Bir araştırma nedeniyle 11 Haziran 2020 Perşembe günü Atatürk Orman Çiftliği'ne gittim. 1950-1952 yıllarından, Onuncuyıl İlkokulu günlerimden hukukum olan AOÇ'nin dünkü hali içimi çok çok acıttı. Önce 2013 yılındaki yazımı ve saptamalarımı yazayım, bir sonraki yazımda da o günden bu yana olup bitenlerle, "AOÇ'nin nasıl bitirildiğini" paylaşayım istedim. SS
O n u n c u y ı l İ l k o k u l u :
Onuncuyıl İlkokulu, AOÇ çalışanlarının çocuklarının ilk eğitimlerini sağlamak amacıyla Atatürk’ün direktifiyle 1933’de yaptırılıp, Ankara’nın 82nci ilkokulu olarak, Onuncuyıl Yatı Mektebi adı ile, 1 Ocak 1934’de eğitime başlıyor. Okulun mimarı 1927-1937 yılları arasında Ankara’da ve AOÇ’de birçok binaya (Marmara Köşkü-1928, Bira Fabrikası-1937, Hamam-1937, Memur ve İşçi Konutları-1937, Ülkü Evi-1937, Lokanta-1937) imzasını atan Avusturyalı Mimar Ernst Arnold Egli. Okulun üst katı 1983 yılında SHÇEK’nin tasarrufunda kalmak kaydıyla Gazi Kız Yetiştirme Yurdu’na bırakılarak ortak kullanıma geçiliyor. Uzun yıllar boyunca neredeyse hiçbir onarım görmeyen, ama ortak kullanım ve “adı”nedeniyle hayli yıpratılan okul, müfettiş raporları ile yıkılmasına ramak kalmışken, 2004 yılında belki yine “adı”nın imdada yetişmesi ve Eğitim Dostları Vakfı’nın sahip çıkmasıyla“sıkı”bir elden geçiriliyor. Mülkiyeti SHÇEK’da kalıyor, yönetimi ise tekrar Milli Eğitim’e aktarılıyor.
Okul Müdürü’nün odasında, okulu ziyaretlerinde Atatürk’ün oturduğu ve muhtemelen TBMM’den getirildiği söylenen bir sıra var. Duvarlarda bir çerçeve içinde okulun Onuncuyıl Yatı Mektebi adı altında açıldığını bildiren 2 Kanunsani(Ocak) 1934 Salı günlü Hakimiyet-i Milliye gazetesi ile bir başka çerçevede Atatürk’ün kendi el yazısı ile “Türk İnsanı”nı tanımladığı bir söyleyişi yer alıyor. Şu sıralar Atatürk’ün mirasıyla birlikte alt-üst edilmekte olan AOÇ’den, okulum da payını alıyor. Banliyö trenlerinin seferden kaldırılmasıyla yine tam günlü olan okula, trenle ve özellikle Sincan tarafından gelen öğrenci sayısında büyük düşme olmuş.
A l m a n y a B ü y ü k e l ç i l i ğ i B i n a s ı :
AOÇ’de Onuncuyıl İlkokulu öğrencisi olduğum 1950-52 yıllarında, Gazi Tren İstasyonu(ranta feda edilerek kebapçıya dönüştürülen bir tarihi yapı)’nun hemen arkasında olması nedeniyle TCDD’ye ait bir konut olduğunu sandığım binanın Ankara’daki ilk Alman Büyükelçiliği olduğunu, Ankara Goethe Institut tarafından 2010 yılında yayımlanan “Ankara’nın Kültür Mirası, Genel Harita”dan öğreniyorum. Alman Dışişleri Bakanlığı’nca Chiristoph &Unmack firmasına, “ahşap hazır konut” olarak yaptırılan üç katlı bina, 25 Temmuz 1924 tarihinde Hamburg’dan Stralsund gemisiyle yola çıkarılıp 19 gün sonra İstanbul’a, oradan da demiryoluyla Ankara’ya taşınıyor. Demonte olarak getirilen binanın duvarcılık, kanalizasyon ve su şebekesi işlerini Philip Holzmann firması üstleniyor. Cumhuriyet’in ilanını izleyen ilk yıllarda zamanın küçüklü-büyüklü bir çok devlet İstanbul’daki büyükelçiliklerini Ankara’ya taşımamakta direniyorlar. Bu nedenle Almanya’yı, bu tarih itibariyle bu işin öncülerinden biri olarak sayabiliriz. Bu bina büyükelçiliğin, projesini Berlinli mimar Dr. Carl Christoph Lörcher(1924-25 yıllarında Ankara’nın ilk imar planını da hazırlayacaktır) ile Gross & Listmann’ın tasarladıkları ve 1925-28 yılları arasında Atatürk Bulvarı’nda inşa edilen yeni binasına taşınmasıyla terk ediliyor.
