Küçük veya büyük, her konsere damgasını vuran bir olay vardır. Bazılarının dinleyici farkına varmaz, orkestra arasında kalır. Bazıları ise belleklerde uzun süre unutulmayacak iz bırakır. İşte Bilkent Senfoni Orkestrası'nın 7 Mart 2020 Cumartesi gecesi verdiği “Dünya Kadınlar Günü” konserinde iz bırakacak bir olay meydana geldi. Bandeneon solisti Tolga Salman'ın (d. 1969) , Alfred Arnold 1932 yapımı, kendinden önce Orhan Avşar'a ait olan bandoneonunun icra sırasında körüğü patladı! Bu olay konserin gidişatını da etkiledi.
Önce konserin geneli hakkında bilgi verelim ardından sırasıyla ve çektimiz bol fotoğrafların yardımıyla olup biteni anlatalım. Tacıkistan doğumlu bir Rus Yahudisi olan Benjamin Yusupov'un (d. 1962) orkestrayı yönettiği konserin solistleri bondeneoncu Tolga Salman ile Slav kökenli Almanya doğumlu viyolacı Danusha Waskiewicz'ti (d. 1973).
Konser programı, ilk bölümde, Arjantinli besteci, “Nouva Tango” akımının başlatıcısı Astor Piazzolla’nın (1921-1992) sevilen 5 tangosu Michelangelo 70, Milonga del Angel, Concierto para Quinteto, Oblivion ve Libertango’ya Salman'ın yaptığı düzenlemelerden oluşuyordu. İkinci yarıya ise, Yusupov'un 2005'ten bu yana dünya salonlarında yankı bulan “Viola Tango Rock Concerto”su Waskiewicz solistliğinde yerleştirilmişti.
Salman, Rustam Rahmedov'un piyanosunun katkısıyla, bandoneon sololarla özgün girişler yaptığı, orkestranın eşliğinde seslendirmeye başladı.
Üçüncü eser Concierto para Quinteto'nun sonuna doğru enstrümanının ses çıkarmasında en önemli üç bölümden biri olan körük patladı. Bu an benim objektifime de takıldı.
Müzik kesildi ve Salman şef Yusupov'la kısa bir istişare sonrası dineyiciye bandeneonunun körüğünün patladığını anlatarak “yapacak bir şey yok” dercesine ellerini iki yana doğru açtı. Böylece dinleyicinin hevesle beklediği, Piazzola'nın çok tanınan ve sevilen iki tangosu Oblivion ve Libertango seslendirilemeden araya çıkıldı.
Balkondan hemen bir kat aşağı inerek solist odasında Tolga'ye geçmiş olsun diyerek kucağındaki bandeneonun durumunu fotoğrafladım. Körük üst ve ön kısmından açılmıştı.
Şimdi esas soru konserin ikinci yarısında viyola ile birlikte bandoneonun da yer alacağı eserin durumunun ne olacağı idi. Tolga hızla Bilkent'e hayli yakındaki evini arayarak, öteki bandoneonunu istetti. Yanlış anımsamıyorsam, o bandoneon da kendisine Urguaylı besteci ve şef Hector Ulises Passarella'nın hediyesiydi.
Yedek bandoneon beklenirken Tolga Salman sahneye çıkıp, yerlerini almış olan dinleyiciye az sonra Yusupov'un konçertosu ile konser devam edileceğini anons etti. Üç dakika kadar sonrasında orkestra yerini aldı.
Yusupov'u 2013 Martında gene Bilkent sahnesinden anımsıyoruz. Günümüzün iyi çellistlerinde Micha Maisky'ye 60 yaş armağanı olarak besteleyip ithaf ettiği konçertonun Türkiye Prömiyerini bu sahnede birlikte yapmışlardı. O konserde Yusupov'un kendine özgü, tüm kültürleri kucaklayıcı, egzotik ögeler içeren müzik dilini netlikle algılamış ve hayranlık duymuştuk. Solo çelloda büyük ustalık ve duyarlılık isteyen pasajlar, eşlikte yer yer vurmalılardan elde edilen sıcak renklerle senfonizmin doruğuna çıkan yapıt, fazla akademik ve matematiksel olmadan da, herkes tarafından dinlenebilir çağdaş müzik yapılabileceğinin güzel bir örneğiydi.
Bakalım bu kez neyle karşılaşacaktık. Çünkü işin içine “Rock” da girmişti. Eseriyle ilgili olarak Yusupov şöyle diyordu:
“Bence 21. yüzyıl müziği bütünleştirici olmalı, bütün müzik türlerini bilip bunları tek bir dilde kaynaştırmalı. Bu düşünce, senfonik orkestra paletinin sonsuz olanaklarıyla bir araya gelerek beni bir 21. yüzyıl konçertosu yazmaya itti. Bu konçertoda farklı türdeki müzikal tarzları ve kültürleri birleştirmeye, kaynaştırmaya çalışıyorum... ‘Sözün bittiği yerde müzik başlar’ derler. Ben buna kendi yorumumu katarak ‘müziğin bittiği yerde dans ve plastik başlar’ demek istiyorum. Bu nedenle, önceden duyulan bütün tarzları birleştiren bir sürprizin kendini göstermesi gerektiğini hissettim. Eserin finalinde, önce orkestra melankolik bir Postludium duyuruyor. Sonrasında solist ve eşi tango yapmaya başlıyor.”
