Yağmurlu bir pazar günü... Bonn'daki otelin salonundan bahçeye baktığımda at kestanelerinin çoktan olgunlaştığını, her rüzgar estiğinde patır patır yere düştüklerini görüyorum. At kestaneleri hep “yeni sezon” habercisidir benim için... Ekimle birlikte perdeler açılır, konserler başlarken, at kestaneleri de Ankara caddelerinde kendini gösterir. Bonn'a ise sonbahar çoktan gelmiş.
Gözlerim bahçedeki at kestanelerinde, bu yazın ne yoğun, ne hızlı geçtiğini düşünüyorum. Zaten artık “yeni sezon” kavramı Avrupa'da olduğu gibi bizde de kağıt üzerinde kalacak.. Çünkü yaz festivalleri, açıkhava konserleri, gösteriler, ustalık sınıfları birbirini kovalıyor.
Aslında çok da “ikircikli” geçti yaz. Tıpkı son bir buçuk yıldır olduğu gibi... Devlet sanat kurumlarında çalışanlar, şu artık adını bile anmak istemediğim, kurumlarını yokedecek hükümler getirmek isteyen malûm “taslak”la ilgili bilgileri arttıkça, ikiRcikleri de arttı doğal olarak... Öyle bir noktaya gelindi ki, “havadan nem kapmak” deyiminde olduğu gibi, her gelişme ve gecikmenin altında malûm taslak aranmaya başlandı.
Operada genel müdür mü değişti?
Yeni genel müdür vekaleten mi atandı?
Genel müdür yardımcılıkları ataması imzada niye gecikti?
Orkestra programları niye açıklanmadı?
Yakıştırılan, hâttâ yangına körükle gidercesine konuyu bu açıdan magazinleştirip büyüten “bir kısım basın” da dahil olmak üzere, cevaplarda ilk akla gelen, oydu.
Trabzon'un T'si... Ünye'nin Ü'sü... Samsun'un S'si... Adana'nın A'sı... Kastamonu'nun K'sı...
Konunun takipçisi bürokrat da artık için için gülüyordu mutlaka... En azından, hedeftekilerin psikolojik baskı altında kalmaları, “şeytan azapta gerek” sözünün “sanatçı azapta gerek”e dönüştürülmesi sağlanmıştı. Bu konudaki son açıklamasını da , taaa Pekin'den, Beijing Uluslararası Kitap Fuarı'nda yaptı, “Karar siyasi iradenin” diyerek...
Siyasi irade de, bağlayıcı bir belge “olması gereken” yeni hükümet programına, o artık adını anmak istemediğim taslak ve yapılacak düzenlemeyle ilgili “îma” edici dahî bir cümle koymadı! İmzaların bakanlığa uğramaması nedeniyle hep geciktiği, onayların son anda çıktığı “sayın bakan” dan da yeni bir açıklama gelmedi. Benim konuyu kurcalayan muhabirlere de tavsiyem, durup dururken, bakana hiç o malûm taslağı sormasınlar, adını bile anmasınlar!
Ana muhalefet partisinin kültür-sanat işlerine bakacak yeni genel başkan yardımcısı da, konuyu izleyecekse “kapalı kapılar ardında” izlesin, bakana soracaksa öyle sorsun, ama kamuoyu önünde gündeme getirmesin. Hani “karpuz kabuğu” meselesi...
Maksat yeni spekülasyonlar, yerinde veya yersiz yorumlar yapılmasın!
Yâni demem o ki, hepimiz, elbirliğiyle konuyu izlemeye devam edelim, hiç aklımızdan çıkarmayalım ama birbirimizi, bürokratları, siyasetçileri “tahrik ve teşvik edici”, provakatif, ajitatif davranış, beyan ve girişimlerden de kaçınalım!
**
Gözümü alamadığım at kestaneleri, bana irili ufaklı taşları anımsatıyor birden... Geçtiğimiz yaz, sanatçılar arasında açıktan-gizliden taş-laf savaşları yaşandı. Sosyal medya denilen kimsenin ağzının dümenine hâkim olmadığı mecra başta olmak üzere, duymak istemediğimiz türden yazışmalara tanık olduk. Daha “tüyü bitmemiş”lerin bile bu tartışmalara taraf olup, ilerde baktıklarında üzülecekleri türden yorumlar yaptığını gördük.
Sonuçta, Türkiye'nin ve toplumun yaranına olan kimi etkinliklerin yönetimi el değiştirdi, kimileri iptal edildi, sanat dünyasında, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi “kutuplaşma”, “kamplaşma” yaşanmaya başladı. İş neredeyse “Düşmanımın arkadaşı da düşmanımdır” anlayışına doğru gitmeye başladı.
Türk kafası, bu tip durumlarda hep kendisinin haklı olduğunu düşünür, giderek haklılık derecesini arttıracak yorumlar geliştirir kafasında... Yol yakınken yanlışını kabul etmeyi, özür dilemeyi de bilmez... Sonuçta şu sosyal medyada, bir yığın adam arasında, bir yığın kırgınlık!
Önemli psikiyatristlerimizden, yazar Prof. Dr. Engin Geçtan'ın bir sözüne çok önem veririm. Hâttâ biraz geliştirdim bile bu sözü:
“Neyi söylediğin değil, nasıl söylediğin önemli”...
Buradaki “değil”i “kadar” yapınca bence söz daha da anlam kazanıyor. Yâni “Neyi söylediğin kadar nasıl söylediğin” önemli...
Umarım, genci, orta yaşlısı, yaşlısı, bu yaz yaşananlardan herkes kendi üzerine düşen dersi çıkarmıştır!
21 Eylül 2014 / Bonn