Binanın bundan sonraki yıllarda, arazi sahibi AOÇ tarafından bir süre Bekar Pansiyonu ve Lojman olarak kullanıldığını(tanıklığımız da var) biliyoruz. Binanın hangi yıllarda ve hangi nedenle zamanın acımasızlığına terk edildiği meçhul. Ancak ilgililerden, yapımcı firmaların artık varolmamaları nedeniyle proje aslına ulaşılamamakla birlikte, Almanya’dan gelen uzmanlara “ahşabın eskimişliğinin saptanması” çalışmalarının yaptırıldığını, bu saptamalar doğrultusunda binanın kullanılabilir hale getirilerek konukevi olarak yararlanılmasının düşünüldüğünü öğreniyoruz. Dileğimiz, bu binanın en kısa zamanda özgün yapısına uygun biçimde onarılarak kamusal kullanıma sunulması ve “evi nefes tutar” özdeyişine işlerlik kazandırılması.
H a m a m :
Goethe Institut-Ankara’nın 2010 yılında yayımladığı “Bir Başkentin Oluşumu” adlı kitabın 180nci sayfasında yeralan ve “Bira Hamamı” olarak da bilinen hamam, Ernst Arnold Egli’nin Ankara ve AOÇ’deki son eserlerinden. Egli, 1937’de yapılan hamamda o zamanın modern yapım tekniği olan “betonarme”yi , “geleneksel işlev” üstlenmede ustalıkla kullanmış. Bira Fabrikası konutlarına ve yönetim binalarına çok yakın olan hamam, Mehmet Kemal’in bir yazısında vurguladığı üzere, ancak fabrika çalışanlarının gidebildiği bir mekan olarak düşünülmüş. Yarım bodrum üzerine iki katlı “soğukluk” ve “ılıklık” bölümleri ile tek katlı “sıcaklık” bölümlerinden oluşan hamam, Egli’nin kendi tarzının yanında, kubbeleriyle de Osmanlı Hamamı’ndan izler taşıyan bir biçimde inşa edilmiş.
Andığımız yıllarda, Gazi Tren İstasyonu ile okulumuz arasındaki gidiş-gelişlerimiz sırasında hamamın faal olmadığını(1937’de açılan hamamın 1952’de kullanılmaması bilmem nasıl açıklanabilir?), biz çocuklar arasında adının “perili”ye çıktığını, çitlerini aşıp bahçesine girdikten sonra “Periler geliyor !” çığlıkları ile birbirimizi ürkütüp çil yavrusu gibi dağıldığımızı hayal-meyal hatırlıyorum. Bu güzel binanın terk edildikten sonra yarım yüzyıl boyunca hangi nedenlerle yıkılmaya bırakıldığını bilemiyoruz. Ekim 2012 tarihli gazetelerden öğrendiğimize göre AOÇ Müdürlüğü, mülkiyetindeki hamamdan, geçireceği onarım sonrasında çeşitli amaçlara yönelik bir sanat galerisi olarak yararlanmayı tasarlıyor.
Eski Alman Büyükelçiliği ve Hamam’ın “asıllarına uygun kalınmasına gösterilecek özenle onarım-koruma-bakımlarının sağlanması” ve kamusal yararlanmaya açılması, Ankara’nın sorumsuzca yok edilen tarihi yapılarına yeniden atfedilecek önem yönünden “yeni bir milat” olabilir. Bu cümleden olarak, restorasyon (koruma) ve restitüsyon(yeniden tasarımlama) çalışmaları tamamlanarak Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu’ndan yapım izni alındığı bildirilen Alman Büyükelçiliği’nin ivedilikle bitirilmesini ; keza aynı projeleri tamamlanarak anılan kuruldan yapım izni alınmasına çalışıldığı söylenen Hamam’da da aynı sonuca biran önce ulaşılmasını diliyoruz.
*CUMHURİYET ANKARA EKİ, 24 Şubat 2013 /Savaş Sönmez, BU ANKARA O ANKARA DEĞİL, Telgrafhane Yayınları, Kasım 2016, s.114-118