Günümüzün önemli kültürel sorunsallarından biri “geleneksel” ile “modern”in bağdaştırılmasıdır. Türkiye’de de bu sorunsal pek çok alanda önümüze çıkıyor. Özellikle siyasal amaçlarla saptırmalar, konunun anlaşılması ve çözümü yönündeki çabaları da olumsuz yönde etkiliyor.
Oysa bu iki kavramın bağdaştırılması ve bir sentez oluşturmalarına en güzel örnekler ülkemizde verilmiştir. Cumhuriyet döneminin önde gelen bestecisi Ahmet Adnan Saygun’un, 13. yüzyılın düşünce ve deyişleri günümüzde taptaze yaşayan düşünür, ozan ve mutasavvıfı Yunus Emre’nin dizelerine bestelediği Yunus Emre Oratoryosu belki de en güzel örnektir. Saygun, “geleneksel” ile “modern”i bağdaştırabilmiş, bu eserini Yunus Emre’nin şiirlerinden anonim olarak gelişen “ilâhi” formundan ve Yunus’un “tasavvuf” anlayışından etkilenerek, bir çoksesli Batı müziği formunda, “oratoryo” olarak bestelemiştir.
Doğup müzikle tanışıklığını geliştirdiği kent olan İzmir, doğumunun 110. yılında bestecisine 45. Uluslararası İzmir Festivali'nin açılışını işte bu anlamlı eserle yaparak bir saygı sunumunda bulundu. Hem de bugüne kadar “yerli ve millî” olarak yapılanları görmezden gelmeye çalışanlara bir mesaj daha iletilmiş oldu.
SAYGUN'UN İZMİR YILLARI
Saygun'un İzmirliliğini kısaca özetlemek gerekirse, 7 Eylül 1907'de İzmir'de doğdu. Matematik öğretmeni, Milli Kütüphane'nin kurucusu, müziksever bir Mevlevî olan Celal Bey'in oğludur. Saygun, İzmir İttihat ve Terakki İdadisi'ndeyken, okulun müzik öğretmeni İsmail Zühtü Bey'in kurduğu dört sesli koroya katıldı. Onun önerisiyle Rossati adında bir öğretmenden piyano dersi aldı. Sonra Macar Tevfik Bey'in öğrencisi oldu. Sessiz film gösterimlerine piyanosuyla eşlik etti. Okulu bitirince, üniversiteye girmeyerek kendini tümüyle müziğe verdi. 1923 sonlarında, o yıl İzmir'e yerleşen Hüseyin Saadettin (Arel) Bey'den iki ay kadar armoni dersi aldı. Daha sonra kendi kendine armoni bilgisini ilerletti ve kontrpuan çalıştı. 1926'da Ankara Musiki Muallim Mektebi'nde verdiği bir sınavdan sonra İzmir Lisesi'nde müzik öğretmenliği yaptı. Sonrası malûm, Atatürk'ün talimatıyla Milli Eğitim Bakanlığı'nca açılan sınavları kazanarak Paris'te kompozisyon öğrenimi gördü, Çoksesli Türk Sanat Müziğine, kişiliği, uğraşları ve ürünleriyle damgasını vuranlardan biri oldu.
Atatürk’ün talimatıyla ilk Türk operası olarak Özsoy’u besteleyen Saygun, daha sonra halk kültürünün önemli örnekleri olan Köroğlu ve Kerem öykülerini operaya aktarmış, deyişlerine, felsefesine büyük hayranlık duyduğu Yunus Emre’yi ise oratoryo olarak bestelemeyi kararlaştırmıştır.
Nitekim Saygun’un çocukluğunda İzmir’de goygoyculardan dinlediği ilahiler hiç kulağından gitmemiş, Yunus Emre Divanı’nı da okuduktan sonra bu ilahiler Oratoryo’nun çıkış noktalarından birini oluşturmuştur.
Saygun , Yunus Emre’nin şiirlerindeki Tanrı ve insan sevgisinden, duru anlatımdan ve anonim ezgilerle ilahi formunda okunmasından etkilenerek Yunus Emre Oratoryosunu yazmaya yönelmiştir. Yapıt, tamamlandıktan ancak dört yıl sonra seslendirilebilmiştir. Niye mi?
YA İNÖNÜ OLMASAYDI?
Müzik ve müzisyenler de, o yıllar tek parti dönemi olmasına karşın, bazı siyasal gelişmelerden, kulislerden etkilenebiliyorlardı. Bu tür durumlardan Saygun da nasibini alıyordu. Örneğin 1936’da Konservatuvar’ın kuruluşu için Ankara’da bulunan P. Hindemith’in kendisinden hoşlanmaması ve şikayetlerde bulunması üzerine çareyi bir süre İstanbul’da çalışmakta bulmuştu.
Dev eseri Yunus Emre Oratoryosunu 1942'de tamamlayan Saygun aleyhinde fısıltı gazetesi yine çalışmaya başlamıştı. Eserin seslendirilmesi istenmiyordu. Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in huzurunda konservatuarda seslendirilen bir koral bölüm alaycı tebessümlerle karşılanmış, Saygun hepten ümitsizliğe sürüklenmişti.
Yunus Emre Oratoryosu orkestra eşliğinde tüm olarak seslendirilemeden rafa kalkmak üzereyken, Saygun'un dostu ve eserlerinin hayranı, dönemin ünlü şairi Behçet Kemal Çağlar durumdan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yü haberdar etmişti.
