Bu yazıyı, sosyal medyada ve özelden, “Fazıl Say'dan CSO'ya Açık Mektup” un gerisinde ne olduğunu, ne anlama geldiğini soranların merak ve talepleri üzerine yazmaya karar verdim. Önce konunun biraz soğumasını bekledim. Nasıl Fazıl'ın davet ettiği Sayın Cumhurbaşkanı ve dinleyici huzurunda Ankara'da verdiği konser hakkında mümkün olduğunca objektif gözlem ve değerlendirmeleri yaptı isem,
bu “çatışma”yı da aynı biçimde değerlendirmeye çalışacağım. Gözlemlerim ve getireceğim yorumlar tümüyle beni bağlar.
SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARININ ÖZELLİĞİ
Fazıl Say, uzun süredir değişik sosyal medya kanallarını kullanarak, başta “kendisi” olmak üzere çeşitli konularda görüş açıklıyor, takipçilerine konserlerinin, yeni albümlerinin tanıtımını yapıyor.
Görüş açıkladığı konular arasında, çeşitli siyasi kişilikler ve müzik insanlarıyla girdiği çatışmalar da bulunuyor. Hatırlanacağı üzere, Antalya Piyano Festivali sanat yönetmenliğinin kendisinden sonra şef Gürer Aykal'a verilmesiyle ilgili paylaşımları da sosyal medya kanalıyla geniş bir kitleye ulaşmıştı. Bunların hemen hepsinin ortak özelliği “ben merkezli”, yâni merkeze Fazıl'ın alındığı türden olmasıdır. Fazıl Say da pek çok sanatçı gibi yüksek bir egoya sahiptir, ancak değerlendirmelerinde, görüşlerinde âdeta kendini bir başlangıç noktası, bir “milad” gibi göstermektedir. Bu sosyal medya çalışma ve çatışmalarıyla kendini sürekli gündemde tutmakta, “fan”larına malzeme vermekte, Cumhuriyet tarihini, yasaları, yönetmelikleri bilmeyenlerin kafasında kuşkular doğmasına yol açmaktadır.
BİRİKİM VE SON DAMLA
CSO'da ve diğer devlet senfoni orkestralarında, Fazıl'a karşı içten içe bir tepki birikimi oluştuğu bir gerçektir. Fazıl zaman zaman tepkilerin “kıskançlıktan” kaynaklandığını düşünse de, bunun önemli nedeni, Fazıl'ın sosyal medya paylaşımlarında sıklıkla kendi yasalarına göre istihdam edilmekte olan orkestra sanatçılarını “memur sanatçı” nitelendirmesiyle küçümseyici bir tavır sergilemesi, onları rencide etmesidir. Tek doğru görüş ve bilgi kendisindeymiş gibi çok kesin hükümler vermesi, kendini tüm toplumun yerine koyması, sanat kurumlarını ve çalışanlarının büyük bölümünü rahatsız etmektedir.
Bunların sonuncusu, tam da İstanbul Senfonisi'nin CSO'da seslendirilmesinden sadece beş gün önce yaptığı, Cumhuriyet Gazetesi'nde ve bazı internet haber sitelerinde yayımlanan “Kültür Bakanına Açık Mektup” tur. Burada Fazıl Say'ın vardığı kesin hüküm şudur: “Tüm sistem ve kadrolar komple yenilenmelidir.”:
KADROLAR NİYE BOŞ?
Bu mektupta Say'ın çok doğru bir saptaması bulunmaktadır: “Genç sanatçılar kadro bulamıyor.” Evet, çünkü AKP iktidara geldiğinden bu yana Devlet Orkestraları'nın boş kadroları için sınav açılamamaktadır, yeni orkestra da kurulmamaktadır. Mevcutlar âdeta yaş haddinden emekli olanların kadroları boş bırakılarak erimeye, kendi kendilerine yok olmaya terk edilmiş gibidir. Çünkü bu kadroların kullanımı için gerekli vize ve sınav açma izni, ilgili bakanlıklarca (Maliye ve Kültür Bakanlıkları) verilmemektedir. Son 15 senede tırmandırılan genel ortam ve devlet sanat kurumlarına yeni kadro açılmaması nedeniyle, konservatuvarlara talep de düşmüş durumdadır. Aileler, iş bulamayacağı düşüncesiyle çocuklarını konservatuvara vermek istememektedir. Eskiden haftalarca süren giriş sınavları birkaç gün içinde tamamlanmakta, az kişi arasından seçim yapıldığı için kalite sorunu da ortaya çıkmaktadır.
