Bir besteci için en büyük onur, eserlerinin seslendirilmesidir. Dinleyici için de bence en büyük onur, bir bestecinin eserlerinin ilk kez seslendirilmesine tanıklık etmektir. İşte 12 Haziran gecesi CRR Senfoni Orkestrası İstanbul'da değerli bestecimiz Yalçın Tura'yı (d.1934) üç eserini birden seslendirerek onurlandırırken, bizler de iki eseri ilk kez dinleyerek onurlandık.
CRR'de süreklilik gösterip göstermediğini bilmiyorum ama, Batı'da pek çok orkestrada tanık olunduğu üzere, konser öncesi bir sohbet toplantısı vardı. Orkestrayı yönetecek olan şef Rengim Gökmen, viyolonsel solisti Oğuzhan Kavruk ve besteci Yalçın Tura konser ve eserler hakkında bilgi verip görüş açıkladılar.
Rengim Gökmen, CRR senfoni Orkestrası'nın kurucusu ve genel müzik yönetmenidir. Bugüne kadar pek çok Türk eserinin ilkseslendirmesini yapmıştır. Buna özen gösterir, içtenlikle yaklaşır ve yeni ilkseslendirmeler için her zaman iştahlıdır. Sohbet sırasında da, Viyolonsel Konçertosu'nun İstanbul'da, 5. Senfoni'nin ise Dünya'da ilk kez seslendirilecek olmasından duyduğu mutluluğu anlatırken, içtenliği gözlerinden okunuyordu. Gökmen kısa süre önce Tura'nın Sinfonietta'sını da Karşıyaka Oda Orkestrası'yla ilk kez seslendirmiş bir şef olarak, bestecinin yeni tamamladığı 6. Senfoni'sini de kısa süre içinde yönetmek istediğini ifade etti. Tura'nın en fazla yazan Türk bestecisi olduğunu, kendisinden yeni senfoniler beklendiğini, Şostakoviç gibi 15'nciye kadar bestelemesini istediklerini belirtti.
Tura ise temkinli yaklaşımla 7'ncinin de olabileceğini, sağlığı elverirse, 9'a kadar gidebileceğini söyledi. Demek ki Yalçın Hoca, Şostakoviç olmasa da Beethoven ve Dvorak'ı yakalayabilir.
NUMARALAMAYI MÜZİKOLOGLARA BIRAKTI
Sorular çok yönlü bir kişilik olan Haluk Tarcan'dan geldi. Resmi kayıtlarda 1931 olarak gözükse de aslında 1925 doğumlu olan sanat tarihçisi ve eski piyanist, bestecilerimizden
Dr. Bülent Tarcan'ın (1914-1991) kardeşidir. Türklük konusunda da ilginç tezler geliştiren Haluk Tarcan, besteciye, piyano konçertosu besteleyip bestelemediğini, tuba konçertosunu yazıp yazmayacağını ve viyolonsel çalıp çalmadığını sordu. Tura, yaylı çalgılar için yazmakla piyano için yazmak arasında hayli fark olduğunu, kendisinin piyano çalmakla birlikte piyano konçertosu yazma girişiminde bulunmadığını belirtti. Gene de kapıyı tam olarak kapatmayıp, gençlerin çalabileceği türden bir piyano konçertosu düşünebileceğini, Tubanın önemli olanakları bulunduğunu ve konçerto yazılabileceğini söyledi. O an, geçtiğimiz Aralık'ta BSO'nun tubacısı Japon Noriyoshi Murakami'nin İngiliz besteci Edward Gregson'un 1976'da bestelediği tuba konçertosunu Bursa BDSO eşliğinde seslendirdiğini anımsayıverdim. Peki, Yalçın Tura bir tuba konçertosu yazmayı düşünecek miydi? Tubayı övdü ama bu konuda renk vermedi. Şenova Ülker'in kendisinde bir trompet konçertosu bestelemesini istediğini anlattı. İster misiniz Tura, Şostakoviç'in trompetli piyano konçertosu gibi bir taşla iki kuş vuruversin?
Bu arada viyolonsel çalıp çalmadığı konusu da kaynadı. Bari buradan okuyucuyu bilgilendireyim. Yalçın Tura viyolonsel çalmamış, ama Seyfettin Asal'dan keman dersleri almış, yaylı çalgıların tüm olanaklarını incelemiştir.
