Gidenleri bilemem ama gitmeyenler başlıktaki “20. ve 21. yüzyıl müzikleri”ni görünce sakın “iyi ki gitmemişiz” diye düşünmesinler. Çünkü Bilkent Senfoni Orkestrası'nın 12 Kasım 2016 gecesi konserinde dinlediğimiz üç çağdaş eser de anlamlı, seslendirilişlerine tanıklık etmeye değer yapıtlardı. Üstelik Fransız bestecilerden ikisinin Türkiye ile uzaktan ama ilginç bağları olmuştu.
Önce Fransız besteci, 20. yüzyılda doğup, 21. yüzyılda ölen Henri Ditulleux'nin (1916-2013) “Tümüyle Uzak Dünya” başlıklı beş bölümlü çello konçertosunu dinledik. 1961'de yazılıp Rostropoviç tarafından 1970'de prömiyeri yapılan eserin, çok büyük olasılıkla, Türkiye'deki ilk seslendirilişiydi. İlginçtir, bestecinin Keman Konçertosu'nun Türkiye'de ilk seslendirilişi de gene BSO eşliğinde, Işın Metin şefliğinde Pierre Amoyal tarafından Uluslar arası Ankara Müzik Festivali'nde yapılmıştı.
Ditulleux, bizim değerli besteci ve eğitimcimiz İlhan Baran'ın Saygun'dan sonra ikinci hocasıdır. 97 yıl yaşayan Dutilleux, iki yılda bir adına düzenlenen uluslararası beste yarışmasının jürisine son ikisi hariç başkanlık yaptı. Bu yarışmalarda Yiğit Kolat (d.1984) ile bu konserde eseri çalınan Füsun Köksal'ın da dereceye giren Türk bestecileri olduğunu anımsatmakta yarar var.
“Tümüyle Uzak Dünya”yı, ilk kez canlı olarak dinlediğim Kanada Fransızı çellist Jean-Guihen Queyras (d.1967), Julien Masmondet (d.1977) yönetimindeki CSO eşliğinde seslendirirken kaliteli bir solocu olduğunu hemen hissettirdi. Bu çağdaş eserdeki başarısı salonu dolduranlarca coşkuyla alkışlanınca önceden hazırlanmış bir Haydn konçerto bölümünün ardından Bach'ın 1 Numaralı çello süitinin prelüdündeki kadifemsi icrasıyla tüm alkışları hak ettiğini gösterdi.
İkinci eser, Bilkent Senfoni Orkestrası tarafından bir Bilkent mezunu besteciye, Füsun Köksal'a (d.1973) ısmarlanmış ve “Atatürk'ü Anma Konseri”nin programına Türk eseri olarak alınmıştı.
Köksal seslendirme öncesi sahneye çıkarak eseri hakkında bilgi verirken, öğrenciliğinde BSO'nun provalarını izlediklerine değinerek nostalji de yaptı. Bilkent sonrası Almanya ve Amerika'da uzmanlık çalışmalarını yapıp doktora derecesi alan, halen İzmir'de Yaşar Üniversitesi'nde ders veren Köksal, çağdaş müzik alanında Türkiye'den çok yurtdışında tanınan bir isim. Pek çok festivalde eserleri çalındı. Oda müzikleri çeşitli yabancı toplulukların repertuarında bulunuyor.
Köksal'ın tek bölümlük yapıtı “In par_en_thesis” başlığını taşıyordu. Besteci , adı “Yanına ekle” anlamına gelen yapıtı için “Günlük hayatın içinde kaybolduğumuz kaotik, gürültülü yığınlardan oluşan ve kendini kontrolsüzce üreten, ancak bütün bunlara rağmen içerisinde var olmak zorunda olduğumuz günümüz hayatına dair bir yorum içerir” diyordu. Gerçekten de yapıt, İstanbul trafiğini ya da Tv'lerdeki her kafadan bir ses çıkan, birbirlerinin sözlerini kesen tartışmacıların katıldığı programları anımsattı bana. Vibrafondan simbale keman arşesiyle değişik seslerin elde edildiği, tüm vurmalıların özenle kullanıldığı, fanfarların âdeta bir fil sürüsünün çığılıklarıyla koşturmasını andıran çıkışları, çok hafif duyulan seslerle, yüksek volümlerin karşıtlığı ile tam bir 21. yüzyıl müziğiydi. Eserin dünyada ilk seslendirmesini yaptığını şef Masmondet özellikle facebook sayfasında duyurdu.
Konser, eserleri Türkiye'de pek fazla seslendirilmeyen bir başka Fransız besteci Albert Roussel'in (1869-1937) “Baküs ve Arianne” bale müziğinden süzdüğü iki süitten ikincisiyle tamamlandı. Sağlam bir kontrpuan tekniğiyle yazan Roussel, Adnan Saygun'un en beğendiği bestecilerden biriydi. Yoğun müzik, genç şefin enerjisiyle hayli yüksek tempoda seslendirildi. Şef Masmondet, Köksal ve Roussel'in eserlerindeki parlak tınısıyla dikkati çeken flütçü Albena Sezer'den başlayarak tüm üflemeli grupları sırayla selama kaldırdı, ardından tüm orkestrayla dinleyiciyi selamladı, koro balkonundakileri de ihmal etmedi. Paavo Jarvi'nin rahle-i tedrisinden geçmiş bu genç şef, başarılı bir sınav vererek BSO'nun gelecek sezonlar için düzenleyeceği şef portföyünde yer almaya bence hak kazandı.
Konserin tüm biletleri satılmıştı. Dinleyicinin çağdaş müzik yapıtlarının icrasını coşkunca alkışlaması kutlamaya değerdi. Demek ki, ne olduğunu tam olarak anlasa da, anlamasa da verilen emeği, harcanan enerjiyi ve elde edilen sonucu alkışlayan bir dinleyici kitlesi oluşuyordu. Özenle çağdaş eser seslendirmesinden kaçınan bazı orkestralara duyurulur!
Dinleyicinin bir bölümü, konsere müzik dinlemeye değil, “su içmeye” ya da “sosyal medya takip etmeye” geliyor! Pet şişe çıtırtıları gene eksik değildi. Balkonun yan tekli koltuklarında küpeşteye konulmuş üç su şişesi, “kaza ile” aşağıdaki dinleyicilerin başına düşebilirdi!
Konserden önce banttan verilen anonsta sadece cep telefonu ve flaşlı fotoğraf ikazı var. Bu anonsları da kimse dinlemiyor! Her konserden önce yönetimden bir görevlinin sahneye çıkıp, cep telefonu, seslendirme sırasında giriş-çıkış yapılmaması ve salona şayet su ile girildiyse bunların çatırdatılmaması, balkonlarda küpeştelere konulmaması, cep telefonlarınınyere düşürülmemesi gereğini dinleyiciye “canlı” olarak uyarması gerekiyor! Tabii o sırada cep telefonlarından sosyal medya izleyenler gene farkına varamayabilir!