Tarih, tarihi kişilikler ve olaylar, opera sanatının gelişim sürecinde bestecilerin vazgeçilmez kaynaklarının başında gelmiştir. Ancak 20. yüzyıldan itibaren dünyadaki gelişmelere koşut olarak besteciler ve librettistler, yaşadıkları ülkenin siyasal ve toplumsal koşulları elverdiği ölçüde daha güncel konulara, kişilere, olaylara yönelerek operada modernleşmenin kapısını açmışlardır.
Türkiye son 50 yıldır sıklıkla açık veya gizli otoriter dönemler yaşamakta olduğu, opera sanatı da bir bakıma devletin tekelinde olduğu için, Cumhuriyetten ziyade Osmanlı tarihine yönelmiştir.
Bu bağlamda, 20 yıldır ülkeyi yönetmekte olan parti ve liderinin, kendi Osmanlıcı yaklaşımı doğrultusunda bir opera konusu için Osmanlı döneminden seçim yapması, o anlayış çerçevesinde gayet mantıklıdır. TV dizileriyle toplumu etkileme çabalarında olduğu gibi, tarihsel gerçeklerin bir bölümünün değiştirilerek sunulduğu Abdülhamid de seçilebilirdi!
Dolayisiyle, mimarlık tarihimizin uluslararası alanda bilinir-tanınır ismi Sinan'ın ve kalfalık dönemi yapıtı “Süleymaniye”nin yapım öyküsünün opera konusu olarak ve yakın mimarlık tarihimizi ilgilendiren Atatürk Kültür Merkezi-AKM'nin yeniden açılışı için seçilip sipariş edilmesi bir bakıma isabetli olmuştur. Adının değişip değişmeyeceğini bile yıllarca tartıştırarak toplumu germe stratejisi uygulayan bir zihniyetten, herhalde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı günü yapılan açılışta, konusu Atatürk veya Cumhuriyet'ten olan bir opera sipariş etmesini beklemek safdillik olurdu.
Her ne kadar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuşmasında adını ısrarla “Koca Sinan” olarak vurgulasa da,kitapçıkta da belirtildiği üzere “Sinan” operasının ilk sahnelenmesine, sevilen tabirle “dünya prömiyerine”, AKM'nin açılış koşullarında tanıklık ettim.
GENİŞ AMA DÜMDÜZ SAHNE
AKM'nin açılış koşulları nitelendirmemdeki birinci gerçek, bina inşaat olarak bitmesine karşın, operanın konuşlandığı sahnenin, tanıtımlarda yer verildiği gibi ileri teknoloji ile “henüz” donatılmamış olması. Dolayisiyle ne döner ve kayar sahneler vardı, ne de sahnede dekor yerleştirip değiştirilmesini hızla sağlayacak teknoloji. Dolayisiyle, operanın sahne tasarımı, sofitodan indirilen resimli-minyatürlü perdelerle, projeksiyon ve filmlerle desteklenerek yapılmaya çalışılmıştı. Yan kulislerden eski usul tekerlekli bazı parçalar da sürülerek kullanılmıştı.
Bir operanın sahnelenmesinde, öncelikle müzik önemlidir ama sahneyi, dekor ve giysi tasarımcısının nasıl çalışacağını “rejisör/sahneye koyan” belirler. Sinan'ın sahnelenmesi için rejisör olarak, yıllar önce Zefirelli'nin genç bir asistanı olarak Türkiye'ye gelip Aida sahneleyen, artık saçları beyaza kesmiş İtalyan Vincenzo Grisostomi Travaglini seçilmişti. Yanında da son yıllardaki çok yakın arkadaşı, “Kamboçya Prensi” olarak tanıtılan “yönetmen danışmanı” Ravivaddhana Monipong Sisowath vardı.
