Dünya prömiyerinin üzerinden tam 180 yıl geçtikten sonra, bir İtalyan operasının Türkiye ilk sahnelenmesinin yapılması heyecan verici değil mi? Kuşkusuz öyle... Hoş eserin konser versiyonu Ankara'da 1994-95 sezonunda seslendirilmişti ama, önemli olan sahnelenmesidir.
İtalyan besteci Vincenzo Bellini'nin (1801-1835) Norma ile birlikte en çok sahnelenen eseri olan üç perdelik “I Puritani”, rejisör Gürçil Çeliktaş tarafından 2 ve 3. perdeleri birleştirilerek tek arayla iki perde olarak oynandı. Orkestrayı, bu yıl sezon açılış konserini de yöneten Alman şef Florian Frannek (d.1971) hazırladı ve yönetti.
İngiliz İç Savaşı döneminde düşman taraflarda yer alan Elvira ile Arturo'nun aşk öyküsü çerçevesinde gelişen olayları Carlo Pepoli'nin librettosuyla Bellini'nin ezgisel, derinlikli müziğiyle bezeli I Puritani, “Aşk ve Gurur” altbaşlığıyla bu sezonun hayli gecikmiş ilk yeni yapımı olarak karşımıza çıkacaktı.
Opera binasına girdiğimizde merakımız, afişte her önemli rol için üçer-dörder isme yer verilen kadrodan prömiyer akşamı için nasıl bir kastın derlendiğiydi. İsimleri izlediğimiz, tanıdığımız için bazı tahminlerimiz vardı. İlk kez dinleme olasılığımız bulunan tek isim çalışmalarını İtalya'da sürdüren tenor Deniz Leone (d.1981) idi. Olumsuz anlamdaki sürprizi de Deniz Leone yaptı!
Başrollerde, Elvira'da çıkışını istikrarlı biçimde sürdüren Görkem Ezgi Yıldırım, Giorgio'da bu ses renginin en verimli oyuncusu bas Tuncay Kurtoğlu, Riccardo'da 9 yıl önce konser versiyonunda da söylemiş olan bariton Çetin Kıranbay ve Elvira'nın sevgilisi rolünde tenor Deniz Leone yer alıyordu.
Rejisör Gürçil Çeliktaş, çoğu kez yaptığı gibi esere klasik biçimde yaklaşmıştı. Nihat Kahraman'ın sahne tasarımı bu anlayışa uygun, dönemin İngiliz mimarisini yansıtan, hayli yalın ve işlevsel nitelikteydi. Gazal Erten'in giysileri de günümüz malzemesiyle 17-18. yüzyıl İngilteresinin görselliğini, modasını yansıtır nitelikteydi. Tahsin Çetin bu görselliği yer yer sarı tonların egemenliğinde bir ışıkla aydınlatmıştı.
Orkestra, esere çok iyi hazırlandığını kanıtladı. Bellini müziği, tüm nüanslarıyla başarılı biçimde seslendirildi. Tayfun Bozok'un başkemancılığındaki orkestra, Florian Frannek'in bageti altında bütüncül bir seslendirme çıkarırken, özellikle ikinci perdenin başındaki korno soloda Cem Akçora hârika tonuyla kalitesini bir kez daha gösterdi. Tüm üflemeli grupları eser boyunca nitelikli bir seslendirme çıkardılar.
Gürçil Çeliktaş rejisi, bir “opera seria/ ciddi opera” olan eseri kendi dönemi içinde klasik anlayışla ele almıştı. Dolayısıyla yer yer durağanlıklar yaşansa da, özellikle koronun tümüyle yer aldığı tablolar, sahnenin iyi kademelendirilmesi sayesinde etkileyici bir görsellik yakalıyordu.
Lubomira Aleksandrova'nın hazırladığı koronun eserin başarısına katkısı büyüktü. Bütünlük, volüm ve yeğlenen reji çerçevesinde oyunculuk olarak tam notu hak ettiler.