CSO'da şu anda çeşitli çalgı gruplarındaki 42 sandalye için acil kadro açılıp sınavla eleman alınması gerekmektedir. CSO, konserlerini dışardan güçlükle temin ettiği takviye sanatçılarla sürdürebilmektedir. O kadar çok takviye alınmak zorunda kalınmaktadır ki, CSO el programlarında verdiği haftalık orkestra listelerinde “konuk sanatçı”ları işaretlemekten vazgeçmiştir. Örneğin, trombon ve obua gruplarında sadece birer kişi, klarnet grubunda iki kişi kalmıştır.
ISTANBUL SENFONISI NASIL ÇALINABILDI?
İşte bu duruma geriletilen CSO'nun, Fazıl Say'ın İstanbul Senfonisi'nin provalarına başlayacağı sabah, Fazıl'ın bu “Tüm sistem ve kadrolar komple yenilenmelidir” kesin hükmünün yer aldığı “açık mektubu” yayımlanıyordu. Fazıl Say'ın herhangi bir eserinin seslendirilmek üzere yıllık programa alınmasına başlangıçta da pek gönüllü olmayan CSO'da , bu son açık mektup büyük tepki yaratıyor, provaya gelmiş takviyeler izin verilip gönderilerek bir toplantı yapılıyordu. O hafta çalacakların bir araya geleceği bu toplantıya (konsere değil) bir kısım üye, protesto ederek katılmıyordu.
Bu toplantıda çeşitli seçenekler gündeme gelse de, Orkestranın 1. Şefi Rengim Gökmen ile Şef Yardımcısı Cemi'i Can Deliorman, Müdür Altan Kalmukoğu, ilan edilmiş programın uygulanarak İstanbul Senfonisi'nin seslendirilmesi gerektiği görüşündeydi. Bu görüş, nesnel bir değerlendirme sonucu, duygusal bağlamda olmasa da kabul görerek salı günü provalara başlandı.
Fazıl Say'ın konser sonrası yayımladığı açık mektuptaki “40 kişinin protesto ederek konsere katılmadığı” bilgisi, orkestranın sayısal durumunu bilen birisi olarak kafama takıldığı için, konseri tüm bu gelişmelerden habersiz olarak izleyip yazan Sanattan Yansımalar yazarı Ayşe Öktem'den, program kitapçığının arkasında yer alan orkestra listesinin fotoğrafını çekip yollamasını rica ettim. Gördüm ki, toplamda 27 takviye sanatçı kullanılmıştı. Bunların çoğu, şefleri Orhun Orhon'un izniyle gelen Orkestra Akademik Başkent üyeleriydi. ÇukurovaDSO, Opera ve Bilkent'ten gelenler de vardı. Hattâ, Fazıl Say'ın “düşmanları” safında konumlandırdığı şef Gürer Aykal'ın BSO üyesi olan gelini de, pikolo takviye olarak gelip çalmıştı. Takviyeler arasındaki kimileri de “kadro bulamadıkları için” sadece fırsat çıktıkça çalabilen genç müzisyenlerdi. 48 kişilik listenin 21'i CSO'nun kadrolu üyesi, 27'si takviyelerden oluşuyordu. Yâni protestocu olup çalanlar var, protestocu olmayıp da mazereti nedeniyle çalamayanlar da vardı bu haftada...
Zaten netameli bir hafta idi, hemen ertesi gün kemancıların 1.Derece ünvan yükseltme sınavı vardı, 5 kemancı bu sınava hazırlık nedeniyle o haftanın münavebe listesindeydi. Bir kemancı HSO ile Radyo Stüdyosu'nda solist olarak çalıyor olması , bir viyolacı kızının düğünü nedeniyle o haftanın listesinde yoktu. Bir kontrbasçı da şef yardımcısı pozisyonu için sınava hazırlanıyordu. Orkestranın arpisti ise Japonya'da bir konsere katılmak üzere izinliydi.
Say, protesto olayından haberdar olmadan önce ilk geceki seslendirmeden sonra CSO'ya bir teşekkür mektubu gönderdi. Protestodan haberdar olunca da “Açık mektup”u yayımladı: http://www.sanattanyansimalar.com/fazil-say-dan-cso-ya-acik-mektup/4572/
Bu açık mektubu objektif biçimde değerlendirdiğimizde, Fazıl'ın “sistem”e esas itirazının bir “Türk solist statüsünde” orkestrayla solist olarak çaldığı taktirde kendisine yasalar çerçevesinde ödenecek “ücret”in düşüklüğü olduğu, kendi ifadesiyle ortaya çıkıyor:
“1990-2014 arası çeyrek asırlık dönem, CSO ile toplam 5 kere buluşmuşuz, bunun sebebi bakanlığın ayırdığı proje ve solist bütçelerinin komikliğidir, hiç bir şekilde evrensel standartlara uymayan bu fiyatlandırmalar ile kurumunuz dünyadan da uzak kalır, Fazıl Say’dan da, herkesten de...”
