Bir operaevi neler sahneliyor, atölyeleri neler üretiyor? Başarı düzeyi nedir? Bunu değerlendirmek açısından, mümkün olduğunca her yeni oyunu izlemek gerekir.
Geçtiğimiz Pazar “matine”de, ADOB'un yeni müzikli oyunu Karlı Nigâr'ın ilk sahnelenmesi, OSTİM'deki “Leyla Gencer Sahnesi”nde yapıldı. Bu tür oyunlar, operetler, müzikaller geçen yıla kadar “Operet Sahnesi” diye adlandırılan Resim Heykel Müzesi'nin salonunda sahnelenirdi, bakanlık orasını kullanıma kapatınca kaldı elde Leyla Gencer Sahnesi. Konulmuş bir isim ve Metin Yurdanur'un elinden çıkma bir büstle simgelenen, Leyla Gencer'in adına hiç yakışmayan bir kiralık bina... Yanına alışveriş merkezi inşaatı başlamış, girişlerden biri kapanmış, etraf ve binanın sözde parkyeri çamur deryası!
Ankara'daki salon yetersizliği iç sızlatıcı boyutlarda!
***
Kanlı Nigâr, geleneksel gölge oyunu Karagöz kökenli bir konu. . Karagöz'deki “mahalle” kavramı, “tiplemeler”, “namus anlayışı”, erkek-kadın ilişkileri gerçekliği, bir akademisyen olan metin yazarı Özlem Belkıs'ın, yer yer günümüzü de uyan yorumuyla yeniden sahneye aktarılıyor. Özlem Belkıs, günümüzde yaşayan ve yazan bir kadın olarak, en büyük duyarlılığı Nigâr'ı yaşamını fal bakıp bohça açarak emeğiyle kazanan “ehl-i namus” bir kadın biçiminde yorumlayarak göstermiş. Öyküyü böyle bir yazıda anlatmanın hiç gereği yok.
Mizahçı senarist-oyun yazarı Sadık Şendil'in geleneksel kaynaktan ürettiği “Yedi Kocalı Hürmüz” ile “Kanlı Nigar”, aynı kavramlar bağlamında benzerlikleri hayli fazla olan oyunlardı. Hürmüz'ü Devlet Tiyatroları yıllarca oynadı, Ayten Gökçer'e hayli de yakışan bir roldü. Sonra yanılmıyorsam filmini hâttå dizisini bile çektiler.
Haldun Özerten'in sahneye koyduğu iki perdelik oyun, İzmir'de 16 temsil yaptı, Ankara'da da farklı bir sahne ve giysi tasarımıyla hazırlandı. İzmir'in dekor ve giysileri niye Ankara'ya taşınmadı? Demek ki, operadaki “rotasyon kuralları” da değişmiş! Belki İzmir'de izleyici talebi devam ettiği için oyuna devam edilecek, böylece iki kentte birden oynayacaktır.
Oyun, “müzikal komedi” nitelendirmesiyle besteci Cem İdiz'in imzası altında sunuluyor. İdiz, son yıllarda özellikle tiyatro oyunları, dans tiyatrosu gibi sahne eserleri için yaptığı müziklerle tanınıyor.
Konu böyle Osmanlı dönemi İstanbul mahallesinden fışkırma olunca, İdiz'in müziği de bol darbukalı, göbek havalı, hızlı makamların kullanıldığı türde ortaya çıkmış.
Erkin Onay'ın başkemancılığındaki orkestrayı ilk kez gördüğüm Burak Şatana yönetiyordu. Yıllar öncesinde Bilkent'te 23 Nisan konserlerinde de sahneye çıkmış Ceren Şatana'yı hatırladım. Belki de aynı ailedendirler. Kitapçıkta özgeçmiş göremedim, meraklanıp araştırdım, DOBGM'nin sitesinde “Piyano- Samsun Devlet Opera ve Balesi'nde çalışmaktadır” notu dışında bilgi yoktu. Arama motorunda en üstte “Özel Ders Veren Opera Sanatçısı - Piyanist Burak Şatana" başlığı çıktı. HÜADK Piyano Bölümünü bitirip, 9 Eylül Üniversitesi DK'da Orkestra Şefliği'nde yüksek lisans yaptığı yazıyordu. Belki de operamız artık gençleri alıp kendi şefini kendi yetiştirme dönemine girmişti.