Sorulardan biri de Tura'nın eserlerinin kaç opus numarasına ulaştığıydı? Bestecimiz, opus numarası kullanmadığını, yakın zamanda yapılan bir dizilemede 90 rakkamının aşıldığını, aslında yazdıklarının 100'ün üzerinde olduğunu söylerek, artık numaralandırmanın müzikologların işi olduğunu belirtti. Az sayıdaki dinleyici arasında müzikolog var mıydı, bilemem.
BİR TÜRK “TOCCATA”SI
Uzun süre geçimini film müzikleri yazarak sağlamış olan Tura'nın, pek çok eseri, geniş bir dönem içinde sonuçlanmış, deyim yerindeyse “demlene demlene” bestelenmiştir. Konserde ilk dinlediğimiz “Toccata” 1961'de yazılmaya başlanmış, 1997'de BSO tarafından ilkseslendirilmesi yapılmış, orkestra için tek bölümlük bir eserdi. “Toccata” denilince, öncelikle klavye için yazılmış virtüoz parçalar çağrışsa da, geçmişte vurmalı eşlikli üflemeli çalgılar için yazılmış küçük uvertürlerin de böyle adlandırıldığı biliniyor. Tura bu eserinde, bu iki özelliliği kaynaştırıp, üflemeli ve vurmalı çalgıların virtüoz biçimde kullanıldığı bir yaklaşım sergilemiş. Eser tümüyle makamsal ve aksak ritmlerle yürüyordu. Karcığar, Nikriz ve Nişâbûr makamlarından esintiler taşıyan, geleneksel müziğimizin Batı çalgılarıyla yorumlandığı ve içinde bir klarnet taksimciğinin de yer aldığı Toccata'yı orkestra coşkulu biçimde seslendirdi.
VİYOLONSEL KONÇERTOSU VE OĞUZHAN KAVRUK
İkinci eser, bestecinin 1954-2014 arasındaki 60 yıllık dönemde zaman zaman üzerine eğildiği, sonat olarak başlanıp konçertoya dönüşmüş olan Viyolonsel Konçertosu'ydu. İlkseslendirilmesi 14 Nisan 2015'de, şef Burak Tüzün yönetimindeki Mersin Üniversitesi Akademik Orkestrası eşliğinde çellist Münif Akalın tarafından yapılan eser acaba nasıldı?
Bu sorunun yanıtını, son dönemde daha çok şeflik çalışmalarıyla tanınan CSO'nun çello solisti Oğuzhan Kavruk, sohbet sırasında “Öldürücü” diye vermişti. Son aylarını konçerto üzerinde yoğunlaşarak geçiren, fırsat buldukça Münif Akalın'la fikir alışverişinde bulunduğunu belirten Oğuzhan Kavruk, sahneye çıktığında gayet soğukkanlı görünüyordu. Doğrudan çellonun kadansıyla başlayan eserin daha ilk ölçülerinde elde ettiği tınıdan, Kavruk'un eseri iyice içselleştirdiğini anladık. Notayı yer yer kullanan Kavruk, özellikle kadansları belleğine nakşetmişti. Yalçın Tura'nın pek sevdiği sonat allegrosu biçiminde, iki temanın orkestradan değişik eşliklerle işlenip serimlendiği birinci bölümde, bestecinin değiştirilmeden çalınmasını zorunlu tuttuğu kadans ve coşkulu final heyecan vericiydi.
Ağır tempoda, duygusallığı doruklarda dolaştıran ikinci bölümü çok beğendim. Kendi yarattığı ezgiyi Tura, viyolonsel ve kontrabasların başlattığı, üzerinde arpin gezindiği, çelestanın katkıda bulunduğu bir serimlemeyle başlatmıştı. Bu ezgi orkestranın katılımıyla gelişiyor, viyolonsel içli sololarıyla öne çıkıyordu.
