Hazan yapraklarının savrulduğu şu sonbahar günlerinde, Eskişehir'deki Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Yerleşkesi'nde, “laf olsun, torba dolsun” türünden değil, dolu dolu, müzikoloji ve müzik tarihi bakımından yararlı, sözün ve tözün müzikle örneklendiği bir sempozyuma tanıklık ettik.
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, “40. Vefat Yılında Hasan Ferid Alnar Sempozyumu”nu, Doğucu-Batıcı, Alaturka-Alafranga ayrımlarından tümüyle sıyrılmış olarak, bölümlerinin, öğretmen ve öğrencilerinin dayanışması içinde 24-25 Ekim 2018 tarihlerinde düzenledi.
Kimdir Ferid Alnar ? (1906-1978) Makam müziği ile çıktığı yolda henüz 12 yaşındayken virtüoz kanun çalıcılığıyla İstanbul'da ünlenip, çoksesli müzik eğitimini Viyana’da sürdürmüş, o dönemde 6660 sayılı yasa olsaydı, tam da yararlandırılacak bir “dâhi-genuis çocuk”. İlk kanun konçertosunun yazarı, besteci, orkestra şefi, konservatuvar eğitimciliği gibi görevleri hakkıyla yaparak müziğimize, Cumhuriyete, Devlete, Sanat Kurumlarına özveriyle hizmet etmiş bir müzik insanı.
Sempozyumda, Alnar bağlamında Cumhuriyetimizin erken dönemindeki müzik ve ortamı sosyolojik olarak irdelendi, şimdi 70'li, 80'li yaşlarında olan Alnar’ın öğrencileri tarafından, orkestra şefliği ve diğer yönleri ortaya konuldu, kanun icrâcılığı ve çokyönlü besteciliğine ilişkin katkıları enine-boyuna değerlendirildi. Kültür Merkezi'nin girişinde bugüne kadar görmediklerimin de içinde yer aldığı bir fotoğraf sergisi düzenlenmişti, burada Alnar'ın Viyana'dan aldığı “kapı gibi” kompozisyon ve şeflik diploması da bulunuyordu.
Başından sonuna tüm sunumları dikkatle izlediğim, kapanıştaki panelde de konuşmacı olarak yer aldığım sempozyumu, aradaki küçük dinletilerle iki gece konserini ve sempozyumdan çıkarsadıklarımı tek yazıda mümkün olduğunca kısa biçimde sizlere aktaracağım.
YALÇIN TURA'NIN SAPTAMASI
Sempozyumun açılışına konuk konuşmacı olarak günümüzde çokyönlü Türk müziğinin değerli bestecisi ve teorisyen Prof. Yalçın Tura (d. 1934) davet edilmişti.
Alnar'ın yaşadığı sürede değerinin bilinmediğini özellikle belirten Tura, “Geleneksel müziği doğal besini gibi sindirmiş. O müzik onun ruhunda var” saptamasıyla, bestecinin makamsallıkla olan ilişkisini vurgulamış oldu.
Alnar'ın ilk Batı müziği derslerini aldığı Saadettin Arel'in bir “sentez” aradığını belirterek, “ Alnar'ın müziği Doğu-Batı Sentezi değil, geleneksel müziğimizin taze bir gelişimidir” dedi.
Tura, sempozyum boyunca bildiriler hakkındaki soru-cevap bölümlerinde de, aydınlatıcı teknik ve tarihsel katkılarla, sempozyumun amacına ulaşmasına önemli katkılarda bulundu. Aralarda da etrafını saran gençlerin sorularını cevaplamaktan kaçınmadı.
TAM BİR “TRAGEDYA”
Sempozyumun en ilgi çeken sunumunu Prof. Ayhan Aktar yaptı. Çünkü konu âdeta bir film senaryosu gibiydi. Günümüzde olsa “magazinciler” cılkını çıkarırdı.
Sunum, “Üç Bahtsız İnsanın Hikâyesi: Besteci Koca, Kocasını Terk Eden Güzel Soprano ve Bir Âşık Başbakan” başlığını taşıyordu. 11 yıl önce Andante Dergisi'nde yayımladığım “Ferid Alnar : Yaşadığı “travma”lara karşın, en özgün sentezci” başlıklı yazıda (Andante Ocak 2007) özetlediğim öyküyü Prof. Aktar, ayrıntılarıyla görselli biçimde sunarken “Üç Bahtsız” nitelendirmesini yapmakta belki haksız değildi ama doğaldır ki, sempozyumda ele alınan, “En Bahtsız” diyebileceğimiz Ferid Alnar'dı. Çünkü Ayhan Aydan eşini, durup dururken terk etmemiş, dönemin Başbakanı Adnan Menderes tarafından kendisine âdeta “el konulmuş”tu.
