Klasik operalar içinde bas, bariton ve mezzosopranoların başrolde olduğu eser sayısı azdır, çoğunlukla soprano ve tenorları başrollerde görürüz. 26 Ocak 2019 matinede bu üç ses, bas, mezzosoprano ve baritonun başrollerini oynadığı Jules Massenet'nin Don Quichotte (Don Kişot) operasını Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası'nda izledim.
Bu opera ve prömiyeriyle ilgili ayrıntılı bilgileri, sanatçıların görüşlerini SANATTAN YANSIMALAR'ın İstanbul yazarı İsmail Hakkı Aksu ayrıntılarıyla yazmıştı:
http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/ismail-hakki-aksu/don-quichotte-operasinin-turkiye-promiyeri-uzerine/1900/ Bu nedenle, izlediğim temsille ilgili sadece bazı saptamalarımı paylaşmakla yetineceğim.
Bence eserin esas kahramanları rejisör Recep Ayyılmaz ile sahne tasarımcısı Efter Tunç ve giysi tasarımcısı Gizem Betil. Rejisör Ayyılmaz, Cervantes'in ölümsüz romanından librettolaştırılmış konuya, dönemin İspanyasındaki Kuzey Afrika-Arap etkilerini, kendi evrensellik, çokkültürlülük ve çokcinslilik anlayışıyla bir yorum getirmiş. Kafasındaki akış ve giriş-çıkışlara uygun, pratik ama etkileyici görselliği, Efter Tunç Süreyya'nın küçük sahnesine iyi taşımış. Hırsızların barınağı sahnesine de genellikle durarak söylemeye alışkın koro üyelerinin, figürasyonun çok ötesinde teatral etkinlikleri, eserin önemli özelliklerinden biri halindeydi. Giysilerdeki, Hint, Arap, Çin figürleri, bir bakıma işlenen konudaki evrensel gerçeklerin, her din ve kültür için geçerli olduğunu düşündürüyor. Yakup Çartık da, rejisörün etki gücü bağlamında gereksinim duyduğu ışık düzenini başarıyla sağlamış.
Bilmem daha önce Avrupa'da örneği var mı ama bu hikayenin olmazsa olmazları at ve eşeğin üç tekerlekli bisikletler olarak uygulanması parlak bir fikir.
Don Kişot'u 1910'da Paris'teki dünya prömiyerinde canlandıran efsanevi bas Feodor Chaliapin'miş. 2019'da benim izlediğim kastta başrolü, İstanbulDOB'un müdür ve sanat yönetmeni olan Suat Arıkan oynuyordu. Güzel Dulcinee'yi mezzosoprano Aylin Ateş, uşak Sanço Panza'yı da bariton Nejad Işık Belen canlandırıyordu. Gerek ses, gerek sahne bağlamında üç sanatçı da rollerinin hakkını verdiler.
Besteci, şarkısallık bağlamında önceliği güzel Dulcinee'ye vermişti, Aylin Ateş'in rolü çok iyi içselleştirdiği anlaşılıyordu, bu sahiplenme duygusunu sesine iyi yansıttı ve kulaklarımıza güzel bir tını ulaştırdı.
Don Kişot'ta deneyimli bas Suat Arıkan, tam da Cervantes'in anlattığı yarı deliliğini benimsemiş ama iyilik timsalı ve kutsayıcı gezginci şövalyeyi teatral olarak mükemmel canlandırdı. Basbaritonla bas arasında gezinen şarkı ve reçitatiflerde, görselliğiyle koşut bir sesle sahneyi doldurdu.
