Hani bir yerde inşaat kazısı yapılırken, bazen âniden eski uygarlıklardan bir mezara ya da heykele ulaşılıyor ya… İlgili müze yetkilisi geliyor ve inşaat kazısı, arkeolojik kazıya dönüşüveriyor. İşte tıpkı bunun gibi oldu. Balık hafızalı toplumumuzda, çoğu müzikologun bile çoktan unutup ilgilenmediği CSO’nun ilk yabancı şefi Dr. Ernst Praetorius ‘un ( 1880-1946) bestecilik yanını örnekleyen Üç Lied’i ile kapsamlı bir senfonisinin notaları, Ankara Devlet Konservatuvarı kütüphanesinin Beşevler’deki bina içinde yeni yerine taşınması sırasında (1999) besteci Doç. Önder Özkoç'un tarama çalışmaları sırasında üzerinde hiçbir not yer almayan, toz toprak içinde büyük bir sarı zarf içinde bulunuverdi.
Buluntu karşısında iki seçenek vardı. Önder Özkoç ya, daha önce pek çoklarının yaptığı gibi buluntuyu “iç ederek” kendi arşivine katacak, ya da durumdan emin olmak ve ADK’ya kazandırmak için okulun ilgilileriyle temas kuracaktı. Özkoç, ikincisini yaptı ve Hacettepe Senfoni Orkestrası’nın 1. Şefi ve Müzik Yönetmeni Prof. Burak Tüzün’le temasa geçti. Böylece düğmeye basılmış oldu. Yaşanan süreç sıkıntılı da olsa, sonuç 13 Aralık 2023 günü düzenlenen panel ve yapılan iki ayrı dünya prömiyeriyle sonuçlandı. Üç Lied, ADK’da, 1941-Ankara Senfonisi ise CSO Ada Ana Salon’da seslendirildi.
İşin kısaca özeti bu.
Aslında Praetorius’un zarfı bulunduktan kısa bir süre sonra haberim olmuştu ama ilgililer, konuyu olgunlaştırmadan kimseyle paylaşmamamı rica etmişlerdi, ben de buna uymuş, ama gelişmeleri de izleyip meraklanmaktan geri durmamıştım.
NEREDE “AKADEMİK” BEKLEME SÜRESİ?
Önce HÜ Beytepe Yerleşkesi’ndeki Ankara Devlet Konservatuvarı binasına paneli dinlemek üzere âdeta koşa koşa gitmeme rağmen on dakika kadar gecikmeyle girdim ki, eski rektör yardımcısı, Türk-Alman Derneği Başkanı Süleyman Yıldız ile Önder Özkoç fuayede duruyorlar.
Ne o, başlamadı mı? diye sordum; Rektör Bey bekleniyor, toplantı bu nedenle 15.30’a alındı, diye yanıtladılar. Ben Alman Kültür’den gönderilen e-çağrı’daki 15.00 saatine göre hareket etmiştim.
Girdim salona oturdum, ama 10-15 kişi ya var, ya yoktu. Etkinlik sorumlusu MÜSAM Başkanı Kamer Güngör telaş içinde koşuşturuyor, Alman Kültür Müdürü Friedrich Dahlhaus, ADK Müdürü Metin Munzur, yukarda kapıda beklemekten sıkılıp aşağı inmiş Süleyman Yıldız ayakta, deyim yerindeyse dikiliyor, ön sırada oturan birkaç kişiyle konuşuyorlardı.
Saat 15.30 oldu, etkinlik başlamadı. Niye başlamıyordu? Rektör Bey bekleniyordu. Hani çok yaygın bir uygulama vardır, “Akademik bekleme süresi 15 dakikadır” denilir. Saat 15.50’de artık dayanamadım ve alkışlamaya başladım. Bunun üzerine bir hareketlenme oldu, sahne ışıkları yakıldı, sunucu hanım kürsüye geldi ve saat 16.00 itibariyle panel başlamış oldu.
Alman Kültür Müdürü Friedrich Dahlhaus, Türkiye Cumhuriyeti’nde görev almış Almanlarla ilgili yapılan her türlü araştırma, çalışma ve düzenlenen etkinlikleri desteklediklerini belirterek emeği geçenlere teşekkürlerini sundu. Konuşmasını Linda Hanım Türkçeye çevirdi.
Ardından Süleyman Yıldız, dağıtılan kitapçıkta da yer alan Türkçe kaleme alınmış açılış konuşmasını okudu. Başlarken salonda çok az kişinin bulunduğuna dikkati çekerek, akşamki konserde yeterli dinleyici bulunmasını diledi.
