Ulus gazetesi Barış olmuştu, patronlar Vedat Dalokay ile Yaşar Aysev'di. Yazıişlerinde grafiker olarak çalışıyor, yazı müdürü ve birinci sayfa sekreteri Cemalettin Ünlü'ye de yardım ediyordum. Genel Yayın Yönetmeni Erdoğan Tamer'di. Gazete, Rüzgarlı Sokak'ta CHP Genel Merkezi'nin giriş katındaydı, amblemi barış güverciniydi! Birgün büyük bir patırtı koptu, patron odasının camı çerçevesi aşağıya indi. Dalokay ile Aysev büyük bir kavgaya tutuşmuşlardı. İşin tadı kaçmıştı.
Kendime iş aramaya başladım. İsteğim, Rüzgarlı'dan çıkmak ve daha lise yıllarında iken okul dergisini çıkararak başladığım gazetecilik mesleğinde ilerlemekti. Kapısını çaldıklarımdan biri de, Haftalık Haber Dergisi YANKI'yı yeni çıkarmış olan Mehmet Ali Kışlalı'ydı.
Konur Sokak 27/7 adresindeki apartman dairesinde, büronun girişinde getir-götür işlerini yapan Hamdi Boğatekin oturuyordu, o kadar. İçerisi boştu. Kışlalı'nın kapısını çaldı, beni odasına buyur etti. Kısa bir görüşme sonunda, “Ekonomik olanaklar kısıtlı, fazla bir ücret veremem, kabul edersen gel başla” dedi. Kabul edince salondaki uzun toplantı masasının alt yanında karşılıklı iki masadan kendi oda kapısını gören masayı gösterdi, “Buraya yerleşirsin” dedi. “Diğer arkadaşlar nerede?” diye sorunca, “Şimdilik senden başka kimse yok” cevabın alınca şaşırmıştım. Yoksa yağmurdan kaçarken doluya mı tutuluyordum? Ama kısa süre içinde mesleki anlamda hayatımın önemli bir fırsatını yakaladığımı anlayacaktım. Elimde Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu lisans diploması vardı ama Kışlalı'yla kesintisiz çalıştığım beş yıl, bunun üzerine yüksek lisans ve doktora diploması yerine geçecekti. Üstelik Kışlalı'yla kesintisiz bu kadar uzun süre çalışma rekorunu başka kimse kıramadı!
Kendisine “Mehmet Ali Bey” diye hitap ettiğimde, “Bana Kışlalı de, yeter” demişti. O da bana uzun olmasına rağmen “Kahramankaptan” diye seslenirdi. Sabah saat 08.00'de mesaiye başlardım, bazen Kışlalı'nın çoktan gelmiş olduğunu görürdüm. Bazen de telefon eder, ”Beklediğin yazıları evde yazıyorum, birazdan gelirim” diye haber verirdi.
Açık istihbaratın gazete ve ajans bültenleri üzerinden nasıl yapıldığını, haftanın önemli olaylarının nasıl kısa ama renkli bir üslupla yazılması gerektiğini, bir söyleşinin ( mülakat-interwiev) nasıl yapılacağını, kapak konusu seçimini ve işlenmesini, fotoğraf çekmesini hep ondan öğrendim. İlk yazılarım önüme, üzeri kırmızı kalemle işaretli olarak dönüyor, yeniden yazıyordum. Kısa sürede yazılardaki kırmızı düzeltmeler azalmış, sonunda Kışlalı derginin mutfağını bana emanet etmişti.
YANKI, Amerikan TIME dergisi model alınarak hazırlanan tarafsız bir haber dergisiydi. İç Olaylar, Dış Olaylar, Ekonomi, Toplum, Sağlık, Sanat, Seks, Spor gibi bölüm başlıkları altında haftayı toparlardık. “Yankı'nın İncelemesi” başlıklı “makale”yi Kışlalı kendisi yazar, bu derginin görüşünü yansıtırdı. 12 Mart döneminde, Kışlalı'nın askeri kesimden iyi kaynakları sayesinde yazdıkları dikkatle okunur, satır aralarından anlam çıkarılmaya çalışılırdı.
Haftasonları Yankı âdeta bir ajans gibiydi. Yankı'daki pazartesi yayımlanacak söyleşileri ve özel haberleri en boş gün olan Pazar için Milliyet, Cumhuriyet, Tercüman gibi dönemin büyük gazetelerine servis ediyorduk, pazartesileri gazetelerde YANKI'ya atıfla pek çok haber yayımlanıyordu.
