Salonun girişinde, Sanattan Yansımalar'daki yeni yazarımız, yılların dostu Vefa Çiftçioğlu ile karşılaştık. 16 Aralık 2022 akşamı Ana Salon'da CSO'yu dinlemeye gelmiştik. Yerlerimize oturmadan önce ön blokun sonunda yerleşik kameraların yanında ayakta sohbet ederken kapıdan CSO Müdürü Sibel Ayhan'la yönetim kurulu üyesi Tuğba Tamer Türeli'in girdiğini gördük. Meğer ilk eserde çalmıyorlarmış ve salonda dinleyicinin içinde yer alarak durumu izlemek istemişler. Sibel Ayhan, “Şefik Bey, ilk defa bu hafta, sizin önerinizi uygulamaya alıyoruz. Bir orkestra üyemiz sahneye çıkarak ara alkışları konusunda dinleyiciye bir konuşma yapacak. Her konserde bir başka arkadaşımız bu görevi üstelenecek” demez mi?
Neydi benim önerim? Yıllardır ara alkışları sorununun genel anonsla veya program kitapçığına alkış yeri resmi konularak çözülemeyeceğini, tek çarenin konser öncesi bir yönetim kurulu ya da orkestra üyesinin tek başına sahneye çıkıp, dinleyicinin yerleşme gürültüsü tamamlandıktan sonra, bir konuşma ile gerekli uyarıları, ya da “eğitim çalışması”nı yapması, bunun her konseri öncesi tekrarlanmasıydı.
Aldı mı beni bir korku? Ya konuşmaya rağmen gene ara alkış gelirse?
Bir yandan da kıvandım, demek ki CSO'nun bu dönemki yönetim kurulu bazı konularda kendi yetkilerini kullanmaktan kaçınmıyor, sorunların üzerine tek tek gidiyordu.
ORKESTRA TEMSİLCİSİ SAHNEDE
Vefa ile ayrı sıralardaki yerlerimize yöneldik, oturduk. Salon ışıkları zayıflatıldı ve baktık ki, sahneye ikinci keman grubu üyesi Elif Nayman çıktı. Elinde notlarının bulunduğu kağıdı vardı ama onlara hiç bakmadan yumuşak bir ses tonuyla konuşmasını yaptı. Klasik müzik konserlerinin diğerlerinden farklılığını, aralarda yapılan alkışların seslendirilen eserin bütünlüğünü ve orkestranın konsantrasyonunu bozduğunu anlattı. Her eserin değişik bölümleri bulunduğunu ama eserlerin bu bölümlerdeki kısa sessizlikle bir bütün olduğu vurguladı. Dinleyicilerin bu bölümleri program kitapçığından görebileceklerini belirterek eser sonunda alkışlanmasının kendilerini mutlu edeceğini söyledi. Salona yiyecek-içecekle girilmemesi gereğini de vurgulamayı ihmal etmedi.
VERİKO'YA BÜYÜK ALKIŞ
Orkestra alkışlar arasında sahneye gelip yerine otururken, hem hayli zamandır dinlemediğim Veriko Çumburidze'nin Sergey Prokofyev'in (1891-1953) Re Majör birinci keman konçertosunu nasıl çalacağını, hem de dinleyici tepkisinin ne olacağını merakla bekliyordum. Acaba arada alkışlayan çıkacak mıydı?
Orkestra, ardından önde Veriko, arkasında Pirolli yerlerini aldıklarında kopan alkış, salon tam dolu olmamasına rağmen güçlüydü.
Dinleyici, gerek teknik, gerek müzikalite bağlamında bu modern ve lirik konçertoyu mükemmel icra eden Veriko ve güzel bir eşlik çıkaran orkestrayı aralarda hiç alkışlamadı. Eser sonunda alkış tufanı koptu.
İçimden derin “Ohh” çektim. Önerim üzerine yapılan uygulama hedefi tam 12'den vurmuştu. Yaş ortalaması hayli düşük olan “yeni CSO dinleyicisi” demek ki yapılan nâzikâne uyarıyı can kulağıyla dinlemiş, özümsemiş ve uygulamıştı. İçimden “Demek ki istenince oluyormuş, aferin orkestra yönetimine, geç de olsa doğruyu uyguladılar” diye geçirdim.
Veriko'ya gelince, “bis” olarak Fin besteci Jean Sibelius'un (1865-1957) Su Damlaları başlıklı ve sadece pitzikatolarla (tel çekme) sunulan yapıtını Viyolonsel Grup şef Yardımcısı Onur Şenler'le birlikte uyum içinde seslendirdi.
YA SOVYETLER DAĞILMASAYDI?
Veriko, tıpkı kemancı Elvin Hoxha Ganiyev gibi, Sovyetler Birliği'nin 26 Aralık 1991'de Gorbaçov'un istifasıyla sonuçlanan glasnonost ve perestroyka süreci sonunda dağılmasının Türkiye'ye sanatsal armağanlarından biridir. Bu olayla bağımsızlıklarını kazanan Sovyet Cumhuriyetleri'nden Gürcistan'dan da pek çok müzisyen Batı'ya doğru yola çıktı. Kemancı-eğitimci Lili ve eşi obuacı-eğitimci David Çumburidze, geleceklerini Türkiye'de arayanlar arasındaydı. Önce Adana'ya geldiler. Lili Çukurova Senfoni Orkestrası'nda kemancı olarak çalışmaya başlamıştı.
