Beste dağarımıza yeni bir yapıt kazandırıldı. Festivallerin kendilerine bir görev biçmelerinin önemi bir kez daha kendini gösterdi. 43. İstanbul Müzik Festivali, İKSV'nin son yıllarda verimini giderek arttıran besteci, şef, kemancı Hasan Niyazi Tura'ya Çanakkale Utkusu'nun 100. yılı dolayısıyle ısmarladığı senfonik yapıtın dünya ilkseslendirmesiyle açıldı.
Rastlantı bu ya, Hasan Tura'nın dedesi, adını da taşıdığı Mustafa Niyazi Bey de bir Çanakkale gazisiydi. Tura, CSO'nun keman grubu üyesi olduğu ve Ankara'da yaşadığı için, bu yapıtın doğum sancılarına kısmen de olsa tanıklık ettim. Orkestra dışındaki tüm zamanını bu yapıta nasıl hasrettiğini, aile yadigârı belgeleri babası değerli bestecimiz Yalçın Tura'nın titizlikle saklamasına nasıl müteşekkir olduğunu, eserin programını nasıl titizlikle hazırladığı biliyorum. Ayrıca Hasan Tura, benim projelendirip librettosunu yazdığım Aspendos balesinin de bestecisiydi. Yazı tarzını bildiğim bu yetenekli genç adamın, nasıl bir iş çıkarmış olacağını tahmin etmekle birlikte merakla bekliyordum.
Dedesinin sözlerini yazıp ezgileştirdiği ve babasının notaya aldığı bir türküyü de kullanan Hasan Tura, “senfonik şiir” olarak nitelendirilen, kendi içinde birbirine bağlı 11 bölümden oluşan yapıta “Şehidin Türküsü” adını vermişti. Bence ortaya “şiir”den ziyade “senfonik destan” diye nitelendirebileceğimiz bir müzik çıkmıştı. Dinleyene savaşın dehşetini, Çanakkale'de yaşanan kimi olağanüstü kahramanlıkların ve duygusallıkların öyküsünü, mistik dayanışmayı yaşatan bu senfonik destan, tenor Serkan Bodur'un seslendirdiği dede yadigârı türküyle nihayete eriyordu.
Hasan Tura sıkı dokulu yoğun bir orkestrasyonla, özellikle savaşı anlattığı bölümlerde çağdaş tonal uygulamalarla anlatımcı müziğe güzel bir örnek yaratmıştı. Müziği seslendiren festivalin daimi orkestrası Borusan İstanbul Filarmoni'nin şefi Sascha Goetzel, sahneye çağırdığı Hasan'la Türk usülü kucaklaşırken, dinleyici yoğun bir alkış ve bravo nidalarıyla eseri benimsediğini gösterdi.
Festival açılışının ikinci sürprizi, son yıllarda hızlı çıkışıyla dikkati çeken, geçtiğimiz Nisan'da Ankara Festivali'nde solo çalan 17 yaşındaki yıldız piyanist Can Çakmur'du. Çakmur, özellikle solist orkestra uyumu açısından zorluklar taşıyan, yüksek dikkat gerektiren Şostakoviç'in Fa Majör 2. Piyano Konçertosu'nu seçmişti. Can'ın mümkün olduğunca bestecinin yazdığı ve istediği tarzda çalmaya özen gösteren bir yorumcu olduğunu söylemeliyim. Bu da Şostakoviç'in konçertosunu, genellikle rastladığımızın aksine, hayli hızlı çalmaya çalışması demekti. Bu da orkestra ve şefle iyi bir anlaşma gerektiriyordu. Bu filiz gibi piyanistimiz beyaz ceketi, siyah pantolonuyla bir genç manken gibi sahneye çıktığında, zaten salonla arasında olumlu bir elektrik akımı oluşmuş, hızla bir sempati alışverişi yapılmıştı.
Can, hızlı-yavaş-hızlı üç bölümlük konçertoyu, büyük bir özgüvenle, gayet müzikal olarak çaldı, teknik olarak ne denli ilerlemiş olduğunu gösterdi. Yoğun ritmik yaklaşımıyla, genç bir piyanist için önemli bir etüdler manzumesi olarak nitelendirilebilecek bu yapıtı Şostakoviç zaten oğlu çalsın diye 19. yaş armağanı olarak bestelemişti. Can, Maksim'den iki yaş daha genç bir piyanist olarak bu eseri, içindeki tüm muzip, şakacı ögeleri özenle vurgulayarak seslendirdi. Ağır bölümdeki lirik pasajlarda, duygulu yanını sergiledi. Yapıtın bütününde, orkestrayı peşinden koşturup bir yerde kopukluğa yol açabileceği duygusu yaşayanları da mahçup etti. Çünkü uyum Can'ın disiplin ve dikkati, şef Goetzel'in özeniyle iyi biçimde sağlandı.