KİM NE KADAR ALIYOR?
Nedir Fazıl'ın şikayet ettiği bu solist bütçesi, daha doğrusu CSO veya öteki Devlet Orkestraları'nda ödenen solist ve şef ücretleri? 2019 yılında yabancı şef ve solistlere ödenen meblağ 2000$, Kültür Bakanlığına bağlı kurumların dışından gelen Türk şef ve solistlere 1100-1300.- TL'dir. Örneğin 78 yaşındaki anıtsal piyanist İdil Biret, CSO'dan emekliye ayrıldıktan sonra verdiği konserler için orkestradan hiçbir ekstra kaşe talebinde bulunmamıştır. Muhiddin Dürrüoğlu, Özgür Aydın, Gökhan Aybulus, AyşeDeniz Gökçin gibi piyanistlere, Cihat Aşkın, Özcan Ulucan gibi kemancılara, Burak Tüzün, Orhun Orhon gibi şeflere de, tüm provalar ve haftanın iki konseri için aynı meblağ ödenmektedir. Gülsin Onay ve Hüseyin Sermet zaten CSO'nun kadrolu (düzenli maaşlı) üyeleridir, solist kadrosundadır. Bazı yabancı orkestra şefleri ve Alexander Markov, Soyoung Yoon gibi ünlü solistler, Türkiye'nin koşullarını bildikleri için görece daha yüksek olan kaşelerini istememektedir. Bazı dünya yıldızlarına ise devletin verdiğinin üzerine ancak özel sponsor bulunabildiği taktirde çıkılabilmektedir.
Fazıl'ın kastettiği “evrensel standartlarda” kaşeyi sadece büyük sermaye gruplarının desteklediği İstanbul Festivali, Bodrum Festivali, İstanbul Borusan Filarmoni Orkestrası ile sanırım Bilkent Senfoni Orkestrası ödemektedir. Bilkent Senfoni'nin Fazıl Say'ı hem besteci, hem solist olarak özel olarak kolladığı, ayrıca tavsiye ettiği bazı şef ve solistlere konser verdiği görülmektedir. Bazı belediyelerin de verdikleri eser siparişi ve konser için Fazıl Say'ın talep ettiği miktarları ödediği bilinmektedir.
Evrensel standartlar denilince geçmişte yaşanan bir olayı anımsadım. Yaklaşık 25 yıl kadar önce İstanbul'da önemli ve özel bir konser salonu, bir Türk piyaniste konser teklif eder, kendisinden 20.000$ kaşe talebi gelir. Bunu yüksek bulan yönetici, sanatçının yurtdışındaki menacerlik firmasını arar ve bir konser bedelinin ne kadar olduğunu sorar, 2000$ yanıtını alınca “Hemen alıyoruz” deyip anlaşmayı firma ile yapar! Sözkonusu sanatçı da kendi istediğinin onda biri olan “evrensel standart”taki kaşeye gelip çalmak zorunda kalır. Bu örneği evrensel standartların da sanıldığı kadar yüksek olmadığını hatırlatmak bakımından verdim.
30 YILDA KİM, NE KAYBETMİŞ?
Fazıl Say'ın CSO'ya açık mektubundaki dikkati çeken bir bölüm de şudur:
“Son 30 yılda beraber müzik yapma işlevimiz evrensel standartlarda normal olarak yürüseydi, beraber neler yapardık neler.. Dünyanın her yerine götürürdüm orkestrayı, Türkiye'deki kitlelerle buluşmama ortak ederdim, net söylüyorum; orkestra müzisyenlerinin yıllık bütçeleri de çok artardı, CD üretimleri, moralleri her şeyi artardı, extra ve doğru işlerle...”