Konservatuvar müdürü Munzur, önceki konuşmalarda da belirtilen Praetiorus ile ilgili kısa bilgileri tekrarlayan bir kısa konuşma yaptı, teşekkür faslında nedense nota zarfını ortaya çıkaran Önder Özkoç’un adını zikretmedi.
AMELİYAT ELDİVENİYLE ARŞİV TARAMASI
Panelde önce Önder Özkoç’a söz verildi. Önder Özkoç 2021’e kadar ADK’nın kompozisyon bölümünde öğretim görevlisiydi, Hacettepe’nin İktisat’ından sonra ADK’yı bitirmiş, yüksek lisans ve sanatta yeterliliğini de aynı okulda tamamlamıştı. Ama kadro konusunda umudunu yitirince kendisine kapılarını açan Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne geçmişti. Halen orada Doçent unvanıyla İcra Sanatları Fakültesi’nde kompozisyon bölümün başında bulunuyor.
Özkoç, okulunun çatısı altında bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, Praetorius zarfının buluş öyküsünü anlattı. Kütüphanenin taşınıp yeniden düzenlenmesi çalışmaları sırasında, Turgay Erdener başkanlığında bir kurul oluşturulmuş, dönemin müdür yardımcısı Sevgi Ünal da, eski dönemden kalanların tasnifi için Özkoç’tan yardım istemiş, o da kolları sıvayıp, tozu toprağı görünce bir kutu ameliyat eldiveni alıp ayıklama işine girişmişti. “Zevkle çalıştım, anlayamadıklarımı hocalarıma soruyordum” diyen Özkoç, zarfı buluşunu da şöyle anlattı:
“Üzerinde yazı olmayan A3 ebadında bir zarf çıktı karşıma. İçinde bir deste eskinin sarı nota kağıtlarına el yazılı partisyon vardı. Dört bölümlü bir müzikti. En arkasındaki imzayı görünce bunun Ernst Praetorius’a ait olabileceğini tahmin ettim. Arkasında da üç lied vardı. Zarfı nadasa bırakıp araştırmaya giriştim. Almanca bir sitede, Praetorius’un bir senfonisi bulunduğu ve bunun ADK’nda olduğu yazılıydı. Artık emin olmuştum ve Burak Tüzün’e bahsettim. Burak Hoca da Kamer Güngör’e bahsetti. Zaten esas emek bu iki hocamıza aittir.”
Özkoç, bir gün önceki provaya da katılıp yapıtı dinlemişti. Mahler, Bruckner, Wagner’i aratmayacak, kalabalık orkestralı, icracı yüksek konsantrasyon isteyen yapıtın “bir orkestra şefinin besteci kimliğini görmek açısından önemli olduğunu” söyledi, “En büyük yük Burak Tüzün ve Kamer Güngör’deydi, kendilerine teşekkür ediyorum” dedi.
TEK AKADEMİK SUNUŞ
İkinci konuşmayı Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikoloji bölümünden Doç. Dr. Elif Damla Yavuz yaptı. Bu paneldeki tek “akademik” sunuştu. Yavuz, daha önce Hindemith Raporları’nın tamamının orijinalinden Türkçe’ye çevirisini de yaptığı için* , 1930’lar ve sonrasında müzik alanındaki gelişmelerde Alman müzikçilerin rolüne ait geniş bilgiye sahipti. Doktora tezini de bu konuda yapmıştı.
Yansı özetleri ve konuşmasının tamamı hazır elindeydi. Yavuz, bu dönemle ilgili çalışmaların daha çok İstanbul’da Almanca konuşanlara yönelik yapıldığını, Ankara’ya ilişkin belge ve çalışma eksikliği olduğunu belirtti. O dönemde Türkiye’nin Nazizm’den kaçan Yahudi bilim insanları için “sığınak” görevi yaptığının doğru ama konu üzerinde akademik çalışmaların yetersiz olduğunu belirterek cevapsız kalan soruları ve önceki yayımlanmış çalışmaları sıraladı.
Praetorius’un “çok yönlü, bilgiyi bütünsel olarak kavrayan bir insan” ve “Weimar kültürü”nün bir parçası olarak Nazilerin ilk kurbanlarından biri olduğunu” vurguladı. Bu önemli müzik insanının gözden düşüp yıpratılma sürecini örnekleriyle anlattı.
EMANETE SAHİP ÇIKMAK…
MÜSAM Başkanı ve sanatçı öğretim elemanı-notist Kamer Güngör, konuşmasında geçmişte arşivlerde görülen “yağmacı zihniyet”e dikkat çekerek, “Biz emanete sahip çıkmaya çalıştık” dedi. El yazısı notaları “finale” programı kullanarak bilgisayara kendisinin geçirdiğini, başlangıçta sıkıldığını ancak çalışmayı sürdürerek, kalabalık orkestra için sayfa düzenleri dahil partitür ve partilerin tamamını geçtiğimiz Ekim ayında tamamladıklarını anlattı.