Zaten daha ilk gençlik yıllarında annesinin iki kez denize yürüyerek intihara teşebbüs etmesi ve ikincisinde başarmış olması, yüreğinde derin izler bırakmış olan Alnar için, eşinin “iktidar” tarafından elinden alınması yeterince yaralayıcıydı. Daha sonra oğulları Aydan'ın da Londra'da 16 yaşındayken bir “ev kazası”nda banyo küvetinde boğularak ölmesi “tragedya”nın içindeki son darbeydi. Op. 48 ile sayılandırılan eserlerinin büyük çoğunluğunu, Menderes öncesinde yazmış olması, bu travmanın müzikal verimini nasıl olumsuz etkilediğini ortaya koyuyordu.
Sunumlarda, Ruhi Ayangil'in verdiği müjde, tarih meraklıları için beklenti yaratacak cinstendi. Ayangil, Hasan Ferid Bey'in 1923 – 1925 yılları arasında eski harflerle tuttukları günlükleri, günümüz alfabesine geçirmişti ve bunların yayımlanması için görüşmeler sürdürüyordu.
Ayangil'in seçerek bildirisinde sunduğu örnekler gerçekten hem ilgi çekici, hem de o yıllarda İstanbul'un sanat ve eğlence yaşamına ışık tutacak cinstendi. Ayrıca bestecinin kendi kişisel duyguları, özlemleri, hedefleri bakımından da önemli ipuçları taşıyordu.
PANELİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Sempozyumda Alnar bağlamında üzerinde fazlaca durulan kavramlar “Türk Beşleri”, “Doğu-Batı Sentezi”, “Alaturka-Alafranga”ydı. Panelde, Alnar'ın yönettiği orkestralarda çalmış, Konservatuvarda öğrencisi olmuş emekli orkestra viyola üyesi Koral Çalgan, keman eğitmeni Prof. Hazar Alapınar, besteci Çetin Işıközlü, emekli orkestra keman üyesi Tuncer Olcay'la birlikteydik. Özellikle Tuncer Olcay'ın opera orkestrası ikinci keman grubu üyesi olarak sayısız temsilde Ferid Alnar'ın bagedi altında çalmış olması, onun anlattıklarını “sözlü tarih” bakımından değerli kılıyordu. Bu anılar, Menderes olayından sonra Alnar'ın psikolojik durumunun nasıl giderek bozulduğunun canlı tanıklığıydı. Bir temsilde dinleyiciler arasındaki Alnar oturduğu yerden kalkıp orkestrayı yönetme hareketleri yapmaya başlayınca, görevlilerce sessizce salon dışına alınmış, bir daha da genel yerlerde görülmemişti.
“TÜRK BEŞLERİ” SORUNSALI
Pek çok yayında Türk Beşleri'nin “'azası” ya da “üyesi” olarak gösterilen Alnar'ın fiiliyatta, bu beşin üçü tarafından değişik derecelerde dışlanması, aynı biçimde Cemal Reşit Rey'in de ayrıştırılması, bu kavramın “mütecanis” yani türdeş ya da homojen olmadığını gösteriyor. Tura, Beşleri 3+2 olarak tanımlarken, Çetin Işıközlü doğum tarihlerinin yakınlığı nedeniyle Beşler nitelendirmesinin doğru olduğu kanısında. Hazar Alapınar ise “Madem öyle, Ekrem Zeki Ün niye dahil değil, o zaman bu bestecilere Altılar denmeli” görüşünde.
Öncelikle bu nitelendirme nasıl ortaya çıkmış, bilinmeli. Bu Beşler, öyle gidilip üye olunan bir kulüp değil! Erken Cumhuriyet döneminde tanınmış müzikolog Halil Bedii Yönetken, bir sohbette bu benzetmeyi yapmış, örnek olarak da “Rus Beşleri”ni almış. Rus Beşleri kendi içinde dayanışma içinde olan, hem politika anlamında, hem müzikal olarak aynı çızgiyi sürdüren, dayanışan besteciler.
Yönetken'in bu nitelendirmesini, uzun süredir tartışıldığı için “Bir müzikolog kuyuya bir kavram atmış, 40 tarihçi çıkaramamış” benzetmesiyle karşılıyorum. Tura'nın 3+2 sınıflandırması aslında duruma göre kendi içinde değişimler gösteriyor. Bir bakıyorsunuz 3 kendi içinde 2+1 oluyor, yani konuya ve duruma göre değişik ittifaklar oluşuyor. Ama pratikte, her hal-ü kârda dışlananlar Alnar ve Rey.