Kışlalı'nın, çalışmayı bıraktıktan sonra Evinde çekilmiş bir fotoğrafı.
12 Mart Muhtırası verilmiş, 1. Erim Hükümeti'nden itibaren sık sık hükümet değişir olmuştu. Her yeni hükümet önce Anıtkabir'i ziyaret eder, sonra ilk toplantısını yapardı. Her yeni hükümet YANKI'nın kapağında yer alırdı. Kışlalı'yla birlikte fotoğraf makinalarını sırtlanır, Arslanlı Yol'un ağzında yürüyüşe geçmek için bekleyen kabine üyelerini aramızda paylaşır, yakın plan fotoğraflarını çekerdik. Renkli filmleri kutudan çıkan zarfa koyup Avrupa'ya yıkanmaya gönderirdik. Daha Ankara'da renkli film banyosu yapılamıyordu! O yıllarda her gazetenin muhabirlerinin yanı sıra foto muhabirleri vardı. Anıtkabirde ikimize hayretle bakarlardı. Bir “gazeteci”nin haberi alan, yazan, fotoğrafı çeken, gerektiğinde karanlık odaya girip filmi yıkayıp karta basan, hâtta postaneye gidip telefoto çekmesini bilen kişi olması gerektiğini Kışlalı'dan öğrenmiştim.
Kışlalı, Galatasaray Lisesi mezunuydu, orada öğrendiği Fransızcanın yanında ikinci dil olarak aldığı İngilizceyi de geliştirmişti. SBF'de okurken okulun basketbol takımını yükseklere taşımış,hâtta başka takımlara koçluk yapmaya başlamıştı. Gazetelerde yabancı dili sayesinde tercüme işi bulmuş, harçlığını çıkarmış, sonra kuzenlerinin de bu mesleğe daha öğrencilikten girmelerini sağlamıştı.
YANKI'daki çevremizde de iyi dil bilen, çeviri yapabilen insanlar vardı. Kışlalı “Outlook” başlıklı bir de İngilizce haftalık dergi çıkarıyordu. Tüm yabancı büyükelçilikler ve diplomatlar bu derginin abonesiydi. Dergide yayımlanacak bizim Türkçe yazıları sevgili Serpil (Uluç) Gogen gelir alır, İngilizce olarak hazırlar getirirdi.
Dergide tam zamanlı olarak Bingöllü HamdiBoğatekin ile ikimizdik. Akşamüstleri aynı sokaktaki Daily News gazetesinde çalışan Yalçın Karaç gelir, benim işaretlediğim kupürleri kesip tasnif eder, Cuma günleri ise sabahtan gelir, elinde kendi yaptığı “rubber sement- kauçuk çimento” şişesi, ben toplantı masası üzerine dizilmiş pikaj kartonlarına dizgiden gelen yazıları kesip yerleştirirken, o da yapıştırır, filme gidecek sahifeleri hazır ederdik. Sonra Yalçın'ı full time alan Kışlalı, derginin muhasebesini de ona emanet etti. Vefalı Yalçın, Kışlalı'yı ölümüne kadar hiç yalnız bırakmadı.
Kışlalı üç erkek kardeşin en büyüğüydü. Önce sevgili Ahmet Taner hain bir bombalı suikastle yok edildi, daha sonra Mahmut Cinnah Caddesi'nde trafik terörünün kurbanı oldu.
Ortanca Mahmut Tankut inşaat mühendisiydi, Almanca bilirdi, ara sıra gelir daire kapısının hemen karşısındaki odasını açar, Almanca'dan birkaç tercüme yapar, teslim ederdi. Küçük kardeş Ahmet Taner Kışlalı ise Sorbonne'da ünlü Maurice Duverger ile siyaset bilimi doktorasını tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi'nde akademik göreve başlamıştı. O da bazen Fransızca'dan tercümeler yapardı. İç politika üzerine yorumlarını ise soru-cevap şeklinde yayınlardık. Öcal ve Hıncal Uluç ile Serpil, Kışlalı'nın kuzenleriydi. Onlar da haftada birkaç yazı ile YANKI'ya katkıda bulunurlardı. Hepimiz bir aile gibi olmuştuk. Paris'teki Sipa Press Ajansının kurucusu Gökşin Sipahioğlu, Ara Güler, Associated Press Ajansı'nın Türkiye Temsilcisi Nick Ludington, Emel Anıl, Le Monde'un Ankara muhabirini Artun Ünsal, Emre Kongar, New York Times'ın sonra başyazarlığına kadar yükselen Thomas L. Friedman hep YANKI sayesinde tanıdığım isimler olmuştu.