Bu sürecin güçlüğüne dikkat çekerken örnek olarak birinci keman partisinin 26 sayfa tuttuğunu gösteren Güngör, “ Yapıtın önemi ve büyüklüğü tartışılmaz. Ama şuraya bakın ki salonda 50 kişi bile yok, üzülünecek bir durum” dedi.
Yazım çalışmaları sırasında , yapıtın ve seslendirilişinin tanıtımını yapabilmek için, Türk Alman Kültür İşleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Süleyman Yıldız’la temas kurarak yardımını istediğini, bu kanalla Alman Kültür’e de ulaşıldığını, yapıtın telif haklarının ADK’ya ait olduğunu ve seslendirmek isteyenlerin ADK’dan izin isteyeceğini anlattı.
BEYAZ SAÇLI, TOMBULCA, TONTON BİR ADAM
Panelistler arasında Prof. Koral Çalgan da vardı ancak kendisi İstanbul’dan gelememiş, konuyla ilgili anlatısını 5 Aralık 2023 günü Elif Damla Yavuz videoya alarak getirip teslim etmişti. Osmanlı’dan bu yana şimdi torunları dahil altı kuşaktır müzisyen bir aile olduklarını belirten Çalgan, babasının “ Bizde hiç okuyan çıkmadı, hepsi çalgıcı oldu” esprisini anlattı. Çalgan Praterious’u küçük bir çocukken, babasının kendisini de götürüp sıkı tenbihle izlettirdiği CSO provaları sırasında görmüştü, “beyaz saçlı, tombulca, tonton bir adam” olarak anımsıyordu.
Prateroius’un bestelerinin notalarını ADK’dan müzikolog Gültekin Oransay’a verdiğini, Oransay’ın da ADK arşivine devrettiğini belirten Çalgan, “ İki kuartet ile bir kenteti yok, ya kayboldu, ya da yağmalandı” dedi.
Konservatuvar tarihinin bu önemli kişiliğinin anlatıldığı paneldeki izleyici sayısı azlığı acaba nedendi? İlgisizlik mi? Yoksa konservatuvarın ezelî sorunu kıskançlığın getirdiği bir tür görünmez yasaklama mı? O salonun dolu olması ve öğrencilerin en azından okullarının tarihindeki önemli hocanın ve dönemin özelliklerini yüzeysel de olsa öğrenmeleri için ne yapılmalı? Örneğin konservatuvar müdürü, başta Müzikoloji olmak üzere tüm bölümlere bir iç yazı gönderip öğretmen ve öğrencilerin iki ders saatinden muaf tutularak bu paneli izlemelerini isteyebilirdi. Soruşturdum, böyle bir istekte bulunulmamış!
ÜÇ LİED’E İLKSESLENDİRME
Ve sıra, bu anma gününün ilk prömiyerindeydi. Ankara Devlet Operası solisti soprano Funda Ateşoğlu ve ADK sanatçı öğretim elemanı piyanist Aylin İpekçioğlu, Praetorius’un 3 Lied’ini icra etmek üzere sahneye geldiler.
Can kulağıyla dinlediğim üç şarkının ilki ve üçüncüsünü özellikle beğendim. Piyano için girişleri hoştu ve Alman lied geleneğini temsil ediyorlardı. Deneyimli soprano Funda Ateşoğlu’nun şarkıları içselleştirdiği sahneye yansıyordu, Aylin İpekçioğlu’ da özellikle lied ve opera eşlikleri konusunda bildiğimiz düzeyini sergiliyordu.
NEYSE Kİ KONSER SALONU BOŞ DEĞİLDİ
Artık Beytepe’den ayrılıp, CSO Ada Ankara’nın yolunu tutma vakti gelmişti. Süleyman Yıldız’ın dileği tutmuştu, arka ve yan arka balkonlarda boşluk bulunmasına karşın, 2000 kişilik salonda yaklaşık 1400 kadar dinleyici heyecanla seslendirmeyi bekliyordu.
Hacettepe Senfoni Orkestrası, bu büyük yapıtın seslendirilmesi için CSO ve Ankara Opera Orkestrası’ndan bazı takviyeler almıştı. Özellikle yaylı grupları ile bakır üflemelilere takviye gerekliydi, çünkü 8 trombon, 5 trompet, sekiz korno, 2 tubanın volümü ancak geniş yaylı kadro ile dengelenebilirdi.
HSO’nun başkemancısı Burcu Zorlu’nun gene aynı sandalyede yer aldığı ve güzel bir solo dinlettiği konserde, özellikle keman grupları hayli güç harcadı. Praetorius, eserin ilk bölümünde kemanlara hiç es verilmeyen 20 sayfa yazmıştı.
