Yitik 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le ilgili herkes anılarını anlatmaya, görüşlerini açıklamaya başladı. Bana da Demirel'in sanatla olan ilişkisini, bu alandaki yaklaşımını anlatmak düşüyor.
Şimdi size “Atatürk ile Süleyman Demirel arasındaki en bariz benzerlik neydi?” diye sorsam, kimileriniz rahmetli İsmet İnönü’nün o ünlü “Hadi canım sen de!” sözüyle karşılık verebilirsiniz. Ama bu bariz benzerlik, özellikle kültür-sanat alanında “sevdiğini değil, olması gerekeni yapmak “ biçiminde özetlenebilir. Kendisi alaturka sevip dinlediği halde Atatürk, müzik devrimine soyunup uluslararası çoksesli müzik ve sahne sanatlarını geliştirmek için çaba gösterdi. Bugün sahip olduğumuz konservatuvarlar, orkestralar, opera ve baleler Atatürk sayesinde var.
Arabeskçi Özal’dan sonra Köşk’e yerleşen Demirel de, özünde alaturkacıydı. Ama Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, başbakanlıkları döneminde kimi uygulamalarıyla kemiklerini sızlattığı Atatürk’ün çizgisini benimsedi, Köşk’ün kapılarını sanata ve sanatçılara açtı, onları ve davetlileri “Atatürk’ün mekânına hoş geldiniz” diye karşıladı. Ayrılan ödenekleri kullanarak Köşk’e yeni sanat eserleri satın aldırdı. Hem de ayrımcılık yapmadan. Demirel sağcıydı, Fikret Otyam ise solcu. Ama Demirel döneminde Çankaya Köşkü'nün herkesin görebildiği duvarlarında Otyam'ın tabloları da yer alıyordu.
Çankaya Köşkü’nde ilk kez bir “kültür-sanat danışmanı” görevlendiren Demirel’dir. Devlet tiyatroları sanatçısı, oyun yazarı ve rejisör Dinçer Sümer’in danışmanlığında yönetmeliği de hazırlanarak “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri” oluşturuldu. “Kültür ve sanat adamı olmadan uygar dünyayla yarışamayız” diyen Demirel, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü olarak “alanı mahçup, vereni mağrur etmeyecek” bir miktarda para ile, Mengü Ertel’in tasarımı bir madalyayı , Cumhuriyet Haftası’nda törenle veriyordu.
CUMHURBAŞKANLIĞI ÖDÜLLERİ
Demirel'in kendi yakın çevresine, güvendiği bürokratlarına karşı büyük vefa duygusu vardı. 1995'de ilk ödüller verilirken, müzik alanında seçimi kendisi yapıp ödülün çok sevdiği bir eski bürokratının kızına verilmesini sağladı. Ama gelen eleştirileri dikkate alarak sonraki yıllarda seçimi her yıl ayrı kişilerden oluşan bir kurula bıraktı, kurul tercihlerine saygı gösterdi.
1999 yılında seçici kurulda ben de yer aldım. Yıllar itibariyle ödülün kimlere verildiğine bakarsak, genellikle isabetli sayılabilecek seçim ve ödüllendirme yapıldığı görülecektir:
1995: Şefika Kutluer (Flüt solisti), Burhan Doğançay (Ressam), Adalet Ağaoğlu (Edebiyatçı)
1996: Cahit Külebi (Şair), Yekta Kara (Opera Yönetmeni), Arif Sağ (Bağlama yorumcusu-Türk halk müziği araştırmacısı)
1997: Lütfü Akad (Sinema yönetmeni), Hayrettin Karaca (Çevreci), Turhan Selçuk (Karikatürist)
1998: Yıldız Kenter (Tiyatro Oyuncusu), Fikret Otyam (Ressam, fotoğraf sanatçısı, gazeteci) İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı
1999: Rengim Gökmen (Orkestra şefi), Nevzat Atlığ (Türk geleneksel müziği araştırmacısı-şef), Turgut Özakman (Tiyatro yazarı-senarist)
Kişiye değil kuruma ait olan, Cumhurbaşkanlığı adına oluşturulan bu ödül, Ahmet Necdet Sezer’in 10. Cumhurbaşkanı olarak göreve başladığı 2000 yılından sonra verilmedi. Tasarrufa önem veren Sezer, Köşk’te personel azaltımına giderken, Kültür-Sanat Danışmanlığına da gerek görmedi. Çıkarılmış yönetmelik ve oluşmaya başlamış teamüle karşın, ödülü dört yıl boyunca vermedi, sadece görevden ayrılmadan önceki yıl uyguladı. Sorasında Abdullah Gül pek denge gözetmeden İslam-Osmanlı referansınI öne çıkararak devam ettirdi.