Sinan operası, doğal olarak bir Aida değildir. Vincenzo, gösterişli büyük dekorları ve görkemli sahne tablolarını seven bir rejisördür. Aspendos'taki ilk Aida sahnelemesinde, “Zafer resmigeçidi”nde sahneye at da çıkartmıştı. Her ne kadar biletinial.com'daki bakanlık tanıtımında “bir Türkiye hayranı” olarak nitelendirilse de, danışmanı ile birlikte hangi araştırmaları yaparak sahne ve giysi tasarımcılarından hangi taleplerde bulundu, bilmiyoruz. Ancak ortaya, ön tarafı hayli minimal ama arka planlar ve filmler olarak fazlasıyla abartılmış bir sahne çıkmıştı.
Evet, Sinan anlayış olarak bir “sembolist/simgeselci” idi ama sahne tasarımında seçilen sembol tezyinat örneklerinin renk-ışık-bilgisayar zorlamasıyla izleyicinin gözüne abartık biçimde sokulmaya çalışılması acaba ne derece doğruydu?
Aynı biçimde cami betimlemeleri için, klasik Arapça levhaların zorlama biçimde keskin hatlarıyla, daha inşaat halindeki şantiye sahnelerinde göze sokulması, estetikten ziyade sanki açılıştaki izleyici kitlesinin bir bölümünün gönlünü hoş etmek için konulmuş izlenimi veriyordu.
Zaten bir “Osmanlı, padişahlık, cami ve İslam güzellemesi” gibi algılanabilecek librettonun, bir de böyle görsellerle pekiştirilmesi, bu operayı dinsel, siyasal amaçlarla değil, bir yeni Türk operası izlemek için geleceklerde farklı duygular, algılar yaratabilir.
MAKAMSALLIK, MİSTİSİZM, MEHTER VE MİZAH
Müziğe gelince, günümüze kadar dinlediğim yapıtlarında hiç günün Batı'daki modalarına ve film müzikçiliğe kaçmayıp, konusuna göre felsefi derinlik de sağlamaya çalışan, değişik kaynaklardan yararlanmaktan gocunmayan Hasan Uçarsu'nun ilk operasının müziklerini aynı çizgide yapmaya çalıştığını gördük. Mimarlık dehâsını 16. yüzyılda göstermiş Sinan'ın anlatıldığı bir operanın müziklerinin makamsallık ve mistisizm kokmasından, mehterden, ilahilerden etkilenilmiş olmasından, bunlardan gelen motiflerin çokseslendirilerek serimlenmesinden daha doğal ne olabilir ki?
Uçarsu'nun özellikle büyük kısmı reçitatiflerden oluşan librettodaki bu konuşmaların fonuna mümkün olduğunca uygun müzikler yazma çabası gösterdiğini algıladık. Ayrıca teatral bazı bölümlerde âdeta “mini scherzo”larla müzikal mizah ögeleri ortaya koyarak öz-biçim ilişkisi yarattığını gördük. Operanın bütünündeki Sinan dışında ana kişilik başına birer tane düşen aryalara ve korolara müzikal olarak özen gösterildiği belliydi. Besteci, özellikle yerine göre tahta, yerine göre bakır üflemelileri ön plana çıkarak betimlemelerini duygu yaratımı anlamında yeterli güce ulaştırmıştı.
Dağıtılan kitapçıkta librettoya yer verilmişti. Solistlerin, yazılı librettodan prozododide zorlama yaratacak kimi ek ve takıları, belli ki provalar sırasında çıkarıp akıcılığı sağlamaya çalıştıklarını gördük.
SOLİSTLER VE ORKESTRA
Listede yeralan opera sanatçıları arasından orkestra şefi ve rejisör tarafından ilk gece sahneye çıkacakların belirlenmesi usüldendir. Geçmişte bu dağıtıma pek çok kez “rufailerin karıştığı” görülse de, Sinan'da usül belli ki çalışmıştı.
Mimar Sinan'ı dramatik tenor Efe Kışlalı, Sultan Süleyman'ı profondo bas Tuncay Kurtoğlu, Hürrem Sultan'ı mezzo soprano Aylin Ateş, Mihrimah Sultan'ı soprano Gülbin Günay, Sadrazam Rüstem Paşa'yı bariton Kevork Tavityan, Şeyhülislam Ebussuud Efendi'yi bas bariton Göktuğ Alpaşar, Ayas Paşa ve Sinan'ın Kalfası'nı tenor Onur Turan canlandırdı. Volkan Akkoç'un Erkekler Korosu ses olarak diri ve canlıydı.