Kışlayı'yla bir Cemiyet buluşmasında. Soldan üçüncü Şefik Kahramankaptan, ortada kazaklı Kışlalı,
yanında Cemiyet Başkanı Nazmi Bilgin, en sağda Süleyman Coşkun.
Kışlalı işsiz kalan gazeteci ya da akademisyen olursa kapısını açmaya çalışırdı, kimsenin siyasi görüşünü önemsemezdi, yeter ki gerçek gazeteci ya da işe yatkın olsun. Benim YANKI dönemimde kısa sürelerle Mustafa Ekmekçi, Yalçın Küçük, Süleyman Coşkun bizimle çalışmışlardı. Hâtta bir ara yeni çıkmaya başlayan Yeni Ortam gazetesinin Ankara Bürosu olarak çalışmıştık. Sonra onlar bir yer tutarak bağımsız bürolarını oluşturmuşlar, başına da Ekmekçi geçmişti.
Cumhuriyet'te yayımlanmak üzere yazı dizileri hazırlamama izin vermiş, bu diziler iki yıl üst üste Gazeteciler Cemiyeti tarafından ödüllendirilmişti. Bu arada İlhan Çevik'le ANKARA adlı günlük bir tabloid gazete çıkarmışlar, Öcal Uluç, Can Pulak gibi iyi gazetecilerin bulunduğu bu gazete beklenen ilgiyi görmeyince, “Seni biraz oraya gönderelim, gazetenin çıkmasını temin edelim, ilanı kesilmesin, Öcal'ı da buraya alalım” demişti. Gazete satılıncaya kadar, sadece bir sayfa sekreteri arkadaşla yayını sürdürmüştük.
Ayrılma sürecine girildiğinde son derece anlayışla karşılamış, yeni bir iş buluncaya kadar devam ederken yetişmeleri için birkaç kişiyle ilgilenmemi istemişti. Biri genç yaşta yitirdiğimiz, sonradan diplomat olan Ömer Tarkan, diğeri ilerde dergi yöneticiliği ve yazarlıkta zirveye tırmanacak olan Mehmet Yakup Yılmaz'dı. Bu arada askerlik görevine gidip döndüm ve sonrasında yeni bir kurumda işe başladım. Sonraki yıllarda YANKI'dan onlarca kişi geldi geçti. Çoğu Kışlalı Okulu'ndan çok şey öğrendiler, sonraki yıllarda basında kendilerine iyi yerler buldular. YANKI'nın isim hakkı, elden ele dolaştı ama kimse temel gazetecilik ilkeleriyle gerçek bir haber dergisi olarak sürdürmediği için, adı kaldı yâdigar. İsim hakkını son ele geçirenler görebildiğim kadarıyla ticari ve siyasi amaçları için kullanıyorlar.
Kışlalı, ülkemizin ilk “diplomasi” muhabiriydi. Aynı zamanda cesaretli bir girişimciydi. Hep yeni teklifler hazırlayıp yeni işlere girişti. Bunları internette bulabilirsiniz.Onu hepimizin gözünde yüceleştiren, bağımsız, objektif gazetecilik ilkelerinden ayrılmayışı ve Türkiye'de hâla onun adıyla anılan YANKI dönemidir.
Düşünüyorum da, üniversite sonrasında Onun yanında yetişmeseydim, sonraki yıllarda meslekte bu denli ilerleyemez, şimdi bir işçi emeklisi olmama karşın, SANATTAN YANSIMALAR sitesini kurup yönetemez, yazılarımı anlaşılır ve hızlı şekilde yazamazdım. İyi ki birlikte çalışırken zaman zaman aramızda o “düşük yoğunluklu çatışma”ları yaşamışız.
Son birkaç yılını hayli sıkıntılı geçiren Mehmet Ali Kışlalı ( 1933-2020) nur (ışık) içinde uyusun. Çocukluklarını bildiğim oğulları Murat ve Orhan'a, beş torununa, üç yeğenine, tüm sevenlerine sabırlar diliyorum. Bizler Kışlalı'yı hiç unutmayacağız
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
26 Temmuz 2020, Kaş
Not: Ne yazık ki,o yıllardan basılı fotoğraflar yanımda olmadığı için yazıyı zenginleştiremedim.