Bu konçertoyu günümüzün önemli kemancı, viyolacı ve şeflerinden Maxim Vengerov (d. 1974) sipariş etmiş, 7 Aralık 2005'te Reyjkavik'te İzlanda Senfoni Orkestrası eşliğindeki dünya prömiyerinde sondaki dansı Vengerov, bir kadın dansçıyla birlikte yapmıştı. Bu kez dansı, erkek dansçı Ronald Savkoviç ile viyolacı, atletik vücutlu Danusha Waskiewicz yapacaktı.
Daha başlangıçtaki kısa prelüdden itibaren Danusha Waskiewicz'in ne yaman bir viyolacı olduğunu gördük. Çok iyi bir tonu var ve 2005'ten bu yana eseri çalmakta olduğu için, belli ki iyice içselleştirmiş. Bu kez Tolga Salman, ilk bölümdeki gibi sol ayağını sehpaya koyarak ayakta çalmak yerine, bandoneonunu oturarak kullandı.
İlk ve ikinci bölümde, orkestranın hemen önünde konuçlanmış Doğukan Pahsa da (d. 2001) hayli zor ve girişleri iyi sayıp şefi dikkatle gözlemeyi gerektiren klasik gitar partileriyle, üçüncü bölümde ise elektro gitarla orkestraya katıldı. İlk iki bölümde, tıpkı bestecinin Viyolonsel Konçertosu'nda olduğu gibi oryantalist ve egzotik yaklaşımların romantik anlatımcılıkla bütünleştirildiğini gözledik.
Özellikle timpani, kasa, bateri, marimba, vibrafon, tahta blok gibi ögelerin yer aldığı vurma çalgılar takımı, üflemelilerle birlikte bu havanın yaratılmasında önemli rol oynuyordu.
Viyolacı Waskiewicz, enstrümanını bırakıp hemen önünde duran elektro viyolayı eline alınca sıranın “rock” bölümüne geldiğini anladık.
Elektro viyolanın ses ayarlarını yerdeki cihazdan ayağını kullanarak yapan Waskiewicz'in yanısıra, Doğukan Pahsa da klasik gitarı elinden bırakmış, elektro gitarı kuşanarak ayaklanmıştı. Yusupov'un konçertosunun üçüncü bölümünde vurmalıların da katılımıyla çılgın bir metal-rock müziği salonda yankılandı.
Dört bölümlük konçerto birbirine bağlı bir bütün olarak seslendiriliyor ama bestecinin deyimiyle eser bitmiyordu!
Şefin orkestra içinden öncelikle dinleyiciye selamlattığı müzisyenler gitarları çalan Doğukan Pahsa ile bandoneoncu Tolga Salman oldu. Doğukan Pasha, gitarla başladığı müzik öğrenciliğinden kontrbasa geçmiş bir genç yetenek olarak başarısıyla tüm orkestranın yüzünü güldürdü. Fotoğrafta klarnetçi Selen Özyıldırım'ın nasıl "Bravo" diye bağırdığını görebilirsiniz.
Dört bölümlük konçerto kısmı tamamlandıktan sonra, bu kez bandeneonla başlayan bir ezgi, enstrümanları dolaşarak konçertonun yarattığı gergin havayı yumuşatı ve ardından tango başladı.
Orkestra karanlıkta kalırken erkek dansçı mavi projektörün izlemesiyle sahnenin önünde uzatılmış platforma geldi, ardından da solist giysisini değiştirmiş olarak viyolacı tango için giriş yaptı. Yusupov'un müziği eşliğinde Tangonun çeşitli varyasyonlarını sergilediler.
Dinleyici Yusupov ile dansçı ikiliyi güçlü bir biçimde alkışladı.
Konçertoda çok hızlı pasajları ustalıkla çalan,normalde bir viyoladan duymaya alışık olmadığımız sesleri çıkarırken yeterli gürlüğü de elde eden Danusha Waskiewicz, bakalım bis olarak ne çalacaktı? Orkestra tümüyle karanlığa bürünmüşken, sanatçı eline akustik viyolasını alarak kendi bestesi olan “Women in the River/Nehirdeki Kadın” adını verdiği parçayı seslendireceğini duyurdu. Kişide yeniden dinleme arzusu uyandıran, viyolanın dolgun tınısınıyla hem ruha, hem beyne hitap eden bu parçanın sonunda sanatçı büyük alkış aldı. Dinleyici Bilkent'ten mutlu ayrıldı. Bir dost, merdivenlerden aşağı inerken, “İyi ki Tolga Beyin ikinci bir bondoneonu varmış” diyordu. Haklıydı, yoksa bu konser nasıl tamamlanacaktı?
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
8 Mart 2020, Ankara