20. yüzyılda doğmuş olsak da 21. yüzyılda yaşıyoruz. Çağdaş ya da çağcıl diye nitelendirdiğimiz kişi ve eserler gerçekten ne kadar çağdaş? 21. yüzyılda yazılmış olması nedeniyle her eser çağdaş mıdır, yoksa niteliklerinin de çağdaş mı olması gerekir?
Biliyoruz ki, 21. yüzyılda yazılmış ama 18. ve 19. yüzyılda oluşmuş üslupları taklid eden eserleri de çağdaş olarak nitelendirmek pek doğru değil.
Bu kısa fikir jimnastiğini, 13 Nisan gecesi, 33. Uluslararası Ankara Müzik Festivali’nde, bir Ankara ve iki Dünya prömiyerinin yapıldığı şef Burak Tüzün’ün yönetimindeki Hacettepe Ü. Senfoni Orkestrası konseri sırasında yaptım. Dinlediğimiz 20. yüzyıldan izler taşıyan 21. yüzyıl müziğiydi çünkü. Bu niteliğiyle de “müzik yaşamına ve gelişimine katkı” anlamında bir festivale yakışır bir konser oldu.
İlk eser, Ateş Pars’ın (d.1942) Yaylılar İçin Senfoni’siydi. İdil Biret ve Suna Kan'dan sonra 6660 sayılı Hârika Çocuklar Yasası'ndan yararlanan üçüncü yetenekti Pars...
Paris Devlet Konservatuvarı’nda Vladi Perlmutter’le piyano çalışmış, kompozisyon derslerini İdil Biret'in de öğretmeni olan Nadia Boulanger’den almıştı.
Almanya'nın Coburg kentinde, eşi soprano Neşe Demirdeş Pars'la yaşayan Ateş Pars, yaşamını beste yapmaya adamış durumda. Büyük bir disiplinle her gün çalışıyor. Türkiye'de ÇAĞSAV Müzik etiketi altında basılmış ve halen raflarda, internette satışta bulunan biri “Oda Müziğinde Atonal”, diğeri Piyano Konçertosu ve 3. Senfoni olmak üzere iki CD'si bulunuyor.
Pars’ın 68 opus numarası taşıyan, senfoni orkestrası için yazılmış sekiz senfonisinden sonra gelen, sadece yaylılar için bestelediği, oda senfonisi de diyebileceğimiz eser, bestecinin kendine çizdiği yolun önemli bir örneğiydi. Pars, genel olarak üç tonlu ve çok tonlu armoni anlayışına sahip, çizgisel olarak da kendine özgü bir 12 ton tekniği uyguluyor. Eserlerini seslendirmek zor. Toplulukların eseri önce anlaması, bestecinin ne yapmak istediğini keşfetmesi, ardından hayli çalışması gerekiyor.
HSO’nun 14 kadın ve 6 erkekten oluşan 20 kişilik çekirdek yaylı topluluğunun, Tüzün yönetiminde bu zor sürecin altından başarıyla kalktığını söylemeliyiz. Dinleyicinin alkışları sürerken, şef Tüzün, salonda bulunan besteci Ateş Pars’ı sahneye davet etti, merdivenlerin başına kadar giderek kendisini karşıladı ve şef kürsüsüne yönlendirdi. Bir besteci için en önemli an gelip çatmıştı. Pars, alkışlar arasında orkestrayı ve dinleyiciyi selamladı, başkemancı Seda Baykara’nın eline bir nezaket öpücüğü kondurarak orkestraya şükran duygularını ifade etmiş oldu. 9. Senfoni, Pars’ın 3. Senfoni ve Piyeno Konçertosu’ndan sonra Türkiye’de seslendirilen büyük ölçekli üçüncü eseriydi.
Geçmiş dönemlerde hemen her sezon Beethoven ve Çaykovski senfonileri, Vivaldi konçertoları üst üste seslendiren bu orkestra, Konservatuvar Sanat Kurulu’nun oluşturulması ve Burak Tüzün’ün genel müzik yönetmenliğine getirilmesinden sonra, hem genel anlamda, hem de kendi öz varlığına yönelerek Türk bestecilerinin yeni eserlerinin ilk seslendirmelerini yapmaya, onların tanıtımına katkıda bulunmaya başladı.
Konserin ikinci yarısında sahne, çalışmalarını eşzamanlı olarak Amerika ve Türkiye’de sürdüren viyolonsel solisti Rahşan Apay’ındı (d. 1975). Apay önce HSO eşliğinde, kendisine ithaf edilmiş olan, Amerika ve Türkiye’de hocalık yapan, eserlerinin bir bölümü Naxos etiketi altında yayımlanan, minimalist eğilimleri ağır basan bestecimiz Kamran İnce’nin (d.1960) “The Crying Wall /Ağlama Duvarı” adını verdiği tek bölümlük viyolonsel konçertosunun Dünya’da ilk seslendirilişini yaptı.