Üçüncü bölüm, vurmalı ve üflemeli çalgıların parlaklığı arttırdığı bir zeybek havasıydı. Viyolonselin teknik ve müzikal ustalığını ortaya koyduğu bu zeybek havası, kendi içinde temanın dönüşümü ve tekrarıyla değişik, kendine özgü bir rondoydu. Çoşkuyla bitti ve dinleyicinin de coşkusuyla karşılandı. Oğuzhan Kavruk tam dört kez sahneye çıkarak alkışlara karşılık verdi ve eserin notasını havaya kaldırarak, başarının besteciye ait olduğunu işaret diliyle vurguladı.
Kavruk, yüksek kıvraklık gerektiren kadans ve orkestrayla çaldığı bölümlerdeki başarısı, legatoları eksiksiz uygulaması ve elde ettiği iyi tınıyla bu seslendirmede tam not aldı. Şef Rengim Gökmen, çello ile orkestranın uyumunu çok iyi gözetti ve birinci kornonun birkaç kez ton tutturamamasına karşın, eşliğin başarıyla gerçekleşmesini sağladı.
5.SENFONİNİN FARKI
Konser öncesi sohbet sırasında Tura, 5. Senfoni'nin öncekilerden farklı olarak daha evrensel olduğunu söylemiş, Rengim Gökmen de “Ama gene Türk temaları var” demişti. Mi bemol Majör Senfoninin ilk bölümünün, 20. yüzyıl başlarındaki bazı Avrupalı bestecilerin tarzlarını andırdığını gördük. Tümüyle özgün iki tema üzerine renkli bir orkestrasyonla işlenmiş, bakır çalgıların güçlü akorlarıyla başlayıp, tahta üflemelilerin ve yaylıların da katılımıyla gelişen birinci bölümde vurma çalgılar, özellikle timpani besteci tarafından özenle kullanılmıştı.
Senfoninin ikinci bölümü ağır tempoda bir aryayı andırıyordu. Esrarengiz duygular uyandıran, insanı düşünceli ama lirik bir ortama mıhlayan adagio, senfoninin en beğendiğim bölümü oldu. Ardından bana göre senfonideki ikinci ilginç bölüm olan scherzo geldi. Buradan itibaren eserde Anadolu rengi hissedilmeye başlandı. Üflemeli çalgıların neşeli ve biraz alaycı solo ve birlikte çalışlarında, halk oyunlarını andıran ama özgün bir temayı kullanmıştı besteci.
Son bölümde ise Anadolu rengi daha belirgin biçimde ortaya çıktı. Özellikle bölümdeki ikinci tema, bu izlenimi güçlendirdi. 5. Senfoni, ilk bölümdeki evrensel havanın yansıtıldığı güçlü, canlı bir finalle son bulurken, salon “Bravo” sesleriyle çınladı.
DİKKATİ ÇEKENLER
CRR Senfoni Orkestrasının çoğunluğu, İstanbul ve Ankara orkestralarından seçilmiş müzisyenlerden oluşuyor. Yaylı grupları sürekli birlikte çalmamalarına karşın, gayet bütüncül, yuvarlak bir tını elde etti. Temiz sololarıyla obuada Sezai Kocabıyık, klarnette Orçun Civelek, flütte Başak Ersöz, fagotta Cavit Karakoç dikkati çekerken timpanide Emre Günay, seslendirmenin başarısına önemli katkıda bulundu.
PLAKET VE BİS
“Yalçın Tura'ya Onur Gecesi” konseri, doğaldır ki, Rengim Gökmen'in kırmızı kapaklı partitürü havaya kaldırmasıyla sona ermeyecekti. Tura sahneye çıktığında orkestradan ve şeften büyük sevgi gördü. CRR Konser Salonu'nun sanat yönetmeni Ozan Binici de sahneye çıkarak kısa bir teşekkür konuşmasıyla, bu gecenin unutulmamasını sağlayacak olan plaketi Tura'ya verdi. Orkestranın “bis”i ise scherzo'nun son bölümüydü.
Yalçın Tura'yı o iki güzel adagio'nun sıcaklığı yüreğimde, hararetle kutladım. Eşi Sabahat Tura, oğulları usta kemancı ve besteci Hasan Tura'yı da işin içine katarak “Nedir bu Turalardan çektiğimiz değil mi?” diye hoş bir latife yaptı. Latifeye latifeyle karşılık verdim:
“Bu öyle bir para ki, iki tarafı da Tura... Hiç yazı gelmiyor!”
Fotoğraflar: Şefik Kahramankaptan