Eskilerin en sevdiğim sözlerinden biri “Marifet iltifata tâbidir” sözüdür. Yâni marifetliye, beceri sahibine teşekkür ve iltifat edeceksiniz ki, o da becerisini konuşturmaya devam etsin. Besteciler için en önemli iltifat eserlerinin seslendirilmesidir. Bazen iltifat hâyli gecikir! Gecikse de, gelmesi önemlidir bence. Bu anlamda Nejat Başeğmezler'in (d.1950) bir eseri tam 18 yıl ikinci kez seslendirmeyi bekledikten sonra 3.5 ay arayla iki kez birden seslendirildi. Ben de böylece aynı eseri üçüncü kez dinlemiş oldum.
ATATÜRK, TÜRK ESERİYLE ANILIR
Hacettepe Üniversitesi Senfoni Orkestrası'nın (HSO) 9 Kasım 2016 Çarşamba akşamı konseri “Atatürk'ü Anma” amaçlıydı. Konserin ilk yarısında bir Türk bestecisinin Üç Gitar ve Orkestra İçin Konçertosu'nun seslendirilmiş olması, Atatürk'ün müzikle ilgili görüşlerine uygun düşen bir seçimdi. Kitapçıkta Rektör Prof. Dr. Haluk Özen'in şu cümlesi de anlamlıydı:
“Öncelikli hedefi genç icracılarımıza kariyerlerinin ilk basamaklarında destek vermek olan HSO, aynı zamanda bestecilerimizin eserlerinin seslendirmelerine verdiği destekle de ülkemiz sanat hayatında önemli bir boşluğu doldurmaya devam etmektedir”
Katılmamak mümkün değil. HSO'nun bu sezonki programını SANATTAN YANSIMALAR okurlarına duyurduğumuz haberde de “Mum dibine ışık verdi” benzetmesini yapmıştım. Bir üniversitenin senfoni orkestranının görevi, öncelikle Türk bestecilerinin seslendirilmemiş eserlerine eğilmek, bunu yaparken de kendisinin bir eğitim kurumu olduğunu unutmadan konservatuvarın içindeki öğretim görevlisi ve kompozisyon lisans-yüksek lisans-sanatta yeterlilik öğrencilerinin çalışmalarını da dikkate almaktır. Yoksa bir dönem olduğu gibi, her konserde hababam Çaykovski, Beethoven senfonileri çalan, ya da işin eğlence faslını ön plana çıkaran bir orkestra olarak farkını ortaya koyamaz. Ankara'da Türk bestecilerine sınırlı yer veren, daha çok bilinen Batı eserlerine yönelen CSO, Bilkent, Orkestra Akademik Başkent gibi orkestralar zaten var. Rektör Özen'in dikkati çektiği husus ile HSO, farkını ortaya koymaktadır ve koymaya devam etmelidir. HSO'nun sadece öğrenciyi eğlendirmeye yönelik bir popüler orkestra olmadığını fark etmiş olması nedeniyle Rektör Özen'i ve doğaldır ki, orkestranın genel müzik yönetmeni ve daimi şefi Burak Tüzün ile konservatuvarın yöneticilerini de kutlarım.
TANITIMDAKİ YETERSİZLİK
Gelelim konsere... Önce dinleyici sayısının azlığından başlayalım. Bence HSO'nun bir “tanıtım sorunu” var. Halkla İlişkiler dediğimiz sosyal bilim dalında, bu yöntem “kurum dışı” ve “kurum içi” olarak ikiye ayrılır. Orkestra etkinliklerinin tanıtılmasından kim sorumludur, bilemiyorum ama Rektörlüğe bağlı Halkla İlişkiler Müdürlüğü'nün basın bölümünün bu anlamda sıklıkla etkinlik ortaya koyması gerekir. Bu sezon konserlerle ilgili basına herhangi bir bülten, duyuru ulaşmış değil. Öğrenci ve öğretim üyelerinin gelmesi bekleniyorsa, üniversitenin Merkez ve Beytepe Yerleşkelerinde yeterli tanıtımın, duyurunun yapılması, bu hedef kitlenin konserlere gelmesinin özendirilmesi gerekir. Ayrıca var mı, yok mu, bilemiyorum ama Halkla İlişkiler Müdürlüğü'nde bir de sosyal medya sorumlusu olmalı ve bu tür tanıtımlar sosyal medya aracılığıyla da geniş kitlelere ulaştırılmalıdır. Yoksa, dinleyici azlığını trafik sıkışıklığına bağlamak işin kolayına kaçmaktır!
