Program yaparken öz-biçim ilişkisini dikkate almak önemlidir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'na adanan 20 Mayıs 2022 tarihli konserindeki program bu bağlamda yerli yerindeydi. Atatürk'ün Cumhuriyetimiz için müzik alanındaki vizyonuna uygun bir program hazırlanmıştı.. Önce 30 yaşında ve Türkiye'den çok başta Almanya olmak üzere Avrupa'da tanınan bestecimiz Mithatcan Öcal'ın ( d.1992) “Sergi ve Koda” başlıklı yapıtının Ankara prömiyeri, ardından Atatürk gençliğinin müzikteki becerisini sergileyen 20 yaşındaki Elfida Su Turan'ın seslendirdiği Wolfgang Amadeus Mozart'ın Sol majör 3. Keman Konçertosu ve son olarak Atatürk'ün çok değer verdiği erken dönem bestecimiz Ahmet Adnan Saygun'un 1. Senfoni'si...
SERGİ VE KODA
CSO sahneye çıktığında, program ayrıntılarından habersiz olanlar biraz şaşırdılar. Yaylıların sandalyeleri boş kalmıştı. Öcal, yapıtını 32 kişilik bir topluluk için yazmıştı. İki arpist, üç vurma çalgıcı ve bir konçtrbasçı dışındakilerin tümü bakır ve tahta üflemeli çalgıcılardan oluşuyordu. Yapıtın dünya promiyeri 10 Kasım 2021'de İstanbul'da Gedik Filarmoni tarafından şef Orhun Orhon yönetiminde yapılmıştı.
Şimdi şef Orhon yapıtın Ankara ilkseslendirmesini de CSO ile yapıyordu. Açıklamasında yapıtın İhsan Oktay Anar'ın romanlarını andırdığını söyledi. 10 dakikalık yapıtı şahsen ben keyifle ve takdirle dinledim. Takdirim hem besteciye, hem de CSO'nun üflemeli çalgıcılarınaydı. Hayli zor sayılacak yapıtı bize içeriğindeki duyguları hissettirerek seslendirdiler. Neydi içerik? Besteci birbirine bağlı bölümlere şu adları vermişti: Dünya neşesi, dünya öfkesi, dünya eğlencesi, dünya hüznü, dünya kederi, weltschmerz: dünya acısı, nefes, hevâcis ve fenâ... Son üç bölüm adlarını tasavvuf terimlerinden almışlardı. Besteci yapıtın adını da “gerçek dünya-tasavvuf düşüncesi” çelişkisinden almış olmalıydı. İlk 6 bölümdeki kavramlar dünyayı “sergi”liyor, son üç bölümün adları da “koda” da tasavvufu vurguluyordu. Çünkü koda, kodada değil, sönerek sessizce oluşturulmuştu.
Dinledikçe, seslerin örgülenmesini, birbirleri içinden çıkarak dönüşümünü gördükçe, Orhun Orhon'un bu müziği İhsan Oktay Anar'ın romanlarıyla benzeştirmesine katılmak gerektiğini düşündüm. Bestecinin yapıtını anlattığı yazıyı da okuyunca, eski türkçe sözcüklerle yalın türkçeyi bir arada kullandığını fark ettim. Yazı üslubu, bana bestecinin gerçekten bir İhsan Oktay Anar hayranı olabileceğini düşündürttü.
Seslendirmenin aldığı alkışlar, şefin birkaç kez sahneye davet edilmesi, “yeni müzik” kavramından uzak durup, kör değneğini beller gibi makamsal ve barok-klasik dönemlerin müziklerine takılıp kalanların sabit fikirlerine dinleyicinin katılmadığının, “dinlenebilir” nitelikteki her müziğin değerli olduğunun bir göstergesi gibiydi.
MOZART ZERAFETİNE UYGUN YORUM
Az önce üflemelileri sahneye çıkışlarında ve ayrılışlarında bolca alkışlayan dinleyici, bu kez yaylıların sahneye çıkışında aynı ilgiyi gösterdi.
Dinleyiciler arasında bazı okullardan topluca geldiklerini sandığım çok sayıda genç de bulunuyordu. Sahnede yerleşik durumdaki çembalo dikkatimi çekmişti. Mozart'ın erken Salzburg dönemi yapıtlarından 3. Konçertoda orkestraya sürekli bas olarak çembalonun yerleştirildiğine Türkiye'de hiç tanık olmamıştım. Avrupa'da az sayıda kayıtta kullanıldığını biliyordum.
Çembalonun başına da, bu enstrümanın öğrenimini İngiltere'de yapmış, başarılı piyanist-klavsenist-şef Tolga Atalay Ün geçti. Başkemancı sandalyesinde Bilgehan Erten oturuyordu.