Devlet Sanatçılığı konusunda da , Alnar'a unvanın hiç verilmemesi, yaşca en büyükleri Rey'e ise bu kavramın artık suyu çıkmaya başladığı günlerde “lütfedilip” verilmesinin, sözün öncelikle Saygun'da olmasından kaynaklandığını bilmek için kâhin olmaya gerek yok.
ÖNCELİKLE BESTECİ Mİ, ORKESTRA ŞEFİ Mİ?
Hem bildirilerde, hem panelde üzerinde durulan bir konu da Alnar'ın orkestra şefliğinin mi, besteciliğinin mi öncelikli olduğu ve bu iki görevin birbiriyle etkileşimiydi. Alnar'ın uzun süreler, hem CSO'yu, hem Tatbikat Sahnesi, hem Devlet Tiyatro ve Operası'nda Orkestrayı yıllarca yönetip temsil sayısını toplamda 1000'e ulaştırması, pratikte onun şefliğini ön plana çıkarıyor olabilir. Meşakkatli, her temsil veya konser için, yöneteceği eserleri inceleyip öğrenme, provalarını yaptırma ve sonunda halk önünde icrasını içeren bu yorucu sürecin, müzikçinin besteciliğine ayıracağı vakti çaldığı, enerjisini aldığı gerçeğini gözden kaçırmamak gerek.
Burada dönemin siyasi, ekonomik durumu, kişiler arasındaki tercihleri de dikkate alarak değerlendirme yapmak gerekiyor. Yurtdışından şef getirtecek döviz olanakları yoktur. Beşler'in Ankara kanadını oluşturan Saygun, Ulvi Cemal ve Necil Kâzım Beyler, gerçekte şeflik konusuna pek sıcak bakmamışlardır. Saygun önce CSO'da kısa bir şeflik dönemi geçirmek zorunda kalmış, sonrasında da “şerefiyesi olan” birkaç konserde “kendi eserini yönetmek” üzere bagedi eline almıştır. Ankara'nın şeflik yükünü, özveriyle çalışan Ferid Alnar yüklenmiştir. Ama ulusal ve uluslararası alanda kalan, seslendirilen, beğenilen ise Alnar'ın besteleridir.
NEDEN YETERİNCE SESLENDİRİLEMEDİ?
Peki, Buna karşın Alnar'ın eserleri niye yeterince seslendirilememiştir? Bunda en büyük etken, varisi tarafından istenen yüksek telif miktarları olmuştur. Alnar'ın Menderes olayı sonrası Viyana'da bir nevi sürgünde bulunduğu günlerde tanışıp evlendiği ve Sevin adını alan Avusturyalı eşi, 2017'deki vefatına kadar bestecinin eserlerini seslendirmek isteyenlerden hayli yüksek bedeller talep etmiştir.
Türkiye'de devlet orkestralarına verilen bütçelerde genellikle eser telifi için belirlenmiş bölüm bulunmamaktadır. Tüm bunların yanısıra, hepsi el yazısı olan notaların iyi bir derlemesinin yapılarak bilgisayara geçirilememiş olması da eserlere ulaşımda zorluk yaratmaktadır. Halen Alnar'ın eserlerinin hakları, Sevin Alnar'ın eşinin vefatından sonra birlikte yaşadığı ve ölümünden önce kalıtını bıraktığı 90 yaşındaki İlhami Eriş'te bulunmaktadır.
GÜNDÜZ KONSERLERİ
Sempozyum programının akışı, hem yeknesaklığın kırılması, hem de bestecinin gerek kanun, gerekse piyano için bestelediği eserlerin tanıtımını sağlamak üzere kısa gündüz konserleriyle harmanlanmıştı.
İlk gün öğleden sonraki 1. oturumun öncesinde İTÜ-TMDK'ndan Safinaz Rizeli'den, Alnar'ın 10 Saz Semâisi albümünden beşini dinledik. Rizeli, Yegâh, Nihâvend, Mâhur, Şerefnümâ ve Nikriz Saz Semâilerini seslendirirken, bestecinin tek sesin içine nasıl çoksesliliğe gidecek teknikleri taa ilk gençlik yıllarında yerleştirmeye başladığını gördük.
