Her ulusun bir anadili vardır. Anadili gelişkin olan toplumlar, uluslaşmanın başta gelen bir göstergesini olgunlaştırmış demektir. Türkçemiz ise bu alanda cumhuriyet yılları boyunca epeyce yol almış bir ulusal dildir.
Ancak, şu ayırt edici nokta üzerinde durmak gerekir: Her ulusal dil, bir “kültür dili” değildir. Bir dilin kültür diline evrilmesi, toplumsal gelişimde belirli ekonomik ve kültürel nitelikleri gerektirir.
Nedir kültür dili? Kültür dili, bir ulusun felsefede, bilimde, sanatta, teknolojide ve benzer bütün kültür alanlarında sürekli yeni terimler ürettiği, bununla da kalmayıp yarattığı terimler dizgesini (terminolojiyi) halkın da çoğunlukla benimseyerek kullandığı, bu öncelikli ve etkin niteliğiyle öteki dillere terimler ve kavramlar örneklediği gelişkin dile denir. Avrupa kültüründe yer alan, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İngilizce gibi diller, bu özellikleri dolayısıyla birer “kültür dili”dir. Anadilleri çeşitli nedenlerle bu düzeye erişememiş kimi Orta Avrupa, Kuzey Avrupa ve Doğu Avrupa uluslarının dilleri, Avrupa’nın kültür dillerinden sağladığı aktarmacı ve benzetmeci terimler yoluyla bu alandaki açığını kapatmaya yönelerek “kültür dili” olma yolundaki eksiklerini genel olarak gidermişlerdir. Türkçemizin de bütünüyle bu yolu izlemesi, aktarmacı ve benzetmeci yöntemlerle Avrupa kültür dillerinden terimler uyarlaması pek olanaklı değildir. Çünkü Türkçe, kökeni ve yapısal özellikleri bakımından Avrupa dillerinden apayrı nitelikleri olan bir dildir.
Bütün bu zorluklara karşın Türkçemiz, cumhuriyet döneminde özleşme ve arılaşma çalışmalarını dirençle sürdürmüş, uzun yollar katetmiştir. Ne var ki, söz konusu dönemin başarısı, 12 Eylül 1980’deki faşizan darbeyle bir anda noktalanmış, anadilimizin gelişim olanakları tıkanmıştır.
Kimi eksikleri de bulunan Türk Dil Kurumu’nun kapatılması, Türkçenin gelişiminde yol gösterici yeri olan bir işlevin yok edilmesini getirmiştir. Otuz beş yıldan bu yana süregelen bu boşluk, aslında bir yetke (otorite) boşluğudur. Türkçenin bilimsel yönden beslenmesi ve onun halk katlarında uygulanarak yaygınlaşması çabalarının yerini, otuz beş yıldan bu yana dilimizde tam bir gerileyiş, kural tanımama, yoksullaşma, kargaşa ve “kafasına göre konuşma, kafasına göre okuma ve yazma” çirkinliği almıştır. Televizyon, radyo, internet gibi kitle iletişim araçları, işte bu başıbozukluğu örnekleyerek dilimizde kural tanımayışın propagandasını yapmaktadır. Bu gidişin nereye varacağı açıktır: Bir destan ve şiir dili olan Türkçemiz yozlaşacak, duygularımızı, düşüncelerimizi açıklayamaz olacaktır. Daha da kötüsü, kuşaklar birbirini anlamakta zorlanacaktır.
Peki ne yapmalı? Konu, hepimizin konusu, hepimizin sorunu. Aydınlar ve edebiyatçılarımızın, gazeteci ve yayıncılarımızın, Türkçeyi kurtaracak bir çözüm yolunda birleşeceğini düşünüyorum. Başta Dil Derneğinin, yazar kuruluşlarının, ilgili kurumlar ve kişilerin, Türkçemiz için ortak bir çalışmaya katılması zor olmasa gerek. Ne dersiniz arkadaşlar? Türkçe konuşanlar, Türkçe yazanlar, duygu ve düşüncelerini, ereğini Türkçe anlatanlar, ne dersiniz?