Atatürk'ün “uygar, sanata duyarlı bir toplum” inşa etme hedefine ulaşmak için çalışılırken, 1950'den itibaren eğitim sisteminde geriye gidişler ve giderek dinsel yaklaşımların ön plana çıkarılmasıyla, fiilen bir "karşı devrim" süreci başlatılmıştır. Ne yazık ki, bu süreci başlatanlar 1980'den sonra önemli mesafe almayı da başarmışlardır. Özellikle son 20 yıl içinde siyasal iktidar ve yarattığı ortamın etkisiyle Cumhuriyet düşüncesi ve kurumlarının uğratıldığı tahribat çok büyüktür.
1923-1946 arasında, hızla uygulanan ve olumlu sonuçları kısa sürede görülmeye başlanan uygar toplum yaratma projesinin iki önemli kurumu Halkevleri ile Köy Enstitüleri idi. Yeni Cumhuriyet, sanata verdiği önemi de hemen, 1924'te değişik adlar altında yaşamını sürdürmüş olan İstanbul'daki saray orkestrasını süratle yeni Başkent Ankara'ya taşıyarak ve üyelerinin öğretmen olarak görev alacağı Musiki Muallim Mektebi'ni kurarak göstermişti. Bunu, mektebin Gazi Terbiye Enstitüsü içinde yeniden örgütlenirken, 1936'da Ankara Devlet Konservatuvarı'nın oluşturulması izleyecekti.
Atatürk'ün önderliğinde 19 Şubat 1932'de Halkevleri kuruldu. Dil Kurumu, Tarih Kurumu arkasından Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, aynı işlev için oluşturulan kurumlar oldu. Erken Cumhuriyet Dönemi'nde başlatılan bu aydınlatma-aydınlanma hareketi kısa sürede çağdaş, laik bir topluma yönelmede önemli görevler yaptı. Cumhuriyet'in yeniliklerini, Atatürk Devrimleri'ni halka götürdü.
17 Nisan 1940’da yasası çıkartılan ve yaşadığı sürece marangozluktan demirciliğe, sağlık memurluğundan aşçılığa çok yönlü yetenekleri geliştirilmiş öğretmenlerin yanısıra, değerli ressamlar, müzikçiler yetiştirdi Köy Enstitüleri..
İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü’den dinlediğim, 1941’deki sözlerine bakınız:
“Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en değerlisi ve sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitülerinden yetişen evlatlarımızın başarılarını ömrüm oldukça yakından, candan takip edeceğim...”
Amerikalı ve İngilizler'in “örnek olay” olarak kabul edip, bilim adamlarınca üzerine tezlerin yazıldığı bu değerli kurum, 1950 karşı devrimiyle birlikte biçim değiştirtilerek katledildi ne yazık ki...
Köy Enstitüleri’nin bir de kardeşi vardı: Halkevleri... Ne yazık ki, 1932’de kurulup sayıları altı bine ulaşan bu kültür-sanat yuvaları da, tıpkı Köy Enstitüleri gibi 1950 sonrası DP’nin gadrine uğradı.
İsmet İnönü, 6 Ağustos 1951’de ana muhalefet lideri olarak TBMM’de yaptığı konuşmada “Halkevlerinin lağvı, yersiz, haksız bir yıkımdır” diyerek kabul edilmek istenen yasaya şiddetle karşı çıkıyordu; ama “meclis çoğunluğu” bu “haksız yıkımı” kabul etmekten çekinmiyordu.
Halkevleri de, tıpkı Köy Enstitüleri gibi yabancıların ilgisini çekmişti. Atatürk’ün “uygar ve sanata duyarlı bir toplum geliştirme” projesinin önemli enstrümanlarından biri olan Halkevleri’nde dokuz ayrı kolda yapılan çalışmaları gelip inceliyorlardı. Bunlardan biri de İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ankara gezisi sırasında Halkevleri’ni ziyaret eden İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden idi. Yanındaki diplomatlar çok ayrıntılı bilgi ve belge toplamışlardı Halkevleri hakkında. Birkaç ay sonra da Londra’da bir Halkevi açıldığı haberi gelmişti! O yıllarda Batı’ya örnek olaylar yaratarak hızla toplumsal kalkınma gerçekleştiren bir Türkiye vardı.
