Son 13 yıldır Kültür (ve Turizm) Bakanlarının Cumhurbaşkanlığı ya da bakanlıkca düzenlenmiş bir resmi tören olmadan CSO'ya gelip konser dinlemesi olağandışıdır. Bu olağandışı durum, 4 Mart gecesi yaşandı, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, yanında eşi, CSO'ya konsere geldi.
Arkasında Güzel Sanatlar Genel Müdürü Murat Salim Tokaç, yardımcısı Ömer Belviranlı ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik vardı. Acaba programdaki eser Adnan Saygun'un (1907-1991) Yunus Emre Oratoryosu olmasaydı, gene gelir miydi, bilemem.
Aslında 4 Mart programında gene Rengim Gökmen'in şefliğinde Antonin Dvorak'ın Op. 58 Stabat Mater'i yer alıyordu. Programın neden değiştiğini CSO Müdürü Altan Kalmukoğlu'na sordum. Amerika merkezli olarak uluslararası çalışan bas Burak Bilgili'nin hastalandığını, bu nedenle gelemeyeceğini bildirmesi üzerine gene Devlet Çoksesli Korosu ve seçilmiş solistlerden ikisi korunarak zorunlu olarak program değişikliğine gidildiğini söyledi.
Solistler soprano Esin Talınlı (Ankara), mezzo soprano Aylin Ateş (İstanbul), tenor Ayhan Uştuk (Ankara) ve bas Teyfik Rodos (İzmir), başkemancı Bilgehan Erten'di. Koroyu, repertuardaki bu temel eserlerinden biri olan oratoryo için şef Cemi'i Can Deliorman hazırlamıştı. Seslendirmenin sonunda alkışlarken ilk ayağa kalkan Bakan Mahir Ünal'ı diğer bürokratlar ve dinleyiciler izledi. Rengim Gökmen, koro şefi Deliorman'ı çağırırken ve sonrasında uzun süre ayakta alkış devam etti.
Bu alkışlar kimeydi? Ölümsüz halk ozanı Yunus Emre'ye mi, onun dizelerini bBatı formunda oratoryo olarak besteleyen Saygun'a mı, şefe mi, solistlere mi, orkestraya mı? Bence alkışlar tümünü birden kucaklıyordu.
Yunus Emre (1238 -1320) ve Mevlana Celâleddin-i Rûmî (1207-1273) genellikle iki farklı bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Ya sadece dinsel, ya da sadece hümanist yanları ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır. İlk Türk operası Öz Soy'u Atatürk'ün isteğiyle yazan Ahmet Adnan Saygun, ilk Türk oratoryosu olan Yunus Emre'yi kendi merak ve arzusuyla ve iki yönünü birlikte ele alarak yazmıştır.
Saygun’un çocukluğunda İzmir’de goygoyculardan dinlediği ilâhiler hiç kulağından gitmemiş, Yunus Emre Divanı’nı da okuduktan sonra bu ilâhiler Oratoryo’nun çıkış noktalarından birini oluşturmuştur. Saygun, yaşamı boyunca Yunus Emre ve şiirleri üzerine araştırmalar yapmış, gerçek mezarının bulunması için çalışmalara katılmış, Yunus Emre Derneği’nin kuruluşunda da yer almıştır.
Saygun , Yunus Emre’nin şiirlerindeki Tanrı ve insan sevgisinden, duru anlatımdan ve anonim ezgilerle ilâhi formunda okunmasından etkilenerek Yunus Emre Oratoryosunu yazmaya yönelmiştir.
YA İNÖNÜ OLMASAYDI?
Bilir misiniz ki, son 13 yıllık dönemde iktidar sahiplerinden epey hücuma, hâttâ hakaretlere mâruz kalan İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmasaydı, belki de Yunus Emre Oratoryosu korolu orkestra eseri repertuarımız içinde seçkin yerini alamayacaktı. Size bu öyküyü kısaca özetlemek isterim:
Müzik ve müzisyenler de, tek parti dönemi olmasına karşın, bazı siyasal gelişmelerden, kulislerden etkilenebiliyorlardı. Aralarında çekişme ve çekemezlikler vardı. Bu tür durumlardan Saygun da nasibini alıyordu. Örneğin 1936’da Konservatuvar’ın kuruluşu için Ankara’da bulunan Paul. Hindemith’in kimi dedikodulardan etkilenmesi, kendisinden hoşlanmaması ve şikâyetlerde bulunması üzerine çareyi bir süre İstanbul’da çalışmakta bulmuştu.