DEVLET SANATÇILIĞI KAYIRMASI
Demirel, bazı kayırma ve telkinleri “Devlet Sanatçılığı” konusunda da yaptı, dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın uyarılara karşın, bu telkinlere uymasıyla ilan edilen ve içinde kimsenin inanamadığı isimlerin de yer aldığı liste için yönetmelik değişikliğine gidildi. İş mahkemelik oldu. Demirel'in bu tutumunun yol açtığı gelişmeler “Devlet Sanatçılığı” unvanı verilmesi uygulamasının kaldırılmasıyla sonuçlandı.
Tiyatro alanında da olumlu bir yaklaşım içindeydi: Bakın TOBAV ne diyor:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş ilkeleri doğrultusunda kültürel yaşamın gelişmesinde TOBAV olarak diyalog kurabildiğimiz bir Cumhurbaşkanıydı Sayın Süleyman Demirel.
TOBAV ın çalışmalarına destek vermiş, TOBAV ın düzenlediği opera ve bale ödülleri törenlerinin özellikle Cumhurbaşkanlığı Köşkünde yapılmasını istemiş, ödüllere destek olmuştu.
Tiyatro oyunlarımıza gelmiş, düzenlediğimiz uluslararası festivallerin açılışlarına katılarak uluslararası katılımcılara önemli mesajlar vermişti.”
GALALARDAKİ BAŞBAKAN
Demirel başbakanlığı döneminde de, yabancı devlet adamları için düzenlenen programlarda hep opera ve baleye yer verilmesine özen göstertmiş, kendisi de simokinini giyerek gösterimlerde hazır bulunmuştu.
Hem kendisi, hem eşi Nazmiye Hanım, çağdaş, evrensel toplum yaşamının gereklerini yerine getirmişlerdi. De Gaulle'den Kosigin'e, Demirel'lerin sanatçılarımızla birlikte çekilmiş çok sayıda fotoğrafı vardır.Kosigin geldiğinde, 1976'da İsdemir'in açılışı yapılmıştı, oradaydım, çektiğim fotoğraflarından biri YANKI'ya kapak olmuştu. Ama bana sorarsanız, opera fuayesindeki fotoğrafları daha değerli...
ARMAĞAN PİYANOLAR
Demirel Cumhurbaşkanlığı döneminde çeşitli okullara hediye ettiği piyanolarla da belleğimde yer etti. Çoğu Anadolu'daki müzik okullarına toplam 7 piyano armağan ettiğini anımsıyorum. Ankara'daki armağanı ise ODTÜ Kemal Kurdaş Salonu'ndaki Baldwin'dir.
Belleğimde yer eden olaylardan biri de, günümüzün bir moda tabirinin, sanat alanında uygulamasıydı. Bugünlerde “yedirtmem, yedirtmeyiz” sözü pek moda! Peki, Demirel kimi kime yedirtmemişti? Devlet Opera ve Bale Genel Müdürü H. Hüseyin Akbulut'u, dönemin Refah Partili Kültür Bakanı İsmail Kahraman'a yedirtmemiş, gönderdiği görevden alma kararnamesini imzalamamış, Aspendos'ta sanatçılarla sahneye çıkmamak için fellik fellik kaçan bakanı da buldurtup sahnenin kenarında da olsa sanatçılarla birarada görünmeye mecbur etmişti!
CSO için yapımı hala devam eden korser salonunun temelini atarken de, "pabucumu satarım, gene yaptırırım" demişti ama ne yazık ki pabuç "ucuz"du, üzerinden iki Cumhurbaşkanı daha geçti, bina bakalım ne zaman bitecek?
Bir önemli mesajı da, Beethoven'in barış-kardeşlik temasını evrenselleştirdiği 9. Senfoni'sinin, Ankara merkez dışındaki 10 bin kişilik salonda tüm Ankara orkestralarından temsilcilerle oluşturulmuş “böyük” orkestrayla SCAMV'nın Ankara Festivali çerçevesindeki seslendirilmesi sırasında vermişti: “İşte çağdaş Türkiye!”
Gazeteci olarak Demirel'le pek çok mülakat yaptım, gezilerine katıldım, bizlere karşı sevecenliğinden nasibimi aldım. Gençlik yıllarımızda “Fruko”larının coplarının tadına da bakmıştım!
Bu yazı, çekilen “acı ve üzüntü”lerin değil, Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döneminde sanata yaklaşımının” yazısıdır.