Günün ikinci dinletisi, Anadolu Üniversitesi DK'nın piyano öğretmenlerinden Lililan Tonella Tüzün'e aitti. Alnar'ın Solo Piyano İçin Oyun Havaları'ndan üçünü dinletti bize: Köçek Havası, Zeybek Havası ve Laz (Karadeniz) Havası. Usta piyanistin ellerinden bu havaları dinlerken, bestecinin halk müziği ögelerini alıp çokseslendirme yoluna gitmek yerine, bunlardan yola çıkıp özgün parçalar yazdığını bir kez daha algıladık. Alnar'ın hem Oyun Havaları, hem de Piyano İçin 8 Parça'sının burada eğitim amaçlı olarak kullanıldığını da Lilian Tonella Tüzün'den öğrenmiş olduk.
İkinci günün dinletisini ise, Ege Üniversitesi'nden kanunî Halil Altınköprü verdi. Alnar'ın Hicazkâr Saz Eseri'ni seslendirdi. Altınköprü, önce makama giriş niteliği taşıyan bir doğaçlama giriş yaparak eseri sundu. Altınköprü, Alnar'ın Kanun Konçertosu'nu icra edenler arasında ve sempozyumda da konçertodaki geleneksel unsurları inceleyen bir sunum yaptı.
ODA MÜZİĞİ DİNLETİLERİ
İlk gece konseri Alnar'ın bir koro eseri ile oda müziği eserlerinden üçüne ayrılmıştı. Önce “A Capella Ayangil”den “10 Yunus Emre İlahisi Koro Süiti”ni dinledik. Kanun konçertosunun besteciden sonra ilk seslendiren kişi olan Prof. Ruhi Ayangil yönetimindeki koro, bestecinin travmalardan sonra ortaya çıkardığı az sayıdaki eserden biri olan süiti seslendirdi.
Ruhi Ayangil notlarında, Alnar'ın “Çok az bilinen Yunus Emre ilahileri buldum. Melodi yapısı bakımından kusursuzdular. Bana kendi bestelerimden daha etkili geldiler” sözlerini naklediyor. Alnar'ın bu iddiası, bir bakıma travmalardan sonraki o tarihlerde nasıl bir mistik hava içinde olduğunu da gösteriyor. Çünkü kendi bestelerindeki etki çok daha yüksek ve bambaşka. Nitekim Ayangil de, ilahileri içine tenor solo, bazı yerlerde ikinci sesler koyarak zenginleştirmeye çalışmış. Dört kadın, dört erkek sesinden oluşan toplulukca icra edilen bu koro süiti, Alnar'ın incelenmesine yönelik çalışmalarda bir kaynak olarak kullanılabilir.
BİR DÜNYA PRÖMİYERİ
Bu konserde en çok merak ettiğim, “Dört El Piyano için Köçekçe”ydi. Kitapçıkta belirtilmemişti ama bu eser Dünya'da ilk kez seslendiriliyordu. Notası, Alnar'ın evinde kültürel kalıtının durduğu ceviz tahta bavulda bulunmuştu. Ancak tarih yazmıyordu.
Eseri Selin Şekeranber ile Yudum Çetiner'in oluşturduğu ve önemli piyano ikililileri arasında yer almayı hak eden “Duo Blanc et Noir” seslendirdi. Müthiş tempolu bu oyun havasının, ikilinin yurtdışı konserlerinde de ilgi çekeceğini düşünüyorum.
Ardından Alnar'ın Keman Piyano için Süit'ini baba-kız Ilgın-Metin Ülkü'den dinledik. Yedi bölümden oluşan, içinde notaya dökülmüş bir keman taksimiyle bir Sirto da barındıran yapıtın seslendirilişi baba-kızın iyi hazırlandığını gösteriyordu. Metin Ülkü eser için program notu da kaleme almıştı.
Son eser için bu kez sahneye Özgür Ünaldı (Piyano), Özgecan Günöz (Keman) ve Çağlayan Çetin'den (Viyolonsel) oluşan Bosphorus Trio geldi. Trio Fantezi olarak bilinen dört bölümlük eseri Alnar 1929'da yazmış, 1966'da gözden geçirerek temize çekmişti. Türk bestecilerinin piyanolu triolarına özel bir duyarlılık gösteren topluluk, eseri yetkinlikle seslendirdi.
GELELİM KONÇERTOLARA
İkinci gece konserinde Erdem Çöloğlu şefliğindeki Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası (ASO) sahnedeydi. Alnar'ın adıyla özdeşleşmiş Kanun Konçertosu ile, daha az tanınan Viyolonsel Konçertosu seslendirilecek, girişte ise İstanbul Süiti sunulacaktı. Konser süresinin uzamaması gerekçesiyle dört bölümlük İstanbul Süiti'nin sadece ilk iki bölümü çalındı. İkinci bölüm hızlı tempolu ve final bölümü koda benzeri olduğundan eserin burada kesilmesi yadırganmadı.