Dev eseri Yunus Emre Oratoryosunu 1942'de tamamlayan Saygun aleyhinde fısıltı gazetesi yine çalışmaya başlamıştı. Eserin seslendirilmesi istenmiyordu. Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in huzurunda konservatuarda seslendirilen bir koral bölüm öteki müzikçiler tarafından alaycı tebessümlerle karşılanmış, Saygun hepten ümitsizliğe sürüklenmişti.
Yunus Emre Oratoryosu orkestra eşliğinde tüm olarak seslendirilemeden rafa kalkmak üzereyken, Saygun'un dostu ve eserlerinin hayranı, dönemin ünlü şâiri Behçet Kemal Çağlar durumdan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yü haberdar etmişti.
Hemen Saygun'u Çankaya’ya dâvet eden Cumhurbaşkanı İnönü, Yunus Emre Oratoryosunu merak ettiğini belirtmiş, bir hafta kadar sonra Saygun’un Bahçelievler’deki evine eşi ve dostlarıyla birlikte konuk olarak, bazı bölümleri bizzat Saygun’un piyanosu ve sesinden dinlemişti.
Bu sunuş, eser hakkındaki tereddüt ve dedikoduları bir anda yok ediyor, İsmet İnönü “hemen provaların başlaması” dileğini belirtiyor, tıpkı Atatürk'ün Özsoy Operası'nın İran Şahı'nın ziyaretine yetişmesi için yaptığı gibi, “ilk provalara geleceğini” de duyuruyordu. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel de hemen kolları sıvamış, gerekli tedbirleri almıştı. İlk seslendirmenin program kitapçığındaki sunuş yazısını da Hasan Âli bizzat kendisi yazmıştı.
İLGİNÇ RASTLANTI
Nitekim, DTCF Farabi salonundaki ilk provada İsmet İnönü, ailesiyle birlikte hazırdı. Konservatuar Orkestrası'nı Saygun yönetiyor, solist partilerini eşi soprano Nilüfer Saygun ile tenor, müzikolog, besteci Halil Bedii Yönetken seslendiriyorlardı. 1946'da Yunus Emre 25 Mayıs 1946 Cumartesi günü saat 16.00’da DTCF büyük salonunda ilk kez seslendirildiğinde, Saygun ve İnönü bu onuru haklı bir gururla paylaşıyorlardı. O günün en seçkin solistleri Muazzez Ünlü (Soprano), Necdet Demir (Mezzo Soprano), Aydın Gün (Tenor) ve Hilmi Girginkoç (Bas) seslendirmede görev alıyordu. Rastlantıya bakın ki, Soprano Muazzez Ünal, ileriki yıllarda oratoryoyu en fazla yöneten şeflerden biri olan Rengim Gökmen'in annesi olacaktı. Oratoryo için Konservatuvar ve Gazi Eğitim koroları da birleşmişti.
Aradan tam 60 yıl geçmiş! İnönü’nün ne denli uzakgörüşlü bir değerlendirmeyle Yunus Emre’yi seslendirttiği, zaman içinde yapıtın yurt dışında aldığı övgülerle ortaya çıkmış durumda. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Macarcaya çevrilen oratoryo, 1947'de Paris'te, 1958'de New York'ta Leopold Stokowsky yönetiminde Birleşmiş Milletler’de, sonraki yıllarda aralarında Budapeşte, Viyana, Bremen, Berlin, Vatikan, Moskova, Amsterdam, Astana ve Washington'un da bulunduğu pek çok kentte seslendirildi, övgüler aldı. Bir Amerikan korosu, metni Türkçe okumayı bile başardı.
4 Mart gecesi, başarılı seslendirmeyi dinlerken bu öyküyu hatırladım. Yeni bıraktığı, bu uzunluğuyla kendisine entelektüel bir hava katan sakalı, yanında siyah türbanlı eşiyle oratoryoyu ciddiyetle dinleyen Bakan Ünal acaba bu öyküyü biliyor mudur? diye düşündüm.
Bakan Beyin, CSO'ya gelip bir konsere tanıklık etmiş olmasından memnun olduğumu söylemeliyim.
Son dönemin moda sözcükleriyle, “hayırlara vesile olur inşallah”...
Fotoğraflar: Şefik Kahramankaptan