Yazarların bile “Ben özgürüm, dilediğim sözcüklerle, dilediğim gibi yazarım” bahanesine sığınmaya çalıştığı bir ülkede dil yanlışlarına dikkat çekmenin, dile özen istemenin ne kadar yararı olur, bilinmez. Yine de görevimizi yapalım.
Eğitimli, kültürlü hiçbir halk anadiline kötülük etmekte bu denli aymazlaşmaz. Bu arada sorunun nedenini de açıkladık: eğitimsizlik, kültürsüzlük! Bu sonuçta yönetimlerin tasarlayarak yaptıkları uygulamaların da kişilerin boş vermişliklerinin de payı var.
İnsan şunu da düşünmeden edemiyor: Dilin, özünü arıtma yeteneği mi var nedir; tüm kötülüklere karşın dağılıp gitmiyor, un ufak olmuyor.
Dil yanlışlarına örnekler saymakla bitecek gibi değil. Tabela, sergen yazılarındaki çokbilmişlikler sık bilinen yanlışlardan. Toplumsal olaylara koşut biçimde yenileri ekleniyor.
Ünsüzlerin “e” sesiyle okunması ve dolayısıyla yazılması gerekirken, ortalık “a” sesinden geçilmiyor.
Yoğun rastlanan örnek kıyım örgütünün kısaltması PKK’yle ilgilidir. (“E” sesiyle yazdığımız hemen görülmüştür.) Salt “kaka” demek amacıyla “pekaka” yaygınlaştırılırken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kısaltması KKTC’de de “kaka” demekte ve yazmakta ısrar edilmiş olunmuyor mu?
Günümüzde basında, TV kanallarında YSK’ye sürekli “yeseka” dendiğine tanık oluyoruz. Ve kuşkusuz diğer örnekler…
“Her şey” güzel olacak derken de “her şey”i ayrı yazabilsek, ne güzel olacak değil mi?..
“Kal gelmek” nasıl bir durum? Araştırdım, bulamadım. Ne ki birçok insana “kal geliyor.” Amaçlanan duruma en yakın, “kalmak” sözcüğü var; anlamı “Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek.” Peki, kal nasıl geliyor? Öyle ya…
“Gurur yapmak” unla şekerle yapılan bir ürün duygusu yaratıyor. “Gurur” nasıl yapılır ki?.. “Hırs yapmak”, “tap yapmak”, giderek “okuma yapmak” gibi çeşitlemeleri de var. İnsanın “Kolay gele” diyesi gelmiyor tabii. (Tabii sözcüğü buradaki anlamıyla iki tane “i” harfiyle yazılır, tek “i”yle değil.
“Muhtemelen” de son zamanların gözdelerinden. “Olasılıkla”, “büyük olasılıkla” demek güç değilken, “muhtemelen…” Apayrı bir hava mı veriyor bu sözcük?
Bir güçlükle karşılaşmış, bunalmış. Şöyle seslendiğini duyuyorsunuz: “Şiştim!” Aman Tanrım. Şişmenin sonu kötüdür; şişen kurbağa geliyor belleğime de uzak olsun!..
Sıklıkla uyarıyoruz ama “sürdürmeye devam etmek” yanlışı sürüyor.
“Modunda olmak”, o havada, tin (ruh) durumunda olmak anlamında kullanılıyor. Amacına ulaşıyor mu? Ulaşamıyor. Türkçe konuşacaksak, anadilimize kötülük için görevlendirilmediysek, olmuyor. Modunda olmak olmuyor.
“Cortlamak” da bir ayrı kulak tırmalayan sözcük. Yanlış anımsamıyorsam, yalnızca Derleme Sözlüğü’nde, “Saklanan bir şeyi söylemek” anlamında yer alıyor. Yanlışı yapanların ereği ise bu anlam değil. Tam çözemesem de yaklaşık “tıkanmak”, “çözümsüzlük” anlamında kullanılıyor gibi geliyor bana. Yine de “cortlamasak”, “zortlamasak” da “Berbat oldu”, “tıkandı”… desek daha iyi olmaz mı?
“Start almak”, “sahne almak” yanlışları da hâlâ sürüyor.
Geçenlerde çevremde konuşan bir kişi “ödüyomuşdu” dedi. Evet, böyle dedi.
Bir de “bedel ödemek” var ki en az diğerleri kadar yakıcı. “Bir şeyin yerini tutabilen karşılık” diye tanımlanan bedel (Ar.), tanımdan da anlaşılacağı üzere, bir yararın, getirinin karşılığıdır. Sıklıkla yapılan yanlış ise şudur: Kişi işkence görmüş, eziyet çekmiş, zulme uğramış; “Bedel ödedi(m)” diyor ya da yazıyor.
“Dumura uğramak” da pek doğru anlamıyla kullanılmıyor. Daha çok şaşırıp kalmak, bocalamak anlamına kaydığı söylenebilir.
Bilim dallarının adlarını ayrı yazmak, daha çok da sanları yazarken yapılan bir yanlış. “Halk Bilimci”, “Çevre Bilimci”… Oysa doğrusu halkbilimci, çevrebilimci olmalıdır.
Bir giyim tasarımcısı kadın girişimciyi dinliyorum. İki üç tümcesinden birinde yabancı sözcük kullanmadan edemiyor; “O yaptığımız çok İnovatifti” diyor. Bu boş öykünmeler yok mu, ne kötü.
Bilim insanı, bilim kadını, bilim adamı ayrımı postmodern dünyanın bize armağanı. Tabii armağan sayılırsa. Işıklar içinde uyusun, bu sorunu Prof. Dr. Bedia Akarsu’ya sormuştum. Bu ayrımın küreselleşme anlayışıyla birlikte ortaya çıktığını, hiç de anlamlı olmadığını, “bilim adamı” sözcüklerinin, niteminin kullanımından bir zarar görmediklerini söylemişti.
Adında “nergis” bulunmasına karşın kısaltmasını, kafamıza çekiçle vururcasına seslendiren bir TV (teve) kanalında, yetmezmiş gibi, yaptıkları kısa sözde Türkçe düzeltme izlencesinde hem Arapça, Farsça, Türkçe ayrımı yapılmıyor hem de doğru diye yanlış sözler ediliyor.
Şimdilik, Usta Ozan Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın güzelim dizesiyle sonlandıralım:
“Türkçem benim ses bayrağım.”
Günay Güner
27 Mayıs 2019, Ankara