Halkevleri, pek çok ünlü edebiyatçı, tiyatrocu, müzisyenin çıkış noktası olmuştu. Bu işlevi en güzel biçimde şair Dr. Ceyhun Atuf Kansu özetler. Bir çocuk doktoru olan, Konur Sokak 27 numaralı apartmanda bir dönem tatlı bir komşuluk yaptığımız Ceyhun Atuf Kansu bakın Halkevleri’nin üzerindeki etkisini nasıl anlatmıştı:
“Benim gençliğim Halkevleri’nin havasında yoğruldu. En güzel günlerim ve gecelerim, bir üniversite genci olarak Kadıköy Halkevi’nde geçti. Kitaplığında, konserlerinde, resim sergilerinde sanat ve bilgi besinlerimi aldım. Bu Halkevinin gönüllülerden kurulu bir yaylı sazlar orkestrası vardı. Atatürk devrimlerinin müzik doğrultusu, çoksesli müzik... Onu da Halkevlerinin çatısı altında dinledik. Kulaklarımdan beynime çoksesli müziğin yaratıcığı ırmağı aktı.”
Böylesine olumlu ortamları yaratmak artık gönüllü kuruluşlara, sivil topluma ve uygar-çağdaş yerel yönetimlere düşüyor; çünkü ne günümüzün “küçülen devlet”i bu tip girişimlere ekonomik olanak sağlıyor, ne de egemen olan “zihniyet”...
Günümüzde bir ölününün ardından konuşur gibi “ışıklar içinde” anımsıyoruz, anılarda okuyoruz bu önemli kurumları... İlk Başbakan ve İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, İlköğretim Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitülerinin “baba”larıydılar.
Cumhuriyet, ümmet toplumu yerine ulus ve yurttaş toplumunu yaratma yolunda epey mesafe katetmişti.
Ancak, ne acıdır ki, her iki aydınlanma ocağı da gericilerin hedefi oldu. 1951 yılından itibaren Halkevleri kapatıldı, tüm varlıklarına el konuldu, kitapları yakıldı ve yok edildi. Köy Enstitüleri başka isim altında dönüştürülerek işlevsizleştirildi.
SADECE ESKİLERE VE DİNE DAYALI TOPLUM ARZUSU
Günümüzde eğitim alanında dayatılan 3x4 yıllık sistemde , ilköğretimde ve lise öğretiminde sanat ve müzik konusuna önem verilmemesi, yeterli ders saati ayrılmaması, gerekli öğretmen atamalarının yapılmaması, kontenjanların büyük ölçüde din bilgisi öğretmenleri için kullanılması, genç nüfusun küçük yaştan itibaren sanat dallarıyla ilgili kültür edinemediği bir ortama yol açmıştır.
Cumhuriyetin “uygar toplum” projesinden sapılarak tahripkâr bir yönelime girilmesi, eğitim politikalarında konuların bütüncül ve yatay ilişkileriyle birlikte ele alınmaması, yapılan ve yapılacak sanatı izleyecek kitlelerin yetiştirilemiyor oluşuyla sonuçlanmaktadır.
GENEL GÖRÜNÜM YA DA MANZARAYI UMUMİYE
Genç kitlenin, günümüzün en büyük vakit geçirme aracı olan TV kanallarından bu alanda yararlanılabilmesi pek mümkün görülmemektedir; çünkü manzara şudur:
“Sanat” kavramı yozlaştırılarak “eğlence”yle karıştırılmıştır.
Yaygınlaşan özel TV ve radyoların büyük çoğunluğu eğitim-kültür görevlerini üstlerine almayarak reyting ve daha fazla reklam uğruna bu alandaki yoz ortama çanak tutmaktadır. Bir çoğu da doğrudan kültürel ayrışmaya hizmet etmek ve derinleştirmek amacıyla kurulmuştur. Özellikle Anadolu'da bu türde yayın yapan yüzlerce radyo mevcuttur.
Devlete ait radyo ve televizyon yayıncısı TRT kurumu giderek “çağdaş” kavramını sadece “teknoloji” ile sınırlayıp, özde “geleneksel”e yönelmiştir. Klasik müzik yayınlarının yer aldığı devlet radyo kanalına bile özüyle uyuşmayacak reklamlar alınarak “rant” ve “gelir” ön plana çıkarılmıştır. TRT'nin çoğu programı ve adaletsiz haber anlayışı, kültürel ayrışmanın yollarına yeni taşlar döşenmektedir.