Konseri Can'ın dedesi eski dostum, bir dönem Türkiye politikasının renkli simalarından Yüksel Çakmur ve eşiyle birlikte dinledik. Onların özellikle de babaanne Gülay Hanımın ne denli heyecanlı olduğunu görünce daha Can sahneye çıkmadan, “Hiç merak etmeyin, o gayet soğukkanlı biçimde çıkıp kendini en iyi biçimde gösterecektir” diye heyecanlarını yatıştırmaya çalıştım. Lütfü Kırdar'ın koca salonunda sahneye çıktığında Can'ın rahatlığı, duruşu ve hârika icrası, özellikle son bir yıl içinde konserlerinin artmasının ona yaradığını, bir sahne rahatlığına kavuştuğunu gösteriyordu.
Can'ın bu konserinin dinleyicileri arasında Belçika'daki hocası iyi pedagog Prof. Diane Andersen ile genç yeteneğimizin de yararlandığı TÜPRAŞ'ın “Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler” projesini yöneten Güher-Süher Pekinel'ler de vardı. Salon “Bravo” nidalarıyla inledi ve yoğun alkışla İstanbul dinleyicisi Can Çakmur'u bağrına bastı. O da dinleyiciyi Franz Liszt'ten hem parmak ustalığı gerektiren, hem de romantik içeriğe sahip “La Leggierezza” başlıklı parçayla ödüllendirdi.
Konserin son eseri, Maurice Ravel orkestrasyonuyla Modest Mussorgski'nin Bir Sergiden Tablolar başlıklı eseriydi. Geneldeki iyi seslendirme, ikinci fagot, kontrafagot ve trompet'in birkaç kez yaşadıkları ton sorunları nedeniyle biraz zedelendi. Artistik hareketleriyle tanınan, bu kez kolları kloş biçimde genişleyen bir ceketle dikkati çeken şef Goetzel, orkestranın tüm üflemeli ve vurmalı gruplarını önce soloculardan başlayarak dinleyiciye alkışlattı. Kendisine sunulan çiçeği de sahneden aşağı eğilip, Borusan'ın yönetim kurulu üyesi ve kültür-sanat sorumlusu Zeynep Hamedi'ye verdi.
Konserden önce İKSV Başkanı Bülent Eczacıbaşı, katkıda bulunanlara veya temsilcilerine teşekkür plaketlerini sundu. İlginç olan şuydu. İktidar partisinin elinde olan Beyoğlu Belediyesi'nin temsilcisi sahneye çıktığında birkaç cılız alkış duyuldu. Ama Kadıköy, Adalar ve Beşiktaş Belediyelerinin temsilcileri yoğun alkış aldı. Müzik dinleyicisi böylelikle siyasal eğilim ve beğenisini alkışlarının dozuyla ortaya koymuş oldu.
Festivalin bu yılki onur ödülünün sahibi, eski devlet terörü kurbanlarından ünlü eğitimci ve öykücümüz Sabahattin Ali'nin kızı piyanist-müzikolog-eğitimci Filiz Ali de salondan en büyük alkışı kısa konuşmasının sonunda “Gezi ruhu”nu desteklediğini vurgulamasıyla aldı.Zaten, İstanbul'da Galatasaraylılık ruhu, Gezi ruhu, seçim öncesi çeşitli siyasal ruhlar sokaklardaydı!
Ankara'dan 16.00 uçağı 1.5 saat gecikmeyle hareket edebildi, Atatürk Havalimanında da yarım saat park edeceği yere ulaşmakla geçti! Bunca ruhun birbirine karışık olarak tıkadığı yollardan sürücümüzün yol bilgisi ve ustalığı sayesinde geçerek konsere zor yetiştik. Eğer bir aksilik olup da yetişemeseydik, doğrusu çok önem verdiğim iki gencimizin bestesiyle icrasını dinlemekten mahrum kalacağım için çok üzülecektim. Neyse ki, yetiştik ve her yönden umutlanmış olarak çıktık konser salonundan...Bence Hasan Tura bir piyano konçertosu yazmalı ve ilk seslendirmesini de Can Çakmur yapmalı...
Fotoğraflar:Şefik Kahramankaptan