Yerli yabancı ünlü sanatçıları anlatan kitapları okumaya, biyografik belgesellerini
ya da sinemaya uyarlanmış hayat öykülerini seyretmeye, onlar hakkında
bilmediğim, duymadığım yeni şeyleri öğrenmeye doyamam.
Büyük bestecilerin eserlerini dinlerken de, o bestenin öyküsünü bilmek keyfimi katlar.
Kimi zaman sanatçının hayat öyküsünü, kişiliğini eserinde görür-duyar gibi olurum.
“Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” dizesine nazîre,
“Sanatçının görünür ömrünün encâmı eserinde” derim kendi kendime.
Bunu en çok resimde hissederim nedense.
O büyük sanatçıların sıkıntıları, parasızlıkları ve hastalıkları gelir aklıma.
Resimlerine hayranlıkla bakarken Picasso’nun başbelâsı migrenini,
Monet’nin, Van Gogh’un kataraktını düşünürüm elimde olmadan.
Kimilerinin şizofreni yansır eserlerine, kimilerinin sarhoşlukları...
Klimt’in kadınlarına onun gözünden bakmak resminde o tadı bulmak keyiflidir.
Yıllarboyu birçok bilim adamı, sanat eleştirmeni, psikologlar sanatçıların ruh halini
ya da varsa anomalilerini eserlerinden yola çıkarak çözmeye çabaladılar.
Monet’nin tablolarındaki “buğu”lu atmosfer, onun kataraktına bağlandı...
Van Gogh’un “sarıları” için de dünya kadar tez atıldı ortaya...
Munch, ünlü “Çığlığı”nı Nietzsche’den esinlenerek yaptım der ama günlüğüne göre
“Doğanın Çığlığını” hissettiğinde bayağı hasta ve yorgundur...
Resme her baktığımda önce onun “Hâlet-i rûhiyesi” gelir aklıma; o gözle bakarım.
Yalçın Gökçebağ’a gelince.
40 yıllık Dostum’u hayat belgeselini hiçbir kaynağa başvurmadan baştan sona çekecek
kadar yakından tanıdım; yıllarımız birlikte geçti...
Birbirimizin hayat öykülerini yüzlerce kez dinlemiş, ezberlemişizdir.
İkimiz de çenebaz olduğumuzdan ayrıntılar da kaçmamıştır gözlerimizden.
Ara verdiği resme tekrar dönme kararı verdiğinde yanındaydım.
Eve kapandı ve RESMİNİ yaptı...
Yalçın resim yapmadı, kendi RESMİNİ yaptı yâni...
Çünkü onun resmi YALÇIN’ı beyân eder.
Çok az sanatçının “Görünür ömrünün encâmı eserinde”...
Yalçın o büyük ressamlardan biridir.
Başkalarının tarzı, akımı, modası, satışı, müzâyedesi, ekol’ü hiç etkilemez onu.
Fırçasının ucundan tuvâle yansıyan konular, renkler, kişiler O’dur, kendisidir...
Neşeli, coşkulu, bilgili, vefâlı, candan rengârenk bir kişilik.
Zaman zaman resrokpektif sergileri oluyor...
Tüm koleksiyonlardaki resimleri kronolojik olarak “kilometrelik” bir salonun duvarlarına
asılsa; sonra da ilk resimden başlayarak ağır ağır önlerinden geçilse...
Yalçın O’dur işte...
Çünkü “RESMİ YALÇIN’I BEYÂN EDER”...
Yaratıcı “kişiliği”nin hizmetindedir akademik disiplini...
Nâif ögeleri resminin evrensel harcında “lezzet” malzemesi olarak kullanır...
Kişiliği de öyledir çünkü; nâif’tir ve onu iyi harmanladığı çağdaş bir yaşamı vardır.
Anadolu’nun o nâif öyküsünü yaşamayan “çağdaş anlatımla” yazamaz, çizemez, boyayamaz...
Yaşar Kemâl bunu edebiyatta yapmıştır ve sanatını dünyaya kabûl ettirmiştir.
Yalçın Gökçebağ da Türk Resminin Yaşar Kemâl’idir...
Eserlerinin “nesebi sahihtir” ve özgünlük yönünden de “meşrûdur”...
Onlara dikkatle ve anlayarak bakmak gerekir.
Çünkü resimleri Yalçın’ı, Yalçın da Anadolu’yu ve Çağdaş Türk Resmini beyân eder...