Müzik ve opera eğitimi alanlar için eğlence sektörü dışında iş ve kadro olanakları yeterli değildir. Bu durum, gençlerin sanat eğitimine yönelmesini engellemekte, sanat dallarına girmek isteyen öğrenci sayısı azalmaktadır.
“Nepotizm” uygulamaları sanat alanında bile, “akrabalık kan bağı”nın ötesinde “siyasal parti-cemaat” boyutuna taşınmış durumdadır.
Müzik, opera ve balenin “günah” ve “ahlaksızlık” olduğu yolunda bir propaganda yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.
YENİ BİR SÜREÇ GEREK
Bir toplumda demokrasi kültürünün gelişmesi, toplumun sanata duyarlılığının arttırılmasında müzik ve sahne sanatlarının etkisi büyüktür. En üst kamu örgütü olan devlet, bireylerin müzik ve sahne sanatlarıyla tanıştırılması, bu sanatların geliştirilmesi için çağdaş düzenlemeleri yapmak, bu yöndeki özel girişimleri desteklemek zorundadır.
Müzik ve sahne sanatları alanında, ilköğretimden itibaren eğitim sistemi ve kurumları gözden geçirilerek gereksinim duyulan bütünlük sağlanmalıdır.
Sanat alanında dengelerin yeniden sağlanabilmesi, tıpkı geriye götürülürken yaşadığımız gibi, bir “süreç” gerektirmektedir. Böyle bir sürecin başlatılabilmesi ise, ülkedeki siyasal sistemin yeniden demokratik hale getirilmesine, kurulacak yeni hükümetlerin iknâ edilebilmesine bağlıdır.
Yapılması gerekenlerin başında, ilköğretim ve lise öğretiminde, yaş aralıklarına göre, anlaşılır bir “genel sanat dersi”nin konulması, sanat tarihi, müzik, sahne sanatları ve plastik sanatlarla ilgili temel evrensel bilgilerin verilmesi, yeterli resim ve müzik öğretmeninin yetiştirilip atanması, bu derslerin yeniden basit uygulamalı biçimde ilköğretime konulması yer almalıdır. İlköğretimde çocukların yeniden “şarkı” söylemesi, çocuk koroları kurularak toplumun tüm katmanlarından çocukların yararlanması ve öğrenmesi sağlanmalıdır. Bu alanda kurumların ve sivil kuruluşların çabasıyla yapılabilenler, 80 milyonluk Türkiye için “devede kulak” gibi kalmaktadır.
Peki niye böyle oldu? Gidişat yıllar içinde niye tersine döndü?
KÜLTÜREL AYRIŞMA POMPALANIYOR
Bu geriye gidişin yanıtı, “kültür”den ne anladığımızda yatıyor. Kültür, bir anda sahip olunan bir çerçeve değildir; bireyler aileden itibaren içine doğdukları toplumun kültürü içerisinde yetişir ve büyüyüp yetişirken de bu kültürü içselleştirirler.
Toplumbilimcilerin tanımlamalarına baktığımızda; bireyin kendisi, cinsiyeti, aile ve akrabalık çevresi, eğitim, töre, örf-âdet, din, teknoloji, üretim ilişkileri, tüketim alışkanlıkları, yönetim, bilim, sanat, dil, “kültürü oluşturan ögeler” olarak betimlenmektedir. Bu ögelerden de anlaşılabileceği üzere kültür çok karmaşık bir bütün ya da yapıdır. Günümüzde kültür kavramı, daha etkileşimsel, sürekli yapılanan ve değişen, küresel ölçekte, bireyler arasında alış-verişler toplamı olarak yeniden tanımlanıyor. Kültür bir öz değil bir etkileşim alanıdır. Elbette tarihsel bir birikim vardır; ancak bu günümüzde sürekli değişen, hiç olmadığı kadar dinamik bir kültür kavramı ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'deki gibi yüzölçümü olarak büyük, kökenler itibariyle çeşitlilik gösteren, Atatürk'ün ısrarla “millet / ulus” olarak nitelendirdiği bir genel topluma sahip ülkede, kültürün iç dengeleri gözetilerek geliştirilmesi gerekirken, aksine son 20 yılda, özellikle de siyasal sistem değişikliğinin uygulandığı son dönemde topluma içten içe bir “kültürel ayrışma” şırınga edilmeye çalışılmıştır.