21. yüzyılda “yeni müzik” diye adlandırılan eğilimi incelediğimizde, eserlerin çoğunun “programlı” olduğunu, anlattığı bir öykü olduğunu görürüz. Kamran İnce’nin de hemen tüm eserlerinin bir mekânı, tarihsel olayı, biçimi ya da kavramı anlattığını görürüz. Bu kez İnce Kudüs’de üç dinin de kutsal kabul ettiği “Ağlama Duvarı” önünde viyolonsel çalan bir kadının yansıttığı duyguları besteye dökmüş. Kadının çalışını “kaosa karşı bir duruş” olarak nitelendiriyor ve şöyle diyor: “Bu eser benim için hem solo viyolonsel, hem de orkestrada çeyrek tonları kullanmam bakımından önemli bir hareket noktası. Solo viyolonsel en tiz oktavda, çalabileceği en tiz ses alanında performans sergiliyor”.
İnce’nin yaklaşık 13 dakika süren eserinde bu kez minimalizm değil, duygusallık ağır basıyordu. Bu konçertoyu , son dönemde yitirdiklerimizin ve yitirmekte olduklarımızın ardından bir “ağıt”, bir “gözyaşı seli” olarak nitelendiriyorum. Yitirmekte olduklarımız, insanlık anlayışı, terör kurbanları, toplumsal duyarlılık olabilir. Çok sevdiğimiz, bağlı olduğumuz bir eş, bir anne olabilir.
Dinleyici eserin içinde ağlayışın her türünü algılayabiliyor. İnce ince, âdeta sessizce iç çeke çeke ağlayış, hüngür hüngür ağlayış, haykırarak ağlayış... Hepsi vardı yapıtın içinde.
Solist Rahşan Apay, sahneye geldiğinde yerini almadan, son derece düzgün bir Türkçeyle, çalacağı iki eserle ilgili sözlü açıklamada bulundu. Dinleyiciye eserleri anlama bakımından önemli bir yol göstericilikti bu konuşma...
Besteci, çello için çeyrek tonlar kullanırken solisti tizlerde gezindiriyordu. Soloda ve eşlikte üç ve dört pianissimolara ( hafif) yer vermişti. Bu da, hem solist, hem de yaylılar için aşırı dikkat ve yoğunlaşma demekti. Köşelerinde solist, şef ve yaylıların bulunduğu bir dikkat üçgeni kurulunca , yoğunlaşmada sağlandı ve prömiyer olumlu biçimde yapıldı.
Sıradaki eser, Letonyalı besteci Pēteris Vasks'ın (d.1946) Viyolonsel ve Yaylı Çalgılar İçin Konçertosu “Klātbūtne / Presence / Varlık” başlığını taşıyordu. Ünlü çellist Sol Gabetta'nın 2012'de Dünya prömiyerini yaptığı, daha sonra İstanbul Festivali'nde de seslendirdiği bu güzel eseri, Ankara'da ilk kez, usta çellist Rahşan Apay seslendiriyordu. İçinde iki büyük kadans bulunan konçerto “insan”ı anlatıyordu. Belki de doğum sürecinin uzun bir anlatımıydı. Çünkü finalde solist, çellosuna kendi sesini de ekliyordu, sanki dünyaya yeni gelen bebeğin ilk türküsü gibi...
Virtüoz kadansları, iyi bir tını elde ederek çaldı Rahşan Apay... Kamran İnce’nin eserinde teknik üstünlüğünü kanıtlayan Apay, bu kez müzikalitesini konuşturdu. 35 dakika süren eserin sonunda dinleyiciden büyük alkış aldı. İsrarla üst üste sahneye çağrıldı ve iki konçertonun üzerine bir de “bis” yapma zorunluluğu doğdu! Apay, “Madem öyle, gene bir Türk bestecisinin eserini çalayım size. Saygun Partita’dan dördüncü bölüm” dedi ve bu makamsal bölümü etkileyici bir ton elde ederek, yüreklere işletircesine seslendirdi.
Rahşan Apay daha çok İstanbul’da tanınmış bir çellist. Ankara’da ilk resitalinin 5 Ocak 2016’da Erimtan Müzesi’nde Jerfi Aji eşliğinde verdi. İnce ile Vasks konçertoları seslendirdiği bu konser ise orkestra eşlikli solist olarak Ankara’da ilk çalışıydı. Bilmem salonda CSO, BSO gibi orkestraların yönetici veya mensupları var mıydı? Özellikle Türk bestecilerinin eserlerine yoğunlaşan Apay’ı önümüzdeki sezonlarda başka orkestralarla da dinlemek isteriz. Ve tabii, Pars’ın seslendirilmeyi bekleyen sekizi aşkın senfonisine de orkestraların talepte bulunmasını bekleriz.
Not: Ateş Pars, 14 Nisan saat 14.00’de Radyo-3’de Gül Karaman’ın programının konuğu olacak. Saat 15.30’da da Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Kompozisyon Bölümü’nde bir söyleşide konuşacak.