Sahneye yüzünün neredeyse yarısını kaplayan gözlükleri ve doğal tebessümüyle Elfida Su Turan (d.2002) çıktığında doğrusu nasıl çalacağını merakla bekliyordum. Çünkü uzun süredir canlı olarak dinleyememiştim. Elfida'yı ilk kez dinlediğimde yanılmıyorsan 8-9 yaşlarındaydı. Bilkent'te bir keman eğitimi etkinliğine katılıyordu. Arada fuayede annesinin fotoğraflarımdan tanıyarak beni bulup, görüşlerimi öğrenmek istemesiyle, bu çocuk kemancı adayının gelişimini izlemeye başlamıştım. Şimdi, bitirdiği Yehudi Menuhin Okulu'nun ardından Londra'da Kraliyet Müzik Akademisi'nde lisans 2. sınıf öğrencisi bir genç kız. Özgeçmişinde pek çok kazanılmış yarışma, verilmiş konser bulunuyor: https://www.sanattanyansimalar.com/cso-nun-genclik-solisti-elfida-su-turan/6818/
Elfida Mozart konçertoyu, özündeki neşe, cıvıltı ve zerafete uygun, zarif bir icrayla seslendirdi. Çalgısını zorlamadan bu zerafeti elde edecek teknik becerisini yeterince geliştirmişti.
Güçlü alkışlar karşısında Elfida, kendini naza çekmedi, sahneye üçüncü çıkışında kemanını yeniden omzuna alıp nefis bir bis parçası seslendirdi. Biraz Balkan, biraz Çigan esintili ezgisel bu parça acaba kimindi.? Doğrusu ilk kez dinlediğim yapıtın kime ait olduğunu, arada kutlamaya gittiğimde Elfida kızımıza sordum. Romen besteci George Enescu'nun (1881-1955) notası basılmamış bir parçasıymış. Elfida bunu Enescu'nun elyazısına sahip bir hocasından alarak bilgisayara geçirerek çalışmış. Çok da iyi etmiş.
Kutluyor ve gelişiminin, başarılarının devamını diliyorum.
TONKÜNSTLER ORKESTRASI İYİ Kİ ISMARLAMIŞ...
Erken cumhuriyet dönemi bestecimiz Ahmet Adnan Saygun (1907-1991) kendi bestecilik gelişimi içinde mutlaka senfoni yazmayı da planlıyordu. Ama herşeyin bir ilki vardır. Belki Viyana Tonkünstler Orkestrası, Saygun'a senfoni sipariş etmeseydi, bestecimiz beş senfonisinin ilkini sonraki yıllara sarkıtmış olacaktı.
İlk seslendirilişi Viyana Radyosu'nda 3 Mayıs 1954'te yapılan senfoni, modern ve sağlam yazı tekniğiyle bestecinin iyimser ve karamsar duyguları bir arada işlediği, tahta üflemeli çalgıların sololarıyla renk ve ezgisellik kazanan bir yapıttır. Aynı yılın Kasımında da Ankara'da CSO'da bestecinin şefliğinde seslendirildiğini biliyoruz. Müzikte âdeta bir slogan haline gelen “yerelden evrensele” kavramına gösterilebilecek gerçek bir örnek. Aynı zamanda olur olmaz yerlerde kullanılan günümüzün moda “yerli ve millî” sloganına da oturan bir yapıt.
Orkestralarımız belki güçlükleri nedeniyle pek sık seslendirmiyorlar. Nitekim şef Orhun Orhon dinleyiciye anlatırken, “hem orkestra, hem şef için demir leblebi gibi bir yapıt” tanımlamasını getirdi.
Bu senfoniyi canlı olarak her dinleyişimde yeni renkler keşfederim, hayranlığım artar. Bu kez, CSO öylesine iyi, sağlam, bütüncül bir icra sergiledi ki, şefin bahsettiği o demir leblebi âdeta unufak oluverdi. Orkestra gençleri ve deneyimlileriyle müziksel anlamda tam kaynaşmıştı. Senfoninin önemli özelliklerinin başında gelen klarnet, obua ve flüt sololarda Feyzi Onur Ustabaş, Kaan Civelek ve Songül Özdemir tertemiz tınılarıyla çok başarılı bir etkinlik sergilediler.
Gençlerin ağırlıklı olduğu dinleyicinin de şefi tekrar tekrar sahneye çağırması, çoğu ilk kez dinlediği Saygun müziğini kitlenin benimsediğinin bir göstergesiydi. Şef, dinleyiciye Saygun'un partitürünü göstererek, ana alkışın kime gitmesi gerektiğine işaret etmiş oldu.
Bravo CSO'ya, bravo şef Orhun Orhon'a...
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
21 Mayıs 2022, Ankara
Not: Çıkışta fuayede bu konser için program kitapçığı bastırılmış olduğunu fark ettim. Üstelik programın bulunduğu sayfada dinleyicinin alkışlaması gerektiği yerler de işaretlenmişti. Konser öncesi anonsta, aralardaki alkışın müzisyenlerin konsantrasyonunu bozduğu, aralarda alkışlanmaması gerektiği duyuruldu. Bu anonslar o sırada arı kovanı gibi olan salonda pek dinlenmiyor! Hem konçerto, hem senfonide aralarda alkışlandı gene. Bir kişinin başlattığı alkışa çoğu kişi katılıverdi. Bu işin tek çaresinin her konser başlamadan, salon sessizliğe büründüğünde bir yöneticinin çıkıp bu konuda eğitici bir konuşma yapması olduğunu bir kez daha belirtmek istiyorum.