Nazım Hikmet'in şiirleri, onları belki de ozanın kendisi de dahil günümüze kadar en güzel okuyan can veren oyuncu Genco Erkal, bu şiirleri seçip besteleyerek oratoryoyu oluşturan uluslararası besteci-piyanistimiz Fazıl Say, orkestra, koro, solistler ve hepsinden önemlisi Bilkent Odeon'u dolduran 4000'i aşkın kişi tek yürek dimdik ayakta...
29 Ağustos gecesi, Bilkent Odeon'daki görkemli olayın özeti budur.
Türkiye'nin içinde bulunduğu vahim iç ve dış koşullarda, Nazım'ın 70 yıllık geçmişi olan dizeleri, nasıl da güncel, nasıl da anlamlı günümüzde...
Günümüzde artık, sadece “sivil” orkestra ve girişimler tarafından seslendirilen Nazım Hikmet Oratoryosu'nu aslında kime borçluyuz biliyor musunuz? Kültür Bakanlığı'na... Eseri, o dönem çiçeği burnunda sayılabilecek Fazıl'a sipariş eden Kültür Bakanlığı'ydı! Günümüzde de, devlet orkestra ve korolarınca seslendirilmesini engelleten Kültür ve Turizm Bakanlığı!
Anılarım canlanıyor birden... Yıllar öncesine, Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu'ndaki ilk seslendirme geliyor gözümün önüne... Yıl yanılmıyorsam 2001'di. Orada dimdik ayakta alkışlayanların arasında, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de vardı... Kültür Bakanı İstemihan Talay, beste siparişlerinin mimarı Hüseyin Akbulut, orkestranın solundaki tribünde ayrılmış protokol bölümünde bir aradaydılar. Karşı tribünden gözlemiştim onları. Sezer, kulise geçerek sanatçıları tek tek kutlamıştı.
Eser, Fazıl Say'ın müzikleri içinde Opus.9 sıra numarasını taşır. Şöyle belleğimi zorluyorum, prömiyerde şef kürsüsünde gene Naci Özgüç vardı, devlet korosunu da şef İbrahim Yazıcı hazırlamıştı. 2015 seslendirmesinde şef kürsüsünde gene Özgüç vardı, Yazıcı da taptaze bir girişim olan Nazım Hikmet Korosu'nu Orhan Öner Özcan'la birlikte hazırlamıştı.
Oratoryonun alt başlığına Fazıl, “Koro, solistler, piyano, anlatıcı ve orkestra için” altbaşlığını düşmüştür. Bu görkemli bileşimin sahnedeki icra sırasında ana kahramanı kuşkusuz Genco Erkal'dır.
Aradan geçen 14 yılda, yaşlılığın belirtileri iyice yüzüne çökmüş, şu sıralar sol kolu alçıda da olsa, Genco Erkal, içselleştirdiği, dizelerine sapına kadar inanıp katıldığı Nazım'a büyük bir güçle yeniden can verdi... Düşünüyorum da, bu kaçıncı icra. 30'a yaklaştı. Her seferinde daha bir devleşiyor Genco Erkal.
Güncelliği yakalamak adına, Nazım'ın şu 16 şiirini bulup okumanızı dilerim:
Üç Selvi / Açların Gözbebekleri / Kerem Gibi / Dizboyu Karlı Bir Gece / Bugün Pazar / Ben İçeri Düştüğümden Beri / Yatar Bursa Kalesinde / Hapisten Çıktıktan Sonra / Kız Çocuğu / Hiroşima / Nereden Gelip Nereye Gidiyoruz ?/ Vatan Haini / Şehitler / Davet / Memleketim / Yaşamaya Dâir
Genco Erkal'ın sesinden Nazım'ı dinlerken belleğimde daha da eskiden görüntüler canlanıyor. Kadıköy'de Hasırcıbaşı'ndan çıktıktan sonra Şifa'da Baklatarlası civarındaki ev gözümün önüne geliyor. Babam evi gösterip anlatırdı: “Bir arada burada Nazım Hikmet oturdu. Evin önünde siyah bir otomobil, paltolu, şapkalı, Beykoz kunduralı adamlar bekleşirlerdi. Onu takip eden sivil taharrîlerdi bunlar...”
Dönelim biz gene oratoryoya...
Bariton partilerinde Arda Aktar, mikrofonla mesafesini iyi ayarlayarak pırıl pırıl bir seslendirme yaptı. Tertemiz bir artikülasyon, duyguyu yansıtan yüz ifadesi ve duruşuyla, ileriki seslendirmeler için kadroda yerini aldı. Serenad Bağcan, artık Fazıl'ın tüm vokal işlerinde “mütemmim cüzü” yâni ayrılmaz parçası gibi. Türk ozanlarının dizelerine ses vermede bizi mükemmele alıştırdı.