Meraklısı için yapıtın dört bölümünün başlıklarını buraya alıyorum:
Allegro molto - Un poco maulara - Runizer - Etwas mehiger
Adagio
Scherzo Triola - Andantino (Allegretto)
Maestoso - Allegro vivace - Vivacissimo
İKİ AYRI DÜNYA
İkinci ağır bölüm hariç, besteci her bölümünde değişik tempolarla yarattığı karşıtlıklarla âdeta iki farklı dünyayı temsil etmiş olabilir. Yüksek volümlü, bakırların yoğun üflediği, timpaninin neredeyse vahşice kullanıldığı bölümler savaşı ve ayrılmak zorunda kaldığı ülkesini baskı altında tutan Nazileri ve faşist uygulamaları, başta flütler ve obualar olmak üzere tahta üflemelilerin yumuşak ve neşeli tınılarla dinleyiciye ulaştığı bölümler de bestecinin Ankara’da bulduğu huzuru… Kuşkusuz bu huzurda İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’yi savaşa sokmamak için izlediği dengeli politikanın başarısının katkısı da çok büyüktü.
Yaklaşık 55 dakika süren prömiyer seslendirmede, heyecanlı dinleyici, bırakın bölüm aralarını, her bölümün kendi içindeki karşıtlıkları ayıran eslerde bile alkışı basmayı ihmal etmedi! Bu tatsızlık artık klasikleşmeye başladı. İktisattaki “Kötü para iyi parayı kovar” ilkesinin müzikteki yansıması gibi…
SAHNEDE GÜLEN YÜZLER…
Seslendirme sonunda dinleyicinin büyük alkışı bilmem şefin ve orkestracıların yorgunluğunu ne kadar aldı? Ama tüm bu yorgunluğa karşın yüzler gülüyordu, belli ki bu “tarihî” seslendirmede yer almaktan büyük çoğunluk mutluluk duymuştu.
Şef Tüzün, üflemeli gruplarını ve timpanisti sırayla kaldırarak dinleyiciye alkışlattı.
Mavi kapaklı partisyonu havaya kaldırarak esas alkışın besteciye olduğuna işaret eden Şef Burak Tüzün, özellikle notaları bulan Doç. Önder Özkoç’la, çalınabilir hale getiren notist Kamer Güngör’ü esas kahramanlar olarak sahneye çağırarak dinleyiciye tanıttı.
Panel açılışına adı ilan edilmesine rağmen katılmayan ( ya da katılamayan) Hacettepe Rektörü Prof. Dr. Mehmet Cahit Güran , konserde yapıtın ikinci bölümü seslendirilirken salona giriş yapmış, ön sıradaki yerine oturmuştu. Şef Tüzün kendisini sahneye davet ederek konuşmasını yapmasını sağladı. Olumlu bir konuşmaydı ama konuşma yetmiyor, kültür-sanat etkinlikleriyle ilgili programlara karşı davranış biçimi de önemli. Mutlaka kendince mazereti vardı ama Rektör Beyin panelin açılışına geleceğini bildirmesine karşın gelmemesi, konsere de ikinci bölümün sonunu beklemeden seslendirme devam ederken giriş yapması hiç hoş değildi.
Bu arada teşekkür fasıllarında adı geçmeyen kompozisyon bölümü öğretim üyesi Prof. Hatıra Ahmedli Cafer’i de ben ekleyeyim. Çünkü yapıtın bilgisayara geçilişi sonrası son okumayı yapan, kalmış bazı hataları düzelten ve yapıtı analiz ederek kitapçıkta yer alan teknik yazıyı hazırlayan Hatıra Hoca da teşekkürü hak ediyor.
Şef odasındaki kutlama faslı sırasında, konservatuvarın önemli ismi, şeflik hocası Prof. Rengim Gökmen’in de gelip şef Burak Tüzün’ü samimiyetle tebrik etmesine tanık olmak da güzeldi. Demek ki, okulun iki şeflik hocası, kıskançlıklardan uzak, birbiriyle dayanışma içerisinde.
Bol alkış ve memnun yüz ifadeleriyle tamamlanan konser sonunda umarım, Cebeci Asri Mezarlığı’nda sonsuz uykusunda bulunan Dr. Ernst Praetorius’un ruhu şâd olmuştur. Çünkü bir hatırlandı, pîr hatırlandı.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
15 Aralık 2023, Ankara
Fotoğraflar: Ş. Kahramankaptan ve Oğuz Sağdıç
* https://www.sanattanyansimalar.com/hindemith-raporlari/33/
Kitap internetteki çeşitli satış sitelerinin envanterinde bulunmaktadır.