Sanço Panza'da bariton Nejad Işık Belen de, efendisini tamamlayan bir sahne ve ses etkinliği gösterdi. Bir dönem İtalya'da da sahneye çıkmış olan Belen'in mimikleri ve sahne hareketleri, Cervantes'in romandaki çelişkili tiplemeler yumağına uygun, aklı gidip gelen uşağı ortaya koyuyordu. Tek dezavantajı, fiziğinin okurların eski resimlerdeki kısa boylu- şişko Sanço Panza tiplemesine pek uymamasıydı ama bu olmazsa olmaz bir koşul değildir. Önemli olan canlandırdığı tipin özelliklerini yansıtabilmektir, ki Belen bunu yerli yerinde yapan teatral kapasiteye sahipti.
Yapıma önemli görsel katkı sağlayan ögelerden biri, Beyhan Murphy'in koreografisiyle MDTİstanbul dansçılarıydı. Paolo Villa'nın çalıştırdığı koro, açılışta beraberlik açısından iyi sınav vermemekle birlikte, sonraki sahnelerde daha iderli-toplu söyledi.
Zdravko Lazarov'un yönetiminde, bu temsilde Seda Subaşı Yalçın'ın başkemancı sandalyesinde oturduğu orkestra, bütüncüllük içindeydi. Tınının biraz mat oluşu, çocukluğumda sinema seyrettiğim Süreyya sahnesinin orkestra çukuruyla ilgili olabilir. İki önemli viyolonsel solo, obua sololar güzel tınladı. Sanırım Şafak Erişkin ile Seyid Mas, ustalıklarını konuşturdular.
Temsil sonrası üç başrol sanatçısını da sahne arkasında kutladım. Bu temsilde DOB eski genel müdürlerinden Remzi Buharalı ile AnkaraDOB'un bas solistlerinden Bülent Ateşoğlu'yla da bir araya geldik. Meğer, yıllar önce Buharalı'nın genel müdürlüğü döneminde bu operanın Ankara'da sahnelenmesi Bülent Ateşoğlu tarafından önerilmiş ama Gounod'un Faust'u öncelik almış, sonra da yeniden gündeme gelmemiş. Kime niyet, kime kısmet. Suat Arıkan, kitapçıktaki kısa sunuş yazısında boşuna “Ülkemizde henüz sahnelenmemiş-seslendirilmemiş eserleri repertuarımıza alma konusundaki özgörevimize devam ediyoruz” dememiş! Bu “özgörev” içinde, tüm müdürlükler için Türk bestecilerinin sahnelenmemiş opera eserleri de mutlaka yer almalı, ki hem dinleyici kıyaslama olanağı bulabilsin, hem arşiv günümüz teknolojisiyle zenginleşsin. Sahnelenmemiş, Saygun, Rey, Tura operaları var. Ama gerçekten de İstanbulDOB, son yılların en fazla Türkiye prömiyeri yapan opera müdürlüğü.
Kitapçık demişken, eser için hazırlanmış olan kitapçıktan da söz etmeden geçmek olmayacak. Özenli bir dramaturji çalışmasının öz ve biçim olarak yansıması olan doyurucu bir çalışma yapılmış. Yazıların hepsinde yararlanılan kaynaklar belirtilmiş, görsel destek Don Kişot'u konu alan başta Salvatore Dali olmak üzere önemli ressamların işlerinden yararlanılmış. Kapakta ise, tanınmış ressamlarımızdan Zahit Büyükişleyen'in Kişot-Panza ikilisinin gidişini betimleyen resmine yer verilmiş. İyi de edilmiş. Bu evrensel konuyu işleyen tanınmış iki ressamımızdan biridir Büyükişleyen. Diğeri ise rahmetli Cemil Eren'dir. Don Kişot konulu yağlıboya tablolarıyla desenlerinin İstanbul, Ankara ve İspanya'da sergilendiğini ve ilgi gördüğünü anımsıyorum. Türk ressamlarının bu yaklaşımına “Sanatta Don Kişot” başlıklı yazıda yer verilmemesini bir eksiklik olarak görüyorum. Bunu sadece yabancı kaynaklara bağlı kalınarak hazırlanmış olmasına bağlıyorum.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
27 Ocak 2019, Kadıköy