Neredeyse 20 yıl sonra yeniden sahnelenecek olan Aşk İksiri'nin sezondaki ilk temsiline mi gitmeli, yoksa BSO'nun konserine mi? 3 Şubat için bu sorunun yanıtını rahatlıkla BSO olarak verdim, çünkü Aşk İksiri'nin yeni yapımını ilerki temsillerde de izleyebilirdim. BSO konseri bazı “ilk”lere de sahne olacaktı.
Bilkent'te orkestra ile Kompozisylon Bölümü'nün işbirliğini beğeniyorum ve daha da genişletilmesi gereğini düşünüyorum. Orkestra her yıl, Bilkent Kompozisyon Bölümü'nde eğitimi ilerletmiş, ya da “yeni müzik” alanında sivrilmeye başlamış genç bestecilerden birine eser siparişi veriyor ve bunu yıllık programında ilan ederek seslendiriyor. Bu sezon şanslı genç besteci, Aslı (Aslıhan) Keçebaşoğlu (d.1994) idi.
Akdeniz Üniversitesi Antalya Devlet Konservatuvarı'nda piyano eğitimi aldıktan sonra Bilkent Kompozisyon'u tam burslu olarak kazanıp yeni müzik besteciliğinde hızlı bir ilerleme gösteren Keçebaşoğlu, İstanbul, Ankara ve Köln'de düzenlenen etkinliklerde seslendirilen eserleri sayesinde kısa sürede bu alanda sivrilen isimler arasında yer almayı başardı.
BSO'nun siparişi üzerine yazdığı, sanırım büyük orkestra için ilk eseriydi. “ Introspection” yani “içgözlem” başlığını verdiği eserle ilgili yazdığı program notunda, yargıyı dinleyiciye bırakmak amacıyla bakın ne diyordu:
“...somut ve kısıtlı bir bilgi kaynağı olarak yazılmış bir program notu yerine, hem somut hem de soyut olabilecek daha engin bir dinleme rehberi ve bilgi kaynağı olarak tüm dinleyicilere 'kendi iç gözlemlerimi' sunuyorum.”
Lisans öğrenimini Onur Türkmen'in öğrencisi olarak sürdüren Aslıhan'ın eseri, çoğu yeni müzik eserinde olduğu gibi tam bir soyut resim. Nasıl soyut resimler, her izleyicisinde ayrı çağrışımlar uyandırırsa, bu da öyle. Dönemin bestecileri, yaşadığımız çağ ve ülkenin gerçeklerinden ayrı düşünülmemeli. Aslıhan'ın “içgözlem”i de bu bağlamda, dışarda olup bitenlerin, insanın iç dünyasına yansıması olarak değerlendirilebilir. Kaotik ve yaralıyıcı bir yaşamdan, eve dönüp kapıyı kapayınca iyimserliğine, umutlarına yeniden kavuşan, ama tekrar dışarıya çıktığında yeniden 21. yüzyıl cangılının karmaşasında kulaklarını tıkayamayarak yoluna devam etme çabasındaki insan gibi...
Bestecinin, bu yaklaşık 10 dakika süreli ilk orkestra yapıtında, post modernin de ötesinde yeni gelişen tını elde etme tekniklerini gerek vurmalı, gerek üflemeli çalgılar için kullandığını gözlemledik. Eserin şansı, Vladimir Ponkin (d.1951) gibi çağdaş yapıtlar seslendirmekten zevk alan usta bir şef ve iyi müzisyenlerden kurulu BSO tarafından dünyada ilkseslendirilişinin yapılmasıydı. Aslıhan'ı kutluyor, alanındaki başarılarının devamını diliyorum.