Sahneye göz attığımda kullanılan malzemelerin bir bölümü tanıdık geldi. Arkadaki kemerli taşduvarı Anna Karenina balesinden mi, yoksa Kerem operasından mı hatırlıyorum diye belleğimi zorlamaya başladım. Diğer malzemelere de göz âşinalığım vardı. Demek ki Özgür Usta, depolarda duran eski oyunların dekorlarından yararlanarak ortaya yeni bir sahne tasarımını masrafsızca çıkarmıştı. Arka fona hazırlanan perdede kullanılan minare ve apartman siluetleri, rejisörün dönemi yansıtır biçimde sahneye koyduğu eserin özü ile günümüz arasındaki bağlantıyı kuruyordu.
Öyle ya, apartmanların her yeri sardığı günümüzde, her ne kadar “mahalle” pek kalmadıysa da, bütün Türkiye'de, hele eğitimde “mahalle baskısı” almış başını gitmiyor mu? Kadına şiddete hayır dediğini zannedenler bile, giyim-kuşama göre ayrımcılık yapmıyor mu?
Neyse konuyu dağıtmayalım, Nursun Ünlü sanırım pek içine sinmese de, günümüz malzemesiyle dönemin giyim-kuşamını yansıtmıştı. Erkeklerdeki kuşaklar ve fes zaten simgesel olarak olayı betimliyordu.
Deniz Çığ, operalardaki küçük dansların gedikli koreografı olarak, göbek havalarına uyacak ama abartık olmayan adımlar ve el hareketleri ile işi çığrından çıkarmadan birkaç dans tasarlamış, Fuat Gök de sahneyi yeterince aydınlatmıştı.
Prömiyer gecesi, herhalde eser izlenirken rahat okunsun (!) diye koyu kırmızı kağıda siyah harflerle basılmış kast listesine baktığımızda, “karma” bir anlayışın hakim olduğunu gördük. Solist kadrosunda olup da operaların kastlarında pek yer bulamayanlarla, koronun deneyimlileri ve gençlerinden yapılan bir karmaydı bu. Baleden de gençlere şans verilmişti.
Kanlı Nigar'a Gül Seçkin yakışmıştı. Özellikle başarılı sahne duruşu ve oynayışı, repliklerdeki anlaşılırlığıyla dikkati çekti. İkincil rollerin karakter sopranosu Sema Özer, Nigar'ın kalfası olarak, dönemin ev hâliyle sokak hâli arasındaki çelişkiyi iyi vurgulayan bir tiplemeyi başarıyla yarattı.
Nigar'ın kızlarında Güzin Yıldız ve Şule Bengier kendilerine biçilen karakter özelliklerini yansıtırken, Lara Türkoğlu verilen koreografiyi uygulayıp, ilk kez bir eserde rol almanın heyecanını yaşadı. Meraklı komşu teyze rolünde, solist soprano Hülya Kazan, hiç şarkı söylemeden, dedikoducu-karıştırıcı mahalle karısı olarak kendini gösterdi.
Erkeklere gelince, bariton Mithat Karakelle, mahallenin önde geleni Haydar rolüne yakışmıştı. Okan Başel de anlatıcı olarak eserdeki bağlantıları sağlarken, oyunun içinde de kendine özgü efkârlı ve dürüst bir berber olarak yadırganmadı. Berber çırağı Naci'de Emre Pekşen, belki de eski Kaynanalar dizisinde “dayiiii” tonlamasındaki yeğeni andıran tiplemesiyle başarılı oldu.
Rumelili, Laz ve Acem tiplerinde Erdal Şen, Fatih Kayhan ve Levent Akev, renkli yorumlarıyla “komedi”ye gerekli katkıyı yaptılar. Hüsrev'e de boyu-posuyla Barış Çark yakışmıştı. Deneyimli Muzaffer Emek'in sabırlı Mustafendi'yi jest ve aynı cümleyi tekrarladığı az sayıdaki repliğine rağmen sempatik kıldığını da eklemeliyim. Haldun Özerten'in sahne değişimlerini doğaçlamadan kanun taksimleri eşliğinde yaptırması oyuna bir renk getirmiş.
Bu tür çalışmaların seyirciyi müzikallere, operetlere, sonra da operaya hazırlama yolunda birer adım olduğu düşünülür. OSTİM ve çevresinde de artık büyük bir nüfus barınıyor. Dilden dile oyunun ne denli eğlenceli olduğu yayıldıkça, seyircisi de mutlaka olacaktır.
Özetlemek gerekirse, tam eski Ramazan programlarına yakışır bir oyun!
***
Ve küçük bir şok: Artık DOBGM de “kadın”a “bayan” demeye başlamış! Kanlı Nigâr'ın program kitapçığında “Koro” ikiye ayrılırken bakın ne deniyor: “Bayan Koro”... ( Sayfa 69)
İyi ki “Erkek Koro”ya da “Bay Koro” denilmemiş!
Fotoğraflar: Şefik Kahramankaptan