Üç bölümlü Kanun Konçertosu'nda her bölüm için ayrı bir solist seçilmişti. İlk bölümü Güniz Alkaç, ikinciyi Ayşegül Kostak Toksoy, final bölümünü ise, sempozyumu sırtında taşıyanların başında gelen Esra Berkman seslendirecekti. Üç solist de sahneye gelerek birarada oturdular ve sırayla bölümlerini seslendirdiler. Konçertonun güzelliği, Çöloğlu yönetimindeki ASO'nun yaylılarının eşliğinde ortaya çıktı.
Berkman'a “Niye üç solistle üç ayrı bölüm?” diye sordum. Verdiği yanıt ilginçti: “ Bu konçertonun seslendirilmesinin sanki belli icracıların tekelindeymiş gibi görünmesinde çok sıkılmıştım. Böylece aynı anda üç kanun sanatçısını da daha bu listeye eklemiş olduk.”
Bari listeyi burada verelim: Ruhi Ayangil, Tahir Aydoğdu, Halil Altınköprü, Oğuz Karakaya, Esra Berkman, Ayşegül Kostak Toksoy, Güniz Alkaç. Okullarında ödev olarak seslendirmiş başka kanun çalıcıları da olabilir. Bakalım bu listeye yeni isimler eklenmesi için orkestralarımız hangi gayretin içinde olacak?
Üç bölümlü Viyolonsel Konçertosu'nu seslendirmeyi Konservatuvarın çello hocalarından, Çellistanbul'un kurucu üyelerinden Melih Kara üstlenmişti. Böylece David Zirkin, Nusret Kayar, Gülgün Akagün Sarısözen, Hayreddin Hoca, Münif Akalın'dan sonra eseri seslendiren altıncı isim olacaktı.
Sempozyumun açılışındaki konuşmasında Yalçın Tura Viyolonsel Konçertosunu “Bestecinin en güçlü, en beğendiğim eseri” diye nitelemişti. Haksız değildir. Bu konçerto uluslararası alanda çello konçerto dağarında ünlenmiş eserlerle aşık atabilecek, yarışabilecek kıratta bir yapıttır. Çöloğlu ve Kara, solo-orkestra birlikteliğini iyi sağladılar, Alnar'ın güzelim ezgilerini tanıttılar.
Ardından orkestra, bestecinin Avrupa'da en fazla seslendirilen eseri olan Prelüd ve İki Dans'la, hem sempozyumun, hem de konserin bitişini yaptı.
Sempozyum boyunca Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdür Vekili Erol İpekli ile düzenleme kurulunda yer alan Prof. Serla Balkarlı, Doç. Hale Duru Basmacıoğlu, Doç. Lilian Tonella Tüzün, Doç. Selin Şekeranber, Doç. Esra Berkman ve Öğretim Görevlisi Çağdaş Alapınar Gençay ve Sanat Yönetmeni Murat Sümer'in, hem toplantının gidişatı, hem konukların ağırlanması konusundaki çabaları kutlamaya değerdi. Öylesine özveriyle çalıştılar ki, hiç zorunlu olmadıkları halde kendi özel otomobilleriyle yerleşke içinde binalar arasında konuşma dışı saatlerde âdeta servis yaptılar.
Müzikoloji, Türk Müziği ve Müzik Bölümü öğrencileri genellikle salonda konuşmaları dikkatle izlediler. Sadece Müzikoloji Bölüm Başkanı Prof. Bülent Alaner, 1. oturuma başkanlık yaptıktan sonra nedense bir daha hiç ortalıkta gözükmedi.
Başta kanunî ve Türk Müziği Bölümü'nün konservatuvarın diğer bölümleriyle ortaklaşa çalışmasına önem veren Esra Berkman olmak üzere, tüm emeği geçenleri kutluyor ve benzeri çalışmalarının devamını diliyorum. Sanıyorum Sempozyumun kitabı ve panel notları da 2019 yılı içinde basılı olarak müzik camiasının yararlanmasına sunulacak.
Burada not edilmesi gereken bir de öneri var. Kanunî Halil Altınköprü, bir konser salonuna Ferid Alnar adının verilmesini önerdi. Bilmem dikkate alan olacak mı?
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
28 Ekim 2018
Not: Önceden verilmiş bildiri özetlerine şu linkten ulaşabilirsiniz:
http://www.sanattanyansimalar.com/alnar-sempozyumu-bildiri-ozetleri/4011/