Benim izlemediğim ama duyduğum bir olaydır. Lili hamileyken ÇDSO, bir konserinde Suna Kan'ın arkasında orkestrada çalarken doğum sancısı tutmuş ve konserden doğru hastaneye gönderilmiş, Veriko dünyaya gelmiş.
Baba David de, Mersin Opera Orkestrası'nda obuacı olarak çalışıyordu. Aile bireylerinin Mersin-Adana arasında gidiş gelişi doğal olarak zorluk çıkarıyordu. İşte o sırada yeni kurulmuş olan Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'ndan çağrı alarak, aileyi Mersin'de birleştirmiş oldular.
İLK DİNLEDİĞİMDE 8 YAŞINDA BİR ÇOCUKTU
Ben de aileyi o yıllarda tanıdım. 2004'te Mersin Konservatuvarı'nın düzenlediği
Gülden Turalı Keman Yarışması'nı izlediğimde, Selahattin Yunkuş'la kemana başlamış olan Veriko 8 yaşında sevimli bir kız çocuğu olarak küçükler kategorisinde birinci olmuştu. Büyüklerin birincisi ise Lili'nin öğrencisi Hasan Gökçe Yorgun'du.
Veriko artık tümüyle annesinin sınıfına geçmiş, yaşına göre girdiği yarışmalarda başarılarını sürdürür olmuştu. 2013 yılında Donizetti Ödülleri'nde “Yılın Genç Müzisyeni” ödülüne Veriko'yu jüri üyesi olarak ben aday göstermiştim. Şimdi Veriko, dünyada fiziki olarak düzenlenen sayılı önemli keman yarışmalarından Uluslararası Henrik Wieniawski Keman Yarışması'nı kazanmanın önünde açtığı otobanda hem profesyonel solistlik kariyerini, hem de Münih'te Prof. Ana Çumaçenko ile ileri düzey çalışmalarını sürdüren 26 yaşında bir genç kadın. Yeni yapıt prömiyerleri ve kayıtlara da imza atıyor. Alman Müzikseverler Vakfı tarafından tahsis edilen 1756 yapımı bir Guadagnini kemanla çalıyor.
NE MUTLU ÇUMBURİDZE'LERE
İlk yarı tamamlanınca, arkaya geçerek Veriko'yu kutladım. Yüzümdeki maskeye rağmen hemen tanıdı; kutladım, başarılarının devamını diledim. Baktım babası David de oradaydı. Yurtdışından gelen Veriko'yu görmeye gelmiş olmalıydı. Onunla da hasret giderdik, biraz sohbet ettik, “Herşeyin yolunda gittiğini, yaptıkları işten mutlu” olduklarını söyledi, “Yetiştiriyoruz, çoğu burs bularak Avrupa'ya gidiyor” dedi. Buradaki “herşey” kavramına lisans çalışmalarını Münih'te Prof. Ana Çumaçenko ile sürdüren 2000 doğumlu Sofiko Çumburidze da dahil. Ablasının izinde gidiyor.
Ne mutlu Çumburidze ailesine ve onlardan yararlanan öğrencilere...
Bu arada dinleyiciler ve kutlayıcılar arasında Ankara Operası'nın genel müzik yönetmeni, değerli Alman şef Raoul Grüneis de vardı. Altıncı sırada birkaç koltuk solumdaydı ve iki yapıtın sonunda da “Bravooo” diye yüksek sesle bağıran oydu.
SAVAŞTA YAZILMIŞ AMA İYİMSERLİKLE DOLU
Konserin ikinci yarısında Pirolli'nin dirayetli yönetiminde gene Prokofiev'in Sovyetler'in Hitler Almanyası'nın taarruzuna uğradığı yıllarda yazdığı Si bemol Majör 5. Senfoni'sini dinledik. Şostakoviç'in kuşatma altındaki Leningrad'da yazdığı 7. Senfoni'ye nazaran hayli iyimser, neşeli bölümleri olan bir eserdir. Bunu doğal karşılamak lazım çünkü Leningrad ağır bir kuşatma altındaydı ve tek ikmal yolu, donduğu zaman Ladoga gölü üzerindendi. Prokofiev ise yaklaşık 700 kilometre uzaklıkta korunaklı bir yerde yazmıştı yapıtı ve 1945'te Moskova'da seslendirilmişti. Belki de savaş koşullarında Sovyet halklarının geleceğe dönük umudunu fişeklemek istemişti.
Seslendirmeden sadece bizler değil, orkestranın da memnun olduğu yüzlere yansıyan tebessümlerden anlaşılıyordu.
Ve en güzeli, senfoninin icrası sırasında da aralarda değil alkış, çıt çıkmadı. Sol taraftaki balkonda bir cam şişe vuruntu sesi geldi, o da nazar boncuğuydu herhalde! Dinleyici mesajı iyi almıştı. Umarım ilerki haftalarda uygulamanın tekrarıyla tüm yeni dinleyici için bu eğitim sistematik biçimde sürecek ve böylece fabrika ayarlarına dönülmüş olacak.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
17 Aralık 2022, Ankara