Bunun için de kültürü oluşturan ögeler arasında yer alan din ögesi, eğitimin dinselleştirilmesi, bilim ve sanatın değersizleştirilmesi için kullanılmıştır. Bu amaçla gelişen teknoloji de araç olarak kullanılmak üzere örgütlenmiştir.
Sıklıkla sanata-bilime yönelik saldırılar, sözde sanatçı ve bilim adamı olarak ortaya çıkartılan kişilere sosyal medya ve yandaş televizyonlarda söyletilip yazdırılanlar, kültürel ayrışmanın körüklenmesine hizmet etmektedir.
Atatürk’ün uzun bir süreden beri kesintiye uğratılmış ve geriye götürülmüş olan “uygar ve sanata duyarlı bir toplum” projesinin yeniden gündeme getirilebilmesi için, toplumun bu düşünceye gönül vermiş tüm kesimlerinin dayanışma ve seferberlik içinde çalışması gereği açıktır.
Ülke genelinde çok sayıda şubesi bulunan ADD gibi çağdaşlıktan yana bir derneğin, bu alanda etkinlik hazırlarken dikkate alması gereken, Erken Cumhuriyet Dönemi uygulamalarını yeniden taklit etmek değil, günümüz koşullarını dikkate alarak gerçekçi planlama yapmak olmalıdır.
Atatürk ilke ve devrimlerinin en önemli dayanağı laikliktir, ancak din aleyhtarıymış gibi algılanabilecek söylem ve tutumlardan kaçınılmalıdır.
Planlanan ve uygulamaya geçilen etkinliklerin tanıtımı, sanat, bilim ve ulusal bakışın, kişisel ve toplumsal gelişim için önemi vurgulanarak yapılmalıdır.
İşbirliği için;
Aynı amaçları benimseyen aydınlık yönetimli belediyeler,
Varsa yöredeki konservatuvarlardan,
Eğitim fakülteleri müzik ve resim bölümlerinden öğretmenler
seçilebilir.
Yapılacak eğitim çalışmaları iki ana yoldan planlanabilir:
Dijital teknolojiyle sanal alanda çalışmalar:
- Derneğin genel sitesinin yanında, sadece eğitim çalışmaları için yeni bir site tasarlanarak yaygınlaştırılmaya çalışılabilir.
- Hazırlanacak videolar derneğin youtube kanalında yayınlanabilir.
Fiziksel, yüzyüze katılımlı çalışmalar:
- Dernek merkezi ve müsait şubelerinde düzenlenecek seminer ve gösterimler.
- Tatil dönemlerinde kurulacak kamplarda ölçülü eğlence-spor ve seminerler, gösterimler.
- Gezici uygulamalar: Kırsal kesimdeki yerleşimlere gidilerek yapılacak tanıtım ve gösterimler.
Bu önerilere ilişkin bir somut örnek vermek gerekirse; 2022 yılı Haziran ayında Başkent Kültür Yolu Festivali çerçevesinde Cumhuriyet başkentinin Ulus ve Hacıbayram semtlerinde ressamların iki meydanda sehpalarını kurup tuvalleri üzerine yaptıkları resim çalışmalarının, semtlerde oturanlar, özellikle de çocuk ve gençler tarafından merakla izlenmeleri, resim yapan bir insanı ilk kez gördüklerini söyleyenlerin çokluğu, ressamların muhatap oldukları sorular, evrensel sanatların tanıtımında ne denli geride kalındığının göstergesidir. Aynı zamanda bu tür etkinliklerin ne kadar dönüştürücü potansiyeli olduğunu da göstermektedir.
Yapılacak sivil çalışmalarla, savrulmanın yavaşlatılmasına katkıda bulunulabilir. Esas görev, devletin ve siyasal sistemin yeniden yapılandırılmasına olanak verecek sistem değişikliği gerçekleşebilirse, seçmenden aldıkları yetkiyi elinde bulunduracaklara düşecektir. Sivil çalışmalar ancak destek görevi yapabilir.
Şefik Kahramankaptan
Gazeteci ve Sanat Yazarı
26 Temmuz 2022, Kaş
Not: Bu yazı Atatürkçü Düşünce Derneği Kültür Kurulu'nun siparişi üzerine yazılmış, başka yazarların makaleleriyle birlikte 2023'de yayımlanan “Cumhuriyet Kültürünü Yaşatacağız” başlıklı kitapçıkta yer almıştır.