Adına “Öğretmenler Günü Konseri” demekle iş bitmez, özüne uygun olması gerekir. İşte tam da böyle bir konseri 24 Kasım 2023 akşamı Beytepe sırtındaki Ankara Devlet Konservatuvarı Konser Salonu'nda dinledim.
Sahnede bir “öğretmen” kemancı Ceylan Kabakçı (Prof.) ile “üç öğrencisi” vardı, bizim eskiden lise orkestrası dediğimiz Hacettepe Gençlik Senfoni Orkestrası eşliğinde...
Şef kürsüsünde de, gençlerin orkestra dersi öğretmeni Burak Tüzün (Prof.) yer alıyordu. Öğrenciler, Başak Yelok (d. 2003), Elif Dicle Eser (d. 2002), Hüseyin Turna (d. 2004), üçü de Ankara doğumlu ve lisans sınıflarında Ceylan Kabakçı'nın öğrencisiydi.
Öğretmenler Günü'nde iki hocanın öğrencilerine, öğrencilerin de hocalarına, çoğu kendilerinden küçüklerin oluşturduğu orkestra eşliğinde Antonino Vivaldi'nin (1678-1741) on iki konçertoluk dizisi L’Estro Armonico'dan Op. 3, No. 10 si minör konçertoyu seslendirmelerinden güzel bir armağan olabilir mi?
Öğrenciliği dahil yaklaşık 35 yıldır Ankara Devlet Konservatuvarı'nda bulunan Ceylan Kabakçı'nın bu hazırlığı ve uygulaması, tüm konservatuvar öğretmenlerine örnek olmalı.. Mutlaka Öğretmenler Günü olması şart değil, yeter ki istenilsin, hazırlanılsın, çünkü şef Burak Tüzün'ün bu tür seslendirmelere ne denli sıcak baktığı ve özendirdiği ortada..
Konserde önce Georg Friedrich Händel'in (1685-1759), 11 No'lu Süit'inden “Sarabande” bölümü seslendirildi, başkemancı sandalyesinde Meryem Kalkan oturuyordu.
Doğrusu eser seçimi çok isabetli yapılmıştı. Çünkü klasik müziğe pek yakınlığı olmayanların bile bir biçimde kulağına çalınmış bir temel ezgisi vardır. Son yıllarda en çok Fransız kontrtenor Philippe Jaroussky'nin sesiyle yankılanan bu parçanın farklı orkestra düzenlemeleri sıklıkla seslendiriliyor. Petra Berger’in Still a Queen başlıklı şarkısı da pop kullanıma bir örnek. Sinemada ise Stanley Kubrick'in Otomatik Portakal'nda kullanılmıştı.
Bu ağır bir İspanyol dansı esinli kısa parça Sarabande ile Orkestra konsere güzel bir başlangıç yaptı. Ardından Kabakçı ve öğrencilerinden Vivaldi dört keman konçertosunu dinledik. Öğretmen ve öğrencileri bolca alkış aldı. Onlar sahneyi terk ederken, üflemeli ve vurmalı çalgıcılar yerlerini almaya başladı. Çünkü sırada Franz Schubert'in (1797-1828) 8 No'lu Si minör Bitmemiş Senfoni'si vardı. Bazı solocuların dikkat dağılımı kaynaklı olduğunu tahmin ettiğim aksamaları dışında, bu genç orkestra senfoniyi güzelce icra etti.
Bazı dinleciler yapıt tamamlandığında “ara oldu galiba” diye hareketlendiler ama konser bitmişti. Bu konser niye arasız ve sürece kısaydı?
Sorunun yanıtı, ADK'ndaki yeni ve zorunlu yaklaşımda gizli. Ülkedeki ekonomik, toplumsal ve yönetimsel genel ortamın sanata yansıması sonucu öğrenci sayısının gittikçe azalması karşısında, gençlik orkestrasının yaşamını sürdürmesi için bazı önlemler alınmış durumda. Bunların başında artık Lise 1'nci sınıf öğrencilerinin de orkestraya dahil edilerek sayının tamamlanması geliyor. Kadrolu üyelerden kurulu Hacettepe Senfoni her konserde, üç-dört takviye ile HGSO'ya katılırken, olayın içinde yer alarak onların deneyim kazanmasına katkıda bulunuyor. Böylece orkestra dersine bir yıl erken başlamış oluyorlar.
İkincisi, yılda her dönem birer konser yerine daha fazla sayıda konseri daha kısa süreli olarak yapmak. Böylece öğrencilerin usandırılmadan, yorulmadan orkestra dersinin içinde sıcak tutulması amaçlanıyor. Nitekim 24 Ekim konserinin toplam süresi 40 dakika kadardı. Durumun öğrencilerce benimsendiği sanıyorum. Çünkü çocuklar ve gençler, gruplar halinde konser sonrası kuliste şef Burak Tüzün'le fotoğraf çektirip duruyorlardı.
Gelelim, dinleyici disiplinine... Ne yazık ki, çocuklar sınıfı geçerken, dinleyici her defasında ikmale kalıyor! Hadi ara alkışlardan geçtik, en büyük sorun salona küçük çocuk getirilmesi ve onların çıkardığı seslerin orkestra üyelerinin yoğunlaşmasına olumsuz etkide bulunması, dikkat dağıtması, moda olan galat söylenişle “konsantre bozması”!
Hele icra sırasında oradan oraya hareket etmek daha da beteri. Örneğin protokol sıralarında oturan siyah giysili siyah saçlı bir hanım, elinde telefon, icra sırasında kalkıp en arkadaki girişe tıkır-mıkır gittikten sonra, yanında kucağında çocuk bir başka hanımla döndü.
Çare herhalde konser günleri konservatuvar yönetiminin bir “yuva” açmasında değil. Personel yetersizliği gerekçesiyle önceki rektörün yoğun baskı sonucu yaptırıp yerleştirttiği “vestiyer”i bile kullandırtmayıp kış günü milletin “hışır hışır” naylon mont-paltolarla salona doluşmasına göz yuman bir üniversite yönetiminden tabii ki yuva açması beklenemez. Bu koşullarda dikkat göstermek bizzat dinleyicinin kendisine düşüyor.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
25 Kasım 2023, Ankara