Yaylı çalgılar içinde dinlemekten en çok zevk aldığım enstrüman, tınısına hayran olduğum viyolonseldir. Viyolonsel solistlerini dinlemeye hep öncelik veririm. Omicron nedeniyle kendimizi korumaya çalıştığımız ve topluluklara karışmaktan sakındığımız şu günlerde, adı artık Avrupa'nın önde gelen çellistleri arasında yer alan Alman sanatçı Benedict Kloecker'in Ankara'da ilk kez sahneye çıkacağını öğrenince, gerekli önlemleri alarak CSO ADA ANKARA'daki Mavi Salon'da 11 Ocak 2022 akşamı, piyanist Danae Dörken'le sunacağı dinletiye gittim.
Salgın ve “tasarruf” bahanesiyle artık âdet haline getirildiği üzere, tek sayfalık bir fotokopi program bile yoktu ortada. 500 kişilik salonda yaklaşık 90 kişilik bir dinleyici topluluğu yer alıyordu. Mavi Salon'un bulunduğu -1 katının vestiyeri de kapalıydı ama gidip paltolarımızı astık.
İkili, sahneye çıktıktan sonra dinleyiciyi selamlayıp, oturup doğrudan çalmaya başladı. İlk eser Robert Schumann'ın (1810-1856) özgün adı “5 Stücke im Volkston, Op.102” olan, Orta Avrupa halk müziklerinden esinli 5 parçasıydı. Besteci bu yapıtı hem keman, hem çello ile seslendirilmek üzere yazmıştı. Daha ilk ölçülerden itibaren Kloecker ne yaman bir çellist olduğunu hissettirdi. Dinleyici yapıtın sonunu beklemek yerine 5 parçayı da ayrı ayrı alkışlayarak beğenisini gösterdi.
İkinci parça, Çek besteci Bohuslav Martinu'nun (1890-1959) Çello ve Piyano için Slovak Temalı Varyasyonlar'ıydı. H. 378 yapıt sırasıyla kayıtlı parçayı besteci öldüğü yıl yazmıştı, belki de son işiydi.
Ardından ikili peşpeşe iki Schuman yapıtı seslendirdi: “Çello ve Piyano için Üç Fantezi Op. 73” ile “Çello ve Piyano için Adagio & Allegro La Bemol Majör, Op. 70.”
Dinletinin son eseri, Rus besteci Dimitri Şostakoviç'in (1906-1975) tanınmış ikilisiydi: Stalin rejimi tarafından dışlanmadan önce, 1934'te belki de kendini özgür hissederek yazdığı son yapıtı olan Çello ve Piyano Sonatı, Re Minör Op. 40' dı. Nitekim Stalin'in, daha sonraki bir seslendirmenin hemen ertesinde 1936'da Pravda gazetesinde “müzik değil karmaşa” nitelendirmesinde bulunan makaleyi yazdırdığı belirtilir.
Başlangıçta Şostakoviç'in piyanoyu çellodaki Victor Kubatski ile bizzat çaldığı, çelloda yapıtın tanınmasını ise Mstislav Rostropoviç'in sağladığı sonat, içerdiği çokyönlülük, yalınlık ve canlı yapısıyla bestecinin “20. yüzyıla damga vuran müzisyen” sıfatını almasına katkıda bulunan verimi arasında seçkin bir yere sahiptir.
Değişik çellistlerden dinlediğim bu sonatı, Kloeckner-Dörken ikilisi mükemmel bir uyum içinde ve yüksek bir müzikaliteyle seslendirdiler. Salondaki 90 dolayındaki dinleyicinin sanki dolu etkisi yaratan yoğun ve güçlü alkışı karşısında da bir bis parçası için yeniden sahneye döndüler. Kloeckner, “Viyolonselin Paganinisi” olarak adlandırıldığını belirttiği Çek besteci ve çellist David Popper'in (1843-1913) Macar Rapsodisini (Op.68) Dörken'le birlikte icra ederek dinleyiciyi ödüllendirmiş oldu.
Benedict Kloeckner (d. 1989) bu dinletide seslendirdikleri altı eserde de, yüreğini, aklını ve işlek yay tekniğini bir arada kullanan bir sanatçı. Eserlerin dönemsel ruhunu, bestecinin amacını yansıtarak çalan, kendi içinde ton kaçırmayan bir çellist. Solistlerin konçertoları bellekten çalması makbuldür ancak oda müziğinde bu özelliğe pek fazla bakılmaz. Kloeckner ise Martinu hariç tüm yapıtları bellekten seslendirdi.
