Ticarî - finansal kapitalizmin önemli bir gerçeği “marka” olgusudur. Pazar ekonomisinde, parası olan “marka”lara yönelir, pazarda iyi ve büyük markalara çok talep olur, bu yüzden taklitleri yapılır. Marka tanımlaması sanata da girmiştir, “Türk opera markası” yaratma çabaları devlet eliyle sürdürülmektedir. Ancak, bir ticarî ürünün gerçek anlamda tutup marka haline gelmesi için, kaliteli, dayanıklı, gözalıcı, estetik değerleri içinde barındıran bir yapıda olması gerekir. Kişinin tek başına kendi adı da bir marka haline gelebilmektedir. Buna bizde verilebilecek güzel örnek “Livaneli” markasıdır. Ömer Zülfü Livanelioğlu'nun 1946'da Konya'nın Ilgın kazasında dünyaya gelişiyle başlayan öyküsü, Zülfü Livaneli olarak devam etmiş, sonunda “Livaneli” olarak değerli bir markaya dönüşmüştür.
Zülfü'yü 1968'de Ankara'da tanıdım. Belleğim beni yanıltmıyorsa şair Kemal Özer ve soyadını anımsayamadığım Alp adlı bir arkadaşla birlikte Ekim Yayınları'nı kurmuşlardı. Zülfü en gençleriydi. Ülker, okul çıkışı doğru oraya gelirdi. Müdafaa Caddesi'nde Kızılay Meydanı'nı gören kiralık bir dairede etkinliğine başlayan yayınevinin ilk kitabı John Reed'in İhtilalci Meksika'sı Filiz Onaran çevirisiyle 1969'da yayımlanmıştı. Kitabın kapak çalışmasıyla yayınevinin amblemini de, kulakları çınlasın bizim Ozan Sağdıç yapmıştı. Yayınevinde sıkça buluşurduk, Zülfü'nün sazını da ilk kez orada dinlemiştim.
Yıllar ve gelişmeler hepimizi bir yana savurdu. 12 Mart döneminde bir yıl kadar hapiste tutulan Zülfü, çıkınca yeniden tutuklanmamak için İsveç'e gitti. Onca yıl sonra bir kez Antalya'da bir tatil köyünde karşılaştık, son kez de Almanya Büyükelçiliği'ndeki etkinlikte sarılıp hasret giderdik:
Bunca girizgahı Livaneli'nin geçtiğimiz yazdan bu yana İstanbul, İzmir-Çeşme, Bodrum, Altınoluk, Ayvalık ve Ankara'da belirli aralıklarla devam eden “Sevdalım Hayat” etkinliğinden söz etmek için yaptım. 22 Şubat 2020 gecesi, Congressium Kültür ve Kongre Merkezi'ni dolduran 3000 kişi arasındaydık. Bu etkinliğin ve turnenin fikir babası, solistler arasında yer alan bas Teyfik Rodos'muş. Karşıyaka Oda Orkestrası'nda şef Rengim Gökmen'in Livaneli Senfonik Eserleri konserinden sonra bu kez LÖSEV, kendi yararına yapılacak bir konser için Livaneli Şarkıları'nı istemiş israrla. İzmirDSO ile bu konser verildikten sonra da, Teyfik Rodos bu anlatılı konser fikrini ortaya atmış. Nicedir “tekrara giriyor” diye kendi başına konser vermeyen Zülfü de bunu kabul edince, ortaya anlatıcılığını bizzat Livaneli'nin yaptığı, Livaneli Filarmoni Orkestrası'nı şef Rengim Gökmen'in yönettiği, solist olarak operamızın iyi sanatçıları soprano Görkem Ezgi Yıldırım, mezzosoprano Zeynep Halvaşî ve bas Teyfik Rodos'un yer aldığı, Zülfü'nun kardeşi Ferhat Livaneli'nin akustik gitarıyla, eski Bengi Bağlama Üçlüsü'nden ODTÜ'lü jeoloji mühendisi olmakla birlikte, halen İTÜ-TMDK'da öğretim görevlisi olan Erdem Şimşek'in bağlama ve curası ile katıldığı, gene İTÜ-TMDK'ndan kanunî Serkan Mesut Halili'nin de yer aldığı bu konser çıkmış.