Nilgün Bilsel Demireller'in iki dansçı için dönemi yansıtan küçük ve zarif koreografisi oyuna yakışmıştı.
Seslere gelince... Dört başlıca rolden soprano Görkem Ezgi Yıldırım (d.1981) Elvira ile operamızın yeni primadonna adayı olduğunu gösterdi. Gelişkin tekniği, güçlü volümü, tizlerdeki berraklığı kadar peslerdeki anlaşılırlığı ve oyunculuk yetisiyle, gecenin yıldızıydı. Tuncay Kurtoğlu (d.1970) artık olgunluk çağına girmiş bir bas olarak, bağırmadan nasıl şarkı söyleneceğini bir kez daha gösterdi.
Deneyimli bariton Çetin Kıranbay, sahneye yakışan fiziğini iyi kullanarak, arya ve reçitatiflerinde duyguyu iyi yansıtarak sacayağını tamamladı. Kısa kraliçe rolünde mezzo soprano Ezgi Karakaya'nın da başarılı olduğunu ve gelecek vaad ettiğini kaydetmeden geçmeyelim.
Lirik tenor Deniz Leone ise tam bir hayal kırıklığı oldu. Daha birinci perdedeki ilk ölçülerinden itibaren, kötü entonasyonu, sallantılı söyleyişi, sesini marke edişiyle, öteki üç solist ve orkestra ile koronun düzeyinin hayli altında kaldı. İkinci perdede biraz daha toparlanmıştı. Yoksa birinci perdede marke ederek söylemesinin nedeni, sesinin bir bölümünü ikinci perdeye saklama isteği miydi?
Aslında hafif (piano) ve legatolu söylenecek bölümlerde, iyi bir kumaşı olduğunu gördük. Ancak rolünün bütününde, ses arızalarının yanısıra oyunculuğunun, sahne duruşunun zayıflığıyla, temsilin bütününde ulaşılan düzeyi zedeledi.
Günümüzde artık “şişman”, “şekilsiz” oyuncular Avrupa ve Amerika'da önemli bir zorunluluk olmadıkça tercih edilmiyor. Eskiden çok şişman ve ileri yaşdaki sopranoların genç kız rollerine çıkmasını eleştirirdik. Bu kez genç kız rolüne yakışan bir sopranonun karşısında, onun sevgilisi rolünde fiziksel açıdan bir ters orantı sözkonusuydu.
Kastları, ilk geceye kimin çıkacağını genellikle rejisör ve orkestra şefi birlikte belirler. Arturo Talbo rolü için Deniz Leone'nin yanı sıra genç tenorlar Caner Akın ve Arda Doğan da yazılmışlardı. Geçmişten bir olayı anımsatayım. Arda Doğan, 2007'de İzmir'de sahnelenecek Mozart'ın Idomeneo operasına gelecek yabancı tenorun vazgeçmesi üzerine “acilen” rejisör Gürçil Çeliktaş'ın önerisiyle gönderilmiş, bir haftada rolü ezberleyip prömiyeri başarıyla söylemiş bir isimdi. O sırada daha koristti, solist kadrosuna daha sonra sınavı kazanarak geçti. Caner Akın'ı da geçen hafta Eskişehir'de Mozart Requiem'de dinledim, başarılıydı ama o partiler bir tam opera için ölçü alınamaz tabii ki...
Ya provalarda bu iki isim yeterli varlık gösteremedikleri için tercih edilmemişlerdi, ya da başka etkenler bu seçimde rol oynamıştı! Bizim işimiz hemen temsil sonrasında sahneden işittiğimizi ve gördüğümüzü yazmak ! İşin perde arkası nasıl olsa arkadan gelecektir.
Sonuç olarak, I Puritani, günümüz Türkiye koşullarında başarılı bir yapım olarak nitelendirilebilir. Ama binadan ayrılırken, operasever heykeltraş dostum Metin Yurdanur'un saptamasını da paylaşmadan geçemeyeceğim: “Gördün mü, bir tenor işin büyüsünü nasıl bozdu!”
Fotoğraflar: Şefik Kahramankaptan