Çocuk solistlere gelince, ben onları “esas” işlerinden tanıyorum. Üçü de Bilkent Müzik İlköğretim Okulu'nun başarılı öğrencisi. 11 yaşında, Muhammetcan Turdiev'in keman öğrencisi. Şimdiden dereceye girdiği ulusal ve uluslararası yarışmalar var. Her dinleyişimde gelişmesini gözlediğim Çatakoğlu, pembe giysisi içinde 75 dakika boyunca ciddiyetle oturdu, eseri özümsedi ve iki kez sırası geldiğinde iyi bir çocuk sesiyle söyledi şarkısı... İdil Bursa da, Gökçe'nin yaşıtı ve Artur Rahmatulla'nın viyolonsel öğrencisi... Çalgısında yaşının çok ötesinde. Son ADK-Der Viyolonsel Yarışması'nda dinledim. Yaşça büyüklerini sollayarak son altıya kaldı. Oratoryada ise sarı giysisi içinde, iki kez blok flüt partisini seslendirdi. Çetin Özen ise henüz 10 yaşında ve Aydın Mecid'in vurma çalgı öğrencisi. Küçük bi vurmalı çalgı olan “glokenspiel” partisini çaldı.
Gelelim koroya...
Hani “Kötü mal sahibi, kiracıyı ev sahibi yapar” derler ya... Nazım Hikmet Korosu da tam bu hesap.
Devlet Çoksesli Korosu'nun Fazıl Say'ı boykot ettiğini açıklamasından sonra, iş başa düştü ve Fazıl bir çağrı yaparak Nazım Hikmet Korosu'nu, ozanın adını taşıyan vakıf bünyesinde oluşturdu. Koronun henüz üç aylık bir geçmişi var. Ama bu 55 opera-şan öğrenimi görmüş genç insan, çalıştırıcılarıyla birlikte işe öyle inançla sarıldı ki, ilk kez dinleyici önüne çıktığında 40 yıllık profesyonel koro izlenimi bıraktı.
Kadın üyelerin giysisini kim çizdi merak ettim, kadın koristlerin enerjisini yansıtıyor, göze de çok hoş görünüyordu. İmzayı koro listesi bölümünde buldum, tam da önümde oturan, geçirdiği bir kaza nedeniyle boyunluklu ama beğenisini sıklıkla yanındakilere el işaretleriyle vurgulayan Barbaros Şansal'a aitmiş çizgiler.
En önemli yenilik, koroda bir koreografik uygulama da yapılmış olmasıydı. Erkeklerin kadınların ardından zıp diye fırlayışları, oturup kalkmaların gayet bütüncül ve enerjik sergilenmesi, öz-biçim ilişkisi yansıtan bölüntülerin altında, Yakın zamana kadar Ankara Devlet Balesi'ndeki üstün etkinlikleriyle alkışladığımız Elif Aktar'ın imzası vardı. Geçirdiği bir sakatlık nedeniyle artık aktif sahne yaşamından çekilmek zorunda kalan Elif Aktar fırsat verilirse bale koreografileri için de umutluyuz.
Koronun müzikal anlamda başarısını, ilerde klasik eserlerde görev aldıklarında değerlendirmek daha doğru olacak. Nitekim bu fırsatı Bilkent Senfoni Orkestrası önümüzdeki sezonda NHK'na iki kez verecek. Koro, BSO'yla birlikte Verdi'nin “Messa da Requiem” ve Britten'in “Sinfoni da Requiem” başlıklı eserlerinde görev yapacak.
Orkestrayla ilgili birkaç not da aktarayım: Toğrul Ganiyev'in Bilkent'ten istifa edip Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'na geçtiğini açıklamasının ardından, başkemancı koltuğunda
konzertmeister yardımcısı İrina Nikotina oturuyordu. Ganiyev'in kızı Ceyla Ganiyeva ise birinci keman grubunda orkestra dersinin gereğini yerine getiriyordu. En mutlu üye, orkestranın müdürlüğünü de yapan vurma çalgılar grup şefi Aydın Mecid olmalıydı. Çünkü İngiltere'de yüksek lisans yapan büyük oğlu Mevlan Mecid keman grubunda, Berlin'de lisans okuyan küçük oğlu Elman Mecid de vurmalılar grubunda görev yaptı bu konserde.
Fazıl Say'ın ilk kez bu eserde kullandığı askı davulu (köy davulu), Türk vurma çalgılarında ekibinin vazgeçilmezi haline gelen Aykut Köselerli'nin boynundaydı.
Fotoğraflar:
Şefik Kahramankaptan