Buradaki üslup bir yana, Devlet Orkestraları'nın turnelere hangi koşullarda ve hangi izinlerle çıkabileceği yasalarda ve bir süredir müzisyenlerin sözleşmelerine bile yerleştirilmiş olan hükümlerle bellidir. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün dış turne teklifi alan bazı devlet orkestralarına, “yolluk, harcırah da veremeyiz, tüm masrafları kendiniz karşılayabiliyorsanız gidin” dediğini biliyoruz. Aynı Bakanlık ve orkestraların bağlı bulunduğu genel müdürlüğün orkestralara nasıl ve hangi baskıları yaptığını, yakalanmamak için sözlü emirlerle sansür uygulamaları yapmaya çalıştığını, sonra da yazılı belge bulunmadığı için çıkıp yalanladığını da biliyoruz. Nitekim Fazıl Say eserlerinin seslendirilmesinin yasaklanması da Antalya DSO'ya böyle bir sözlü emirle bildirilmişti.
GÜNÜMÜZÜN KOŞULLARI NELER?
Günümüzün koşulları nedir? Fazıl'ın “Sansür, kınama, programdan çıkarılma , davalar gibi hiç normal olmayan, hiç bir ülkede olmayan çetrefil durumlarla karşılaştım” dediği ortamda bir değişiklik var mıdır?
19 Ocak 2019'da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın konsere gelip, “Sevgili Fazıl” diye hitap etmesi, 3000 kişinin önünde 29 Ekim 2019'da “Külliye'deki opera”da seslendirilmek üzere Ankara konulu eser siparişini vermesinin ülkedeki genel ortam ile devlet sanat kurumları ve “sistemin değişmesi” üzerinde bir etkisi olmuş mudur?
Cumhurbaşkanı'nın seçim sürecinde Fazıl'dan birkaç kez söz etmesi, ancak İstanbul seçimi bağlamında Fazıl'ın “yegâne silahım” dediği sosyal medyasından Ekrem İmamoğlu'na açık destek vermesi, 23 Haziran'dan sonra ki ortamı ve durumu nasıl etkiler? Bunları göreceğiz.
Devlet Orkestraları'nın geçerli yasa ve yönetmelikler çerçevesinde kamuoyu önünde elleri, kolları ve dilleri bağlıdır. Yasa ve yönetmelikler ancak tanıtım çerçevesindeki paylaşımlarına cevaz vermektedir. Ama şefleri, müdürleri, nasıl Fazıl Say “Bakan'a da yüzyüze görüşmemizde söyledim” diyorsa, Sayın Kültür Bakanı'ndan, hâttâ Saray'daki Sayın İbrahim Kalın'dan, Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu'ndan randevu alıp sorunları ve düzeltilmesi istedikleri konuları iletebilirler, iletmelidirler.
İçinde bulunduğumuz yüksek enflasyon ve ekonomik kriz ortamında, Devlet'in orkestra bütçelerine daha yakından müdahil olabilmek için, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün tüm orkestra yönetimlerinin 2019-20 sezonunun programını ve çağrılacak sanatçılar listesini geçtiğimiz yılbaşında elinde olacak biçimde istediğini belirteyim. Bakalım ne tür programlarla ve yabancı konuklarla karşılaşacağız?
Benim de aralarında bulunduğum Ankara dinleyicisinin mahrum kalmayarak pek çok eserini ve solist olarak icrasını dinlediği özel üniversite orkestrası Bilkent ise, bu yaz sezonunda Fazıl Say'ı 22 Ağustos'ta Bodrum Festivali açılış konserinde solist olarak ağırlayacak. Fazıl'ın Türkiye'de orkestra eşlikli önümüzdeki ilk konseri ise 47. İstanbul Festivali”nde 30 Haziranda. Her iki konserde de, repertuarındaki tek Beethoven konçertosu olan, CD'sini de yaptığı Do minör 3. Piyano Konçertosunu seslendirecek. Bilet fiyatları “evrensel standartlar”a yakın, 5 kademede 450 TL ile 120 TL yani 75 ila 20 avro arasında…
CSO'nun da bu Haziran ayı içinde Konya'da yaz çalışmaları kapsamında bir konser vermesi bekleniyor. CSO'nun daha önce planlanan, ancak Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün bir türlü karar veremediği birkaç yaz konserinden de, genel müdürlüğün “maliyeti yüksek” görüşü nedeniyle vazgeçildi.
Yazılabilecek daha çok gözlem ve saptama var ama, zaten uzun olan yazıyı daha fazla uzatmamak gerek. Bu yazıyı, kalbimde ayrı yerleri olan, ne Fazıl'ı, ne de CSO'yu savunmak için yazmadığımı, “vicdanî” nedenle kaleme aldığımı tüm okurlarımın bilmesini isterim.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
10 Haziran 2019, Kaş