Sahne olarak bu tür rolleri sesi ve fiziğiyle hep dolduran Tuncay Kurtoğlu ile teatral yeteneğini ortaya koyarak hasis sadrazam rolünü mimik ve baş hareketleriyle destekleyen Kevork Tavityan başarılı tipleme yaratmışlardı.
Şef Gürer Aykal'ın hazırlayıp yönettiği orkestra, iki saat boyunca soluklanmadan çaldı. Niye mi? Sinan operası “iki perde” olarak hazırlanıp açıklanmasına karşın, herhalde Cumhurbaşkanı'nın programı ve güvenlik endişesi nedeniyle hiç ara verilmeden tek perde olarak sergilendi. Üstelik, salonun giriş kapısı açık tutularak! Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri, Belediye Başkanları, Sanatçılar gibi levhalarla işaretlenmiş bölümlerde oturanların bir kısmı opera sahnelenmeye başladıktan sonra, girdiler-çıktılar, dikkat dağıttılar, hışırtı çıkardılar. Belli ki opera için değil, “Cumhurbaşkanının açılışı” için gelmişlerdi.
SADECE AKM'DE DEĞİL TÜM YOLLARDA GÜVENLİK
Orta blokta L sırasının başında oturuyordum. Bu koşullarda akustik hakkında hüküm vermek, fikir beyan etmek doğru olmaz. Ama sahneden ve orkestra çukurundan gelen sesleri rahatlıkla duyduğumu söyleyebilirim. Bir konuda karar veremedim. Acaba “gizli ses yükseltme” var mıydı? Bu konuda kuşkuya düşmemin nedeni, bazı reçitatif ve aryalarda sesin birkaç saniye içinde daha iyi duyulur hale gelmesiydi. Fotoğrafları da oturduğum yerden çekmeye çalıştım ama yazıda anlattıklarım hakkında yeterli fikir verecektir umuyorum.
AKM'ye hayli erken geldim, umudum en azından belirli bölümleri gezebilmekti ama öyle bir güvenlik koridoru oluşturulmuştu ki, mümkün olamadı. Dışardan agreditasyon bölümlerini geçip, maske değişimi yaptırıldıktan ve elle ince aramadan sonra içeri girebildik ama bu bölüm doğruca kırmızı seramik kürenin içinden salona açılıyordu. Tek seçenek girip oturup başlama vaktinin gelmesini beklemekti.
Dışarda kordela kesilmişti, davetliler defalarca girip yerlerine oturmaları için uyarıldı, ayaktaki görevli sayısı davetliden çok görünüyordu. Sonra da önce arkalardaki yerlere oturtulanlar, önler boş kalmasın diye aşağı taraflara çağrıldı. 18.00'de başlaması gereken tören, Kültür ve Turizm Bakanı ile Cumhurbaşkanının konuşmaları, film gösterimleri hayli geç başladı. Böyle olunca da operanın gösterimi de gecikti.
Doğma büyüme Kadıköylü, 55 yıldır ise Ankaralı olarak, en zor gelen Göztepe'den çıkıp Taksim'e varabilmekti. Çünkü çok sayıda yol erkenden Cumhurbaşkanının Taksim'e geleceği gerekçesiyle kapatılmıştı. Her yer resmi-sivil polis kaynıyordu. Dolmuşlar, otobüsler normal güzergahlarında çalışamıyorlardı. Cumhuriyet Bayramı günü, İstanbul sokak ve kaldırımları insan seliydi. Evden çıkıp, operayı izleyip tekrar dönebilmem 12 saatlik bir süreyi aldı, yani bir günün tam yarısı!
Şimdilik bu kadar. Bakalım, Sinan operasından yola çıkarak önümüzdeki günlerde başka yazacaklarımız da olabilir.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
30 Ekim 2021, Kadıköy