Orkestra Akademik Başkent'in “Denizbank Konserleri” kapsamındaki Şubat programında hem ilk kez dinleyeceğimiz bir eser, bir soprano ve bir şef vardı. Dolayisiyle bizler için “yenilik”lerle dolu bir konser olacaktı.
Amerikalı şef Richard Rosenberg tarihsel ve niteliksel anlamda geniş yelpazede çalışmaları bulunan, deneyimli bir müzik insanı. Moldovalı soprano Natalia Roman, kariyerini İtalya merkezli olarak sürdüren ve dünyaya açılmaya çalışan bir opera şarkıcısı.
Programdaki ilk eser Phanos Dymiosis'in Yaylı Çalgılar Orkestrası için Süit'iydi. Konser öncesi yaptığım araştırmada besteci ve eseri hakkında Hiçbir bilgiye ulaşamadım. Adı, Yunan olduğunu gösteriyordu. Nitekim eserinde de Anadolu ve Yunan müziklerinden Akdeniz esintileri hissediliyordu. Konser sonrası şefe sorunca, bestecinin İngiltere'de çalışan Kıbrıs Rumu bir viyolacı olduğunu, sekiz yıl önce sarhoş bir sürücünün çarpması sonucu yaşamını yitirdiğini öğrendim. Eserin Türkiye'de ilkseslendirilişi böylece Rosenberg'in bagedi altında yapılmış oldu.
İkinci eser, Türkiye'de pek az seslendirilen barok dönem İtalyan bestecilerinden Giovanni Battista Pergolesi'nin (1710 – 1736) dinsel müziklerinden Do minör “Salve Regina”sıydı. Natalia Roman, altı bölümlük eserde, yaylıların dikkatli eşliğinde, yer yer vibratoyu fazla yapsa da, temiz bir seslendirme sergiledi.
Konserin ikinci yarısında ise, orkestranın 11 yıllık geçmişinde defalarca seslendirdiği Peter İliç Çaykovski'nin Yaylılar için Serenad'ı çalındı. Bu romantik eserdeki duygu yükü, Rosenberg'in yorumuyla başarıyla yansıtıldı.
Peki acaba şef ne düşünüyordu. Genellikle, “kibarca” birkaç övgü sözü sarfedip soruyu savuştururlar ama Rosenberg içtenlikle bakın neler söyledi: “Hafta boyu çok verimli bir çalışma yaptık. Orkestra üyeleri, çalışkan, seçkin müzisyenler. Ben hem prova sürecinden, hem konser etkinliğinden çok memnun kaldım.”
Fuayede, orkestra üyelerinin de şefi hararetle kutlayıp teşekkür etmeleri, memnuniyetin karşılıklı olduğunu ortaya koyuyordu. Demek ki sadece biz dinleyenler açısından değil, müzisyenler ve konuk şef için de iyi bir konser oldu. Seslendirme bakımından evet! Ama dinleyicinin bir bölümü alınan zevki, her bölüm arasında alkışlarıyla zedeledi.
OAB'in dinleyicisinin bir kısmı Denizbank'ın davetlileri, bir kısmı da üniversitenin öğrencilerinden oluşuyor. Kuşkusuz sürekli izleyici haline gelmiş müzikseverler de var.
Öğrenci ve davetlilerin bir bölümü belki bir klasik müzik konserine ilk kez geliyor ve her duraksamada alkışlanması gerektiğini zannediyor! Üstelik, salonun bir bölümün sessiz kalmasından, şefin dönüp selam vermemesinden verilen mesajı da almıyor.
Peki niye bazı istisnalar dışında alkışlamamak gerekir?
Çünkü bu ara alkışlar şef, solist ve orkestranın eser üzerindeki yoğunlaşmasını olumsuz etkiliyor.
Eserin bütünlüğü bozuluyor. Ayrıca arşiv kaydı da olsa, bütün bu zamansız alkışlar, kayıt içinde de yer alıyor ve bu kaydın örneğin bir radyo proframında kullanımını zorlaştırıyor.
26 Şubat akşamı, Bağlıca Yerleşkesi'ndeki OAB konserinde durum tam da böyleydi. Müzisyenler birbirlerine bakıp tebessüm ettiler, şef de onlara naif bir biçimde uydu, arkası dönük bekledi!
Konserin en sonunda ise dinleyicileri alkışlayarak ironik ber mesaj verdi.
Konserde, OAB Genel Müzik Yönetmeni şef Ertuğ Korkmaz ve Konservatuar müdürü Prof. Ertuğrul Bayraktarkatal'la birlikte oturuyorduk. Ertuğ Korkmaz, bu alkış faslı ikinci yarıda Çaykovski'de de devam edince kulağıma “Bu akşam galiba kim önce alkışlayacak yarışması var!” dedi. Pek hoşuma gitti ve bu sözü başlıkta kullandım!
Peki ne yapmalı?
Gelebilecek eleştirilerden çekinmemeli ve önlem almalı. Konser öncesi dinleyiciye, eserlerin kaç bölüm olduğunu el programında görebilecekleri, şef dinleyiciye dönmeden alkışlanmaması gerektiği anons edilebilir. Ayrıca, Bilkent'in üç senedir yapmakta olduğu gibi, el programında her eserin sonuna alkış işareti konulabilir.
Yeni sezon, yeni salon beklenmeden, hemen Mart ayı konseri için bu önlemi almakta yarar var.
Orkestra Akademik Başkent'in konserleri Başkent Üniversitesi'nin bir kültür sanat etkinliği olduğuna göre, böylece “dinleyiciyi eğitme” işlevini de yerine getirebilir.