Sevdalım Hayat, Livaneli'nin 2007'de yayımladığı anı kitabının adıydı. Bu kez Livaneli, her biri “hit” olan şarkıları ve öykülerini anlatmak üzere sahnedeydi ama doğaldır ki, bu genel yaşam öyküsündeki bazı ilginç anıları da kapsadı. Bunların en ilgincini aktarmak isterim:
Henüz ortaokul öğrencisiyken, o sıra adalet bakanlığı müfettişi olan babası, Çorum'un Mecitözü Adliyesi'ni teftişe giderken, yaz tatilindeki oğlunu da yanında götürüyor. O kendi işini yaparken ayakbağı olmaması için, “Benim oğlan bağlama çalar biraz, meraklıdır, burada iyi çalan biri varsa götürün yanına” diyor. Götürüyorlar, Ömer virane bir evde inanılmaz ustalıkla bağlamayı konuşturan yaşlıca kişiye hayran kalıyor, böylece ilk kez şelpe tekniğini görmüş oluyor. Daha sonra Ankara'da Ulus'ta bir bağlama yapımcısının dükkanına giderek, Mecitözü'nde gördüğü türden bir bağlama almak istediğini söylüyor. Usta, “Ha, sen dede perdesi, şelpe çalınacak bağlama istiyorsun” deyip, çocuğun durumunu görmek için “Seç duvardakilerden birini çal bakayım” diyor. Bakıyor ki fena değil, soruyor:
“- Senin adın ne bakayım?”
“-Ömer!”
“ Ne, Ömer mi, gözüm görmesin seni, defol git dükkanımdan!”
Daha sonra tekrar aynı ustaya giderek niye kovulduğunu öğrenmek istiyor, öteki adının da Zülfü olduğunu söyleyince durum tatlıya bağlanıyor. Böylece Livaneli ilk kez Alevîlik hakkında fikir sahibi oluyor. Ve yıllar yılı bu ustanın kendisi için yaptığı bağlamaları çalıyor. İşte Zülfü'nün uzun süre Ömer adını terkederek kullanmamasının nedeni de bu olayda yatıyor.
Konserde solistlerin tek tek ya da topluca seslendirdikleri, bazılarına Zülfü'nün de katıldığı şarkıların senfonik düzenlemelerini hem Türk, hem Batı müziğini iyi bilen, İTÜ-TMDK'ndan besteci Oğuzhan Balcı yapmış. Perdeye yansıyan fotoğraf ve filmlerin düzenlemesinde Yiğit Arslan imzası var. İki kez gösterilen mükemmel hologramları ise Benan Bey yapmış, soyadını aklımda tutamadığım için yazamadım. Kerki-Solfej şirketi organizasyonundaki konserde dinleyiciye verilen tek yaprak olsun bile basılı kağıt olmadığı için, tanımadığım, bilmediğim isimleri aklımda tutmakta zorlanmam doğal.
Livaneli'nin her şarkısının bir öyküsü vardır. Bunları tatlı tatlı anlattı, öykülerle ilgili görsel belgeleri de yansıda izledik. Türk edebiyatının ustaları, başta Nazım Hikmet olmak üzere, Orhan Veli Kanık, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Ali gibi şairlerin dizelerine nasıl hayat verdiğini anımsadık. Leylim Ley'de salonun nasıl hopladığına, Yiğidim Aslanım'da gözlerin nasıl nemlendiğine, özgün sözleri Fransız yazar Paul Eluard 'a ait olan Özgürlük'te ise salonun nasıl bir daha oturmamak üzere ayağa kalktığına tanıklık ettik.
Livaneli ile Rengim Gökmen arasındaki tanışıklığın, bu projeyle nasıl bir dostluğa dönüştüğünü de gördük. Üç saate yakın süren, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Almanya, Yunanistan, Hollanda, Arjantin Büyükelçilerinin eşleriyle birlikte izlediği konseri ayrıntılarıyla anlatmak sayfalar sürer. Ama bu “Sevdalım Hayat”, tıpkı neredeyse 50. baskıya ulaşan kitabı gibi gelecek kuşaklara yakın tarihimizden siyasetten sanata önemli bilgiler aktaracak bir görsel proje olarak, her isteyenin ulaşabileceği formatta yayımlanmalı.
Bizde modadır kendine “sanatçı” yakıştırması yapmak. Kimse çaldığı çalgısıyla, sesinin rengiyle, yani emek verdiği dalla ilgili anılmak istemez, “sanatçı” nitelendirmesini ön plana çıkarmak ister. Batıda genellikle birkaç dalda birden ön plana çıkmış kişilere sanatçı denir. İşte; yazarlığı, film yönetmenliği, senaristliği, besteciliği, şarkıcılığıyla “sanatçı” nitelendirmesinin usta bir terzi tarafından dikilmişçesine üzerine oturduğu bir kişiliktir Livaneli.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
23 Şubat 2020, Ankara