PONKİN'İN MÜZİK ANLAYIŞI VE ELLERİ
Bu konserin benim açımdan “ilk”i ise, Rus şef Vladimir Ponkin'i ilk kez dinliyor ve izliyor olmakdı. Tanınmış Rus şef ve pedagog Rozdestveski'nin öğrencisi olarak yetişip, şu anda hem akademik, hem de uygulama alanında Rusya ve Avrupa'nın önemli şeflerinden biri olan Ponkin'i, Mussorgski'nin piyano için yazdığı ve Fransız besteci Ravel'in gene Rus şef Koussevitski'nin isteği üzerine orkestraya uyarladığı “Bir Resim Sergisi'nden Tablolar”ında dinlemek bir zevkti. Gördük ki, Ponkin, kimi Amerikalı ve Avrupalı şeflerin yaptığı gibi esere yeni bir yorum getirme uğruna, özgün tempo ve ritmlerle oynamak yerine, özündeki ayrıntıları en iyi biçimde ortaya çıkarmaya çalışan bir şef. Kayıtlar ve canlı olarak şimdiye kadar 50'yi aşkın kez dinlediğim eseri, Ponkin'in bazı bölümlerde elleri, bazı bölümlerde batonu altındaki BSO'dan dinlerken, bugüne kadar dikkatimi hiç çekmemiş tınısal ayrıntıları algıladım.
Eserin sonunda Ponkin önce, eserdeki tuba soloyu seslendiren Noriyoshi Murakami'ye ayağa kaldırmakla yetinmedi, şef kürsüsüne kadar çağırarak tüm dinleyicilerin solisti ve çalgısını daha yakından görmesini sağladı. Ponkin, esere can veren üflemeli soloları yapanlarla üflemeli ve vurmalı çalgı grup üyelerini ayrı ayrı, sonra orkestrayı tümüyle alkışlattı. Orkestranın da hem seslendirmeden, hem de bu ödüllendirmeden memnuniyeti yüzlerinden okunuyordu. Ponkin'i önümüzdeki sezon da BSO'da, programında büyük senfonik bir yapıtla görmeyi isteriz.
TAZE ENSTRÜMANLA USTALIKLI TINILAR
Konserin solisti ise, Avrupa'da seçkin bir yere sahip, yüksek çıtalı ARD Yarışması'nı kazanmış tanınmış çellist Julian Steckel (d. 1982) idi. Kendisini Ankara'da dört yıl önce CSO'da Friedrich Gulda'nın eşlikte tahta ve bakır 12 üflemeli çalgı, akustik gitar, kontrabas ve bateri bulunan konçertosunda dinlemiştik. 10 Ocak 2014'te şöyle yazmışım:
“Genç çellist Julian Steckel, yapıtı zevk alarak ve şevkle çaldı, bis olarak da Prokofyef'in çocuklar için marşını seslendirdi. Yetenekli bir çellist olduğu belliydi ama onu çello dağarının sınav niteliğindeki konçertolarından birinde dinlemek, Bach suitlere getirdiği yorumu görmek isterdik. Bir daha çağrılırsa, belki bu dileğimiz yerine gelir.”
Eh, bu dileğimiz dört yıl sonra BSO'da yerine gelmiş oldu. Çünkü Steckel, Elgar'ın teknik güçlükler de içeren konçertosunu inanılmaz bir rahatlık içinde seslendirdi. Sanki çello elinde yaylı çalgılar ailesinin dört çelli çalgısı değil, rahat kullanılan bir oyuncaktı. Enstrümanı böyle usta bir çalıcının elinde çok tatlı tınlıyordu.Acaba bir vakıf tarafından tahsis edilmiş eski bir Stradivaryüs ya da Amati olabilir miydi? Meraklanıp araştırdığımda, İtalyan geleneğini sürdüren Alman usta Urs W. Mächler'in elinden çıkma 2005 yapımı bir çalgı olduğunu görmek doğrusu şaşırtıcı oldu.
Genç bir çalgı ile usta bir solist buluşunca, ortaya hârika bir Elgar icrası çıktı. Kimi usta bildiklerimizin bile ton hatalarına düştüğü bu konçertoda Steckel kusursuz, duygu yüklü bir seslendirme çıkardı. Ardından dört yıl önceki dileğimizin ikinci bölümünü de yerine getirerek Bach Süit'lerden bir bölümle bizleri ödüllendirdi.
Verilen bir aylık aradan sonra BSO'nun sezona dönüşü her bakımdan görkemli oldu.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
4 Şubat 2018