma, konservatuvar atölyesinde iki yıla yakın revizyondan geçen beyaz piyanonun eşliğinde çocuk ve gençlik şarkıları söylendi.
Ardından hepsi de ADK mezunu olan CSO Brass Topluluğu binanın 'atrium'unda bir konser verdi. Dinleyicilerin çoğunu veliler, öğretim üyeleri ve konser için gelmiş davetliler oluşturuyordu. Bu etkinlikleri Rektör Haluk Özen de eşi Prof. Dr. Seza Hanımla birlikte izledi.
KAPIDAN YÜZGERİ ÇEVRİLENLER
Dinleyiciler denilince, protokolü hazırlayan ve uygulayanların işi çok “sıkı” tuttuğunu, ama başlangıçtaki bu sıkılığa karşın sonradan işin gevşediğini, başka üniversitelerin öğretim üyeleri dahil pek çok kişi “Yerlerin tamamı davetlilere ayrıldı, isimlendirildi” diye kapıdan yüzgeri edilirken, sonradan merdiven boşlukları dahil boş kalan yerlerin işgâl edildiğini gördük.
Örnek de vereceğim: ODTÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Barış Çakmur, eşi Elif'le birlikte sıkı birer müziksever ve bu konserlerin “ücretsiz” olduğunu bilerek geldiği binadan, içeri alınamayacakları belirtilerek geri çevrilmişti. Eski bakanlardan ve İzmir Belediye Başkanlarından Yüksel Çakmur'un oğlu, 10. Hamamatsu Yarışmasını kazanan piyanist Can Çakmur'un da anne- babası olan bu ikili, evlerine dönüş yoluna geçtiklerinde telefonla haberdar ettiler, “Halkla ilişkiler görevlisi hanımefendi tarafından içeri giremeyeceğimiz kat'i biçimde söylendi, biz eve dönüş yolundayız, orada görüşemeyeceğiz” dediklerinde artık çok geçti. Yoksa, adları koltuklara iliştirilip de gelmeyen “muhtelif zevat”tan birilerinin yerine pekâla oturabilirlerdi! Çünkü o yerlere zaten Beytepe Yerleşkesi'nden gelen öğrenciler oturuverdi.
Prova sırasında da, sessizce izleyen genç orkestra şefi AGSO'nun sanat yönetmeni Barış Demirezer'i güvenlik görevlilerinin dışarı atmak üzere olduğunu tesadüfen gördüm. Biz iki Şefik olarak, İdil'in eşi Şefik Büyükyüksel'le birlikte dördüncü sırada provayı izliyorduk. El işaretiyle sessizce müdahale ettim ve güvenlik Barış'ı bıraktı, o da yanımıza gelerek provayı bizimle birlikte izledi. Orkestra şeflerinin başka orkestraların provalarını izlemek en doğal hakkıdır.
YOK OLAN BÜSTLER VE KAİDELER
Bu arada, kutlamalar için en büyük merakım ana girişteki boş kaideler ile içerde yerde bekleyen Hindemith, Bartok, Saygun, Erkin, Akses, Rey, Alnar büstlerinin ne olduğuydu? Geçen yazımda belirtmiştim. Aaa, baktım ki, yok olmuşlar! Atatürk heykeli ise içerdeki holde yerleştirildiği köşede duruyor.
Demek ki, büstleri kaidelere yerleştirecek olan Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü, binaya taşınıldığı Şubat'tan bu yana ne yapılacaksa yapamadığı için, büstler ve kaideler ortadan kaldırılmıştı. Umarım kısa sürede bu işlem yapılır, kaide ve büstler gizlendikleri yerden çıkarılır ca konservatuvar girişine yerleştirilir. Sanırım günümüzün “otoriter” döneminde, bu konularda üniversite yönetimlerinin de biraz “otoriter” davranması gerekiyor. Demek ki “insancıl” davranışlar her zaman işe yaramıyor!
Kaide demişken, sahnede orkestra gruplarının kademelendirilmesini sağlayan, ingilizce “durmak” filinden Türkçeye gelip yerleşen ahşap “stand”lara değinmeden geçmeyeyim. Bu standlar yeni konser salonu için yaptırılmamış durumda. İhtiyaç olduğunda Merkez Yerleşke'deki M Salonundan taşınıp getiriliyor, tekrar geri götürülüyor! Eğer konser korolu ise bunu koro kullanıyor ve orkestra bu nedenle aynı düzlemde kalıyor. Oysa, sesin salona dengeli ulaşımı için yaylılardan sonra üflemeli ve vurmalıların kademelendirilmesi gerek.
Ne oldu, siparişler yetişmedi mi? diye soruşturdum, “ödenek” yokmuş! Umarım, 2019-20 Sezonunun açılışına kadar ya bir “ödenek” ya da bir “sponsor” bulunur da ahşap standlar yerine göre yaptırılıp yerleştirilir.
Bu salonda orkestra için tek mutluluk, prova ile konseri aynı mekânda yapabiliyor olmak herhâlde... Çünkü eskiden küçük çukur salonda provaları yapıp, konser için M salonuna taşınıyorlardı, tabii tüm enstmanlarla birlikte.
* * *
Bu hayli uzun bir izlenimler yazısı oldu. Sonunda gene “mimarlık hârikası” saptamalardan söz edeyim. Geçen defa inerken yanımdaki dostumun beni tutarak kolumu-bacağımı kırmaktan kurtardığı basamak aralıkları eşit olmayan merdiveni acaba düzeltecekler mi? Dersimi aldığım için ana girişle park yerini bağlayan bu merdiveni, bu kez kenardaki korkuluğu tutarak dikkatlice indim.
Bu merdivenden çıktığınız zaman çiçekliği çevreleyen dar bir Ankara taşı kaldırımla kapıya yöneliyorsunuz. Kaldırımın tam ortasına bir lamba direği dikilmiş, arkasına da bir bank yerleştirilmiş. Oradan geçmek için, “yan yan” yengeç gibi yürümeniz gerekiyor, yoksa çiçekliğin toprağına (çamuruna) düşmeniz işten bile değil.! Bank tarafından geçmek için ise, bankın boş olması gerekiyor!
Selâm olsun Külliye mimarına ve uygulamacı müteahhit firmaya!
Tüm coşkusu ve “şeytanın gör dedikleri”yle 19 Mayıs'ın 100. Yılı kutlu olsun.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
20 Mayıs 2019, Ankara