Danae Dörken (d.1991) Avrupa'da yükselişteki genç piyanistler arasında. Önümüzdeki yıllarda adını daha fazla duyarsak şaşırmayalım.
İkilinin, bir ses provası yapıp yüksek akustikli salonda, piyanonun çelloyu yer yer bastırabileceği düşüncesiyle, piyanonun kapağını tam açmayıp yarım tutmuşlardı. Bu uygulama, iki çalgı arasında iyi bir denge sağlanmasına katkıda bulundu.
Kloeckner, konser ve kayıtlarında eskiden Maurice Gendron tarafından çalınmış, Francesco Rugeri'nin (Cremona, 1690) bir İtalyan Çellosunu kullanıyor. Ama İstanbul ve Ankara konserlerinde iki ayrı enstrüman çaldı. İstanbul'da usta çellist ve hoca Reşit Erzin'in, Freiburg'daki atölyesinde çalgı üreten luthier Ersen Aycan (d. 1954) yapımı enstrümanını kullandı. Ankara'da ise Orkestra Akademik Başkent'in genç çellisti Damla Çaylı Güngör, kendisine ulaşılması üzerine enstrümanını vermeyi kabul etmiş. Kullanımı yaygın olan Stradivarius şablonuna göre biraz daha minyon görünen çalgının, cüssesinden beklenmeyen bir volümü, güzel bir tonu olduğunu algıladık Kloeckner'in kucağında… Sanatçı 1820'ye tarihlenen Etienne Pajeot yapımı yayını beraberinde getirmişti.
Enstrümanın yapımcısı merak ettim doğal olarak… Tınısı bir İtalyan sazından çok, Fransız sazlarını andırıyordu. Sahibi Damla Çaylı Güngör'e ulaşıp sordum ve 1876 yılına tarihlenen eski bir Alman sazı olduğunu öğrendim. Verdiği birkaç bilgiyi araştırınca da tam yapımcı markasının “Neuner & Hornsteiner in Mittenwald” olduğunu anladım. Demek ki bu saz, Almanya'nın Bavyera bölgesindeki Mittenwald'da Neuner & Hornsteiner adlı iki yapımcının atölyesinden çıkmıştı. Mittenwald, tıpkı İtalya'daki Cremona gibi, Alman yaylı saz yapım ekolünün merkeziydi.
Damla da, dinletide arka sıralarda oturarak ikiliyi dinlemiş, böylece sazını tam karşıdan bir usta çellistin icrasıyla duymuştu. “ Sazımı, memnuniyetle bir konserlik ödünç olarak verdim, böyle usta bir çellistten dinlemek beni çok memnun etti” diyordu.
Gelelim şimdi Vehbi'nin kerrakesine! Acaba Kloecner gibi bir solist, niye kendi sazını Türkiye'ye getirmedi de, burada çalması için saz araştırıldı?
Yanıt kısaca içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve yaratılan kur sıçramasının sonucu biçimindedir. Sanatçılarla Türkiye temsilcileri tarafından anlaşma, âdeta özendirilen devalüasyon öncesinde yapılmıştı.
Bilindiği gibi yolculuklarda çello hiçbir zaman bagaja verilmez ve enstrüman için de bir yolcu bileti alınarak buraya yerleştirilir. Kutunun kemeri de bağlanır. Ama devalüasyon sonrası, yapılan anlaşmanın TL olarak maliyeti, kurumların ödeyeceği anlaşmadaki miktarı çok fazla aşmıştı. Bu durumda en azından gidiş-dönüş çello için yolcu biletinden kaçınılarak zararın azaltılması yoluna gidilmişti. Kloecker de, durumu ve getirilen öneriyi anlayışla karşılayıp kabul etmişti.
Neyse ki, çaldığı iki enstrümandan ve gördüğü sıcak ilgiden memnun olarak Türkiye'den ayrıldı. Sadece Ankara'da çellonun piki, yani kucakta durması için yere dayanan ayağı iki kez icra sırasında kaydı ancak bu da sahne zeminin yeni olmasından kaynaklanıyordu. Üstelik usta sanatçı, her iki kayma sırasında da hiç pis ses yapmayıp, enstrümanın konumunu çaldığı cümle sonunda düzeltti.
Demek ki, ADA yönetiminin çellolar için sandalye ayağına takılarak kullanılan durdurucu, sahnede çalgının sanatçı tarafından tutulmadan konuçlandırılmasını sağlayacak ayak gibi yardımcı ekipmanı da bulundurması, gereksinim durumunda konuk solistin veya topluluk üyesinin hizmetine sunması gerekiyor.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
12 Ocak 2022, Ankara