Nasıl bir gündü bu? Akşamüstü yoğun bir telefon trafiği içindeydik. Bir taraftan rahmetli büyük bas Ayhan Baran'ın kızları Işıl ve Ayda, bir yandan Tayyar Seskır... Konu, değerli dostum, büyüğüm, belirli aralıklarla buluşup dertleştiğimiz İlhan Baran'ın sağlık durumunda oluşan istikrarsızlıktı.
Fotoğraf: Şefik Kahramankaptan
Baran'la en son bir buçuk ay kadar önce buluşup yemek yemiştik. Fiziksel durumunda biraz gerileme görmüştüm, eski çevikliği kalmamıştı, yürümekte güçlük çekiyordu. Bacaklarının ağrıdığından yakınıyordu. Bu inatçı dostu hastaneye götürmek, doktora göstermek mümkün değildi.
Şimşek Sokak'ta günlük güneşlenme yürüyüşünü o gün birlikte yaptık. Belediyenin koyduğu babalardan birinin üzerine “Burası dinlenme yerimiz” diye oturdu. Ama belleği herzamanki gibi pırıl pırıl, belagâti hep olduğu gibi güçlüydü.
Bugün öğleden sonra Işıl'dan gelen telefon sonrası, bir telefon trafiği yaşadık. Tayyar'dan durumu öğrendim. O hergün hocasına mutlaka uğrar, yoklardı ama anne-babasıyla ilgili gelişmeler üzerine İzmir'e gitmek zorunda kalmıştı.
Işıl, ablası Ayda'nın küçük oğlu Efe ile sabah amcasını ziyaret etmeye hazırlanıyordu. Hangi saatte gitmelerinin uygun olacağını anlattım, kapıdan cevap alamazlarsa kafeye uğrayıp bakmalarını söyledim. Ben de sabah İstanbul'a gidecek, 3 Aralık'taki İdil Biret konserine dönecektim. İlhan Hoca'yla 8 Aralık'ta buluşacağımızı, İstanbul'dan gelecek Yalçın Tura ile birlikte olacağımızı anlattım. Ama ne İstanbul'a gitmek, ne de üç besteciyi, Baran, Yalçın Tura ve Muammer Sun'u bir araya getirmek kısmetmiş demek ki...
Akşam, değerli besteci-kemancı Hasan Niyazi Tura'nın, iyi arpçi Özlem Başabak'la Filarmoni Konserleri dizisinde CSO Salonunda konseri vardı. Konsere gittik. Hasan, o düzgün, sempatik konuşmasıyla çalacakları eserler hakkında kısa bilgi veriyor, ardından virtüozitesini konuşturuyordu. Özlem Başabak, sağlam ve müzikal eşliğiyle enstrümanındaki ustalığını konuşturuyordu.
Bach, Bartok, Saint-Saens, Debussy, Sibelius birbirini kovalarken, sessizdeki cep telefonumdan ayrı ayrı arayan Işıl ve Ayda Baran'a, Tayyar Seskır'a “Konserdeyim” mesajları attım. Meraklanmıştım. Üçü de aradıklarına göre, yoksa?
Hasan ile Özlem, konserin sonuna gelmişlerdi. Hasan, babasının Yılmaz Güney'in Umutsuzlar filmi için yazdığı “Umutsuz” parçasını anlatırken, vefasını göstererek “Müzik dünyasının ve Ankara'nın önemli kaybı, Mehmet Başman'ın anısına adıyorum” deyince,sol yanımda eşim, sağ yanımda annesi Ayşe Sabahat Tura kendimizi tutamayıp alkışladık. Hasan, “Bir parça daha ister misiniz?” diye sorunca salondan gelen alkışa karşılık, Özlem Başabak'la birlikte, gene babasının unutulmaz Aşk-ı Memnu müziğini, Kürdilihicazkar Saz Semaisi'ni seslendirdi.
Kutlayıp çıktık. Önce Işıl Baran'ı aradım, son iki parçanın hüzünlü havasını henüz üzerimden atmamışken, içime doğan kötü haberi aldım. Ardından Tayyar ve Ayda ile konuştum.
Baran'ın Şimşek Sokak'taki evinin hemen iki apartman ötesinde bir kafe vardı. Artık sabah kahvaltısını evindeki tek elektrikli alet olan çaymatikte pişirdiği çay ve bisküi ile yaptıktan sonra, öğle saatinde bu kafeye giderek yemeğini yiyordu. Biz de son zamanlarda evde buluşup, oturup konuşmaya buraya gidiyorduk. Kafedekilerle muhabbeti iyiydi. Bugün İlhan Baran'dan hiç ses çıkmayınca, akşama doğru gidip kapısını çalmışlar, hiç yanıt alamayınca hemen telefonla Tayyar'ı haberdar etmişlerdi. Biz konserdeyken gelen telefonlar, bu üzücü haberi vermek içinmiş.
Tadım, tuzum kaçıverdi. İlhan Baran, yıllardır yalnız yaşayarak sürdürdüğü inadıyla, âdeta isteyerek hayata veda etmişti. Çilingirle kapı açıldığında salonda yerde cansız bulmuşlardı onu. Sohbetlerimizde, “Sonunda hepimiz geberip gideceğiz” derdi kızdığı zaman. Müthiş bir entellektüeldi. Hala National Geographic okur, Fransızca yeni romanları izler, zinde olduğu dönemlerde sinema filmlerini sinemada seyrederdi. Yaşama, adaletsizliklere, entrikalara olan kızgınlığıyla 36 senedir beste yapmıyordu ama eğitimciliği sevdiği için o derya gibi birikimini gençlere aktarmaktan büyük haz alıyordu.
Onunla ilgili yazdığım kitaba “Müzikte Derin Zirve” başlığını koymuştum. Son buluşmamızda sözü, aslında yayınlandıktan sonra demlenmeye bırakıp birkaç ay sonra okuduğunu bildiğim kitaba getirip “İyi ki öyle roman gibi yazmışsın kitabı. Her okuyandan övgü alıyorum, herkes bilinmesi gerekenleri gerektiği kadarıyla öğrenmiş oldu” demesi doğrusu beni mutlu etmişti.
Bu pek çok kişi için “gizemli” dostu yitirmenin üzüntüsü içinde, bir an Hasan Tura'nın babasının Umutsuz parçasını Mehmet Başman'ın anısına çaldığını düşündüm. Bu “Umutsuz”, bizim İlhan Baran'ın anısına da gitti gönlümde... O da, umutsuzluğu yaşarken kendini dik tutabilme becerisini göstermiş, dünyanın yükünü ruhunda taşımış bir insandı.
Üst üste ne çok dostumuzu yitirdik. Ama onlar hep yapıtlarıyla yaşayacak, gelecek kuşaklara ışık tutan insanlardı. Baran'ın o inanılmaz güzellikteki Dönüşümler Triosu'nu birileri şu anda Dünyanın bir köşesinde seslendiriyordur, kimbilir?