ÜÇ GİTAR İÇİN KONÇERTO
Konserin başlangıcında Necil Kâzım Akses'in kompozisyon öğrencisi olan, yıllarca CSO'da viyola grup üyeliği yapan, emeklilikten sonra beste çalışmalarına ağırlık verirken HÜ. ADK'nın kompozisyon bölümünde de orkestrasyon derslerine giren Nejat Başeğmezler'in
Üç Gitar ve Orkestra İçin Konçertosu'nu dinledik. Eserin dünya prömiyerini18 yıl önce Bujor Hoinic yönetimindeki BSO eşliğinde, Kağan Korad, Kürşad Terci ve Soner Egesel'den oluşan Bilkent Gitar Üçlüsü'nün icrasıyla dinlemiştik. Üçbuçuk ay önce eser bu kez, Orhun Orhon yönetimindeki AGSO eşliğinde İzmir'den gelen ve yetkin gitaristler Mehmet Kılınç, Emre Gül ve Oğuz Öz 'den oluşan “Yaşar Gitar Üçlüsü” tarafından 10. Türkiye Gitar Buluşması'nda icra edildi.
Bu kez icracılar, gitar kariyerlerine Ahmet Kanneci öğrencisi olarak başlamış olan Eren Süalp, Erkan Mehmet Karagülle ve Kerim Özcan Dal'dı. Orkestrayı, kıdemli şeflerimizden Naci Özgüç yönetiyordu. Eseri üç kez ayrı topluluklardan dinlemiş biri olarak, üç buçuk ay önceki icra ile bir karşılaştırma yaptığımda en önemli fark, “salon farkı” idi. Bilkent salonunun akustiği ile Hacettepe M Salonunun akustik ortamı arasında önemli farklar var. M salonunda arkada dizilen tahta üflemelilerin seslerini yüksek sofito ve arkasındaki boşluk yutuyor, salona ses yeterince ulaşmıyor. Gitaristlere gelince, icracılıklarını ve başarılarını yakından tanıdığım Süalp ve Karagülle ile Dal'ın sanki kendi aralarında yeterli prova yapamadığı izlenimi edindim. Ama sonuç itibariyle içindeki hüzün-neşe karşıtlıklarıyla diri duran, özellikle son bölümündeki folklor esintili bölümle dinleyicinin gönlünü çelen, alışılmış hızlı-ağır-hızlı biçimdeki eserin başarıyla icra edildiğini söyleyebiliriz.
Konserin ikinci yarısında ise L.v. Beethoven'in “Büyük bir adamın hatırası için” bestelediği “Eroica/Kahramanlık” başlıklı 3. Senfonisi de Atatürk'ün anısına yakıştı. Özgüç belli ki orkestrayı iyi hazırlamıştı ve sonuç da başarılıydı. Bu icrayı daha iyi akustikli bir salonda dinlemeyi isterdim doğrusu.
Sahi, Hacettepe'nin Beytepe Yerleşkesi'nde inşaatı devam eden yeni konservatuvar binasında yer alacak konser salonu bakalım nasıl olacak? Konservatuvarın opera-şan bölümü de bulunduğuna göre, hem orkestra, hem opera bakımından teknik anlamda umarım yeterli ve iyi akustikli olur.