Hemen Saygun'u Çankaya’ya davet eden Cumhurbaşkanı İnönü, Yunus Emre Oratoryosunu merak ettiğini belirtmiş, bir hafta kadar sonra Saygun’un Bahçelievler’deki evini eşi ve dostlarıyla birlikte ziyaret ederek, bazı bölümleri bizzat Saygun’un piyanosu ve sesinden dinlemişti. Soprano partisini de Saygun'un eşi Nilüfer Saygun, tenor partisini ise müzikolog Halil Bedii Yönetken söylemişti.
Bu sunuş, eser hakkındaki tereddüt ve dedikoduları bir anda yok ediyor, İsmet İnönü “hemen provaların başlaması” talimatını veriyor, tıpkı Atatürk'ün Özsoy Operası'nın yetişmesi için yaptığı gibi, “ilk provalara geleceğini” de duyuruyordu. Nitekim, DTCF Farabi salonundaki ilk provada İsmet İnönü, ailesiyle birlikte hazırdı. Konservatuar Orkestrası'nı Saygun yönetiyordu.
1946'da Yunus Emre ilk kez seslendirildiğinde solistler, Rengim Gökmen'in annesi soprano Muazzez Ünal, mezzosoprano Necdet Demir, tenor Aydın Gün ve bas bariton Hilmi Girginkoç''du. Saygun ve İnönü, bu onuru haklı bir gururla paylaşıyorlardı.
İnönü’nün ne denli uzakgörüşlü bir değerlendirmeyle Yunus Emre’yi seslendirttiği, ileriki yıllarda yapıtın yurt dışında aldığı övgülerle ortaya çıkacaktı. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Macarcaya çevrilen oratoryo, 1947'de Paris'te, 1958'de New York'ta Leopold Stokowsky yönetiminde Birleşmiş Milletler’de, sonraki yıllarda Budapeşte, Viyana, Bremen, Berlin, Vatikan, Moskova, Washington başta olmak üzere pek çok kentte icra edildi.
MİSTİK ESER ŞEHİTLERE ADANDI
45. Festivalin açılışında İKSEV Başkanı Filiz Eczacıbaşı Sarper, irticalen yaptığı edebî vurgularla bezeli konuşmasında sanatın önemini Yunus Emre ve Saygun bağlamında hatırlatırken, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, AASSM'den sonra Karşıyaka'da planlanan opera binasının ihalesinin yapıldığını, inceleme safhası tamamlanınca temel atılacağını söyledi.
110. doğum yılında Büyük Ustaya Saygı niteliğindeki açılış konserinde İzmir Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu’nu, Müzikolog-Şef Aytuğ Ülgen yönettti. Ülgen, eseri helikopter kazasında yaşamını yitiren şehitlere ithaf ettiklerini belirterek, bölüm aralarında alkışlanmamasını dinleyiciden rica etti.
Soprano Mehlika Karadeniz Bilgin, mezzosoprano Ferda Yetişer Ankara'dan, tenor Devrim Demirel ve bas Engin Suna Antalya'dan gelmişlerdi. Sololarının hakkını verdiler. Sıcak salon ve bazı başka etkenler orkestraya sıkıntılı anlar yaşattı.
Flüt soloda Hürkan Ayvazoğlu, obua soloda Elif Odabaş, viyola soloda Hüseyin Mehmetoğlu güzel tınılarıyla dikkati çekti. Koroyu da, koristlerden Ahmet Kahyaoğlu bu konsere hazırlamıştı.
Geniş kitlelere Esin Avşar'ın yıllar önce yaptığı 45 devirli plak sayesinde yayılmış olan "Bana seni gerek seni" ilahisinin seslendirildiği bölümde, salonda ezgiyi tanımanın getirdiği hafif bir dalgalanma oldu. Bazı dinleyiciler mırıltıyla eşlik ettiler. Eserin seslendirilişi tamamlandığında bir kısım dinleyici bu bölümün bis olarak yeniden çalınmasını bekledi ama şef böyle bir tekrar yoluna gitmedi.
HER CİNS ADAMIN SEVGİSİ...
Bakın efsanevi Milli Eğitim-Kültür Bakanımız Hasan Âli Yücel, oratoryonun ilk seslendirilişi dolayısıyla 1946'da yazdığı yazının bir bölümünde ne demiş:
"Allah diye bağırıp coşan, ağzı köpüklenmiş tekke dervişlerinden frenk diyarında tahsillerini yapmış monden insanlara kadar bu sesi bir vesile ile duyup işitmiş olan her cins adam Yunus'a bağlanmıştır.
Yunus Emre Oratoryosu, ne bir mersiye, ne bir methiye, ne alaturka, ne alafranga; yalnız ve yalnız Yunus'un ölümsüz şahsında içli, duygulu Türk ruhunun, hayat - memat dediğimiz muamma karşısındaki arama cehtidir. Yunus'u bir kere daha takdis, onu söyletmeye muvaffak olduğu için sanatkâr Adnan'ı takdir ederim."
Oratoryonun radyoda yayımını kahvehanede dinledikten sonra , Saygun'un evine kadar gelip teşekkür eden, köyünden elde örülmüş bir çift çorabı hediye getiren köylünün davranışı Yücel'i doğrular niteliktedir. İKSEV'in doğumunun 110. yılında Saygun'u bu 7'den 70'e köylüden kentliye geniş bir kitleye hitap eden oratoryosu ile anması, doğru ve iyi oldukça "yerli ve millî"ye İzmir sosyetesinin de sahip çıktığının göstergesidir.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
2 Haziran 2017