Kendi yazmakta olduğum
bir kitap kondu bugün köşeye.
Yaşadığımız günler, tarihi, en çok da kendi tarihimizi, hem de Cumhuriyet tarihinden çok Osmanlı’nın son yüzyılını anımsattı. Darbeler üzerine okumuş yazmış biri olsam da o konuda Sanattan Yansımalar’da söz etmek uygun kaçmazdı. Ama konunun çağrıştırdığı başka bir tarihsel olayı aktarabilirdim, çünkü yazmakta olduğum kitaplardan birinin bir bölümü darbeyi olmasa da halk hareketini, devrimi konu ediyordu. Başka kitaplardan alıntılar yaptığıma göre, kendi bitmemiş kitabımdan da alıntı yapabilirim, diye düşündüm. Kitap -aslında yaşadığı dönem nedeniyle roman kahramanı olabilecek- dedem İbrahim Haydaroğlu’nun (İbrahim Bey Haydarov’un) yaşam öyküsünü anlatıyor. Yaşamını belgesel türde yazmayı seçtiğim dedem Rus Çarlığı’nda yetişmiş Kafkasyalı bir Türk milliyetçisi…
Rusya’daki 1905 Devrimi (aslında Devrim olarak anılsa da devrim olmayan ama 12 yıl sonra gerçekleşecek devrimin tetikleyicisi olan toplumsal kargaşa) sırasında İbrahim Bey, başkent Petersburg’un gözde üniversitelerinden Yol Mühendisliği Enstitüsü’nde son sınıf öğrencisi…
İşte henüz yazımı bitmemiş kitabımdan bir bölüm:
“1905 yılının Devrim Yılı’na dönüşmesinin fitili Petersburg’da bir Pazar günü tutuşturulur.
Kanlı Pazar
Ocak ayının karlı, dondurucu günlerinden biri… Sabah saatleri… Petersburg’a tepeden baksak, kardan bembeyaz yolların, kanalların, köprülerin tek yönlü akan bir insan seliyle karardığını görürüz! Yüz değil, bin değil, onbin değil, yüzbin değil, kimine göre 150 bin, kimine göre 300 bin kişi yollara dökülmüş! Dört bir yandan yürüyüşe geçmiş, şehrin merkezindeki bir noktaya doğru ilerleyen kalabalığın çoğu, hırpani görünümlü insanlardan oluşuyor: kadın erkek, genç, yaşlı, çoluk çocuk…
Yaşlılar bastonlarına abanmış ya da bir gencin kolunda, çocuklar ya anababalarının ellerinden tutmuş ya da kucakta… Kalabalık ilahiler söyleyerek ilerliyor. Ellerinde ikonalar taşıyorlar. Derken, bir grup, Rus ulusal marşını söylemeye başlıyor: “Tanrı Çar’ı korusun” ezgisi dalga dalga yayılıyor: şehrin üzerini ilahilerin ve ulusal marşın uğultusu kaplıyor. Kalabalığın altı koldan yaklaşmakta oldukları yerin Çar’ın yaşadığı Kışlık Saray olduğunu görüyoruz.
Saray’ın önündeki devasa meydana yaklaşan kalabalığın en önünde bir rahip dikkati çekiyor: Elinde Çar’a verilmek üzere kaleme aldığı bir dilekçe, bir yakarış var: “Yüce efendimiz, biz Petersburg’da çalışan ve yaşayanlar, karılarımız, çocuklarımız, anababalarımızla sana halimizi anlatmaya geldik. İşyerlerinde insan değil, köle gibi çalıştırılıyoruz. Öyle ağır ki çalışma koşullarımız, artık böyle yaşamaktansa ölmeyi yeğleyecek noktaya geldik. Bizi gör; bizi duy; bizim durumumuza çare bul. Halkınla arandaki duvarı kaldır!”
Kışlık Saray’ın önündeki meydanda Çar’ın muhafızları dizilmiş, yaklaşan kalabalığı izlemektedir. Derken bir komut duyulur: “Nişan al!” Muhafızlar parmakları tetikte, gözleri kalabalıkta beklerken kalabalık ağır adımlarla onlara doğru yaklaşır. “Ateş!” emriyle ortalık bir anda toz dumana bürünür. Vurulanlar, kaçanlar, düşenler, ezilenler, yaralananlar… Çığlıklar, çocuk ağlamaları, haykırışlar, dualar, beddualar birbirine karışır.
***
Kanlı Pazar olarak tarihe geçecek o gün resmî rakamlara göre 99 ölü, 333 yaralı vardı. Resmî olmayan rakamlar ise binlerle ifade ediliyordu. Kulaktan kulağa yayılan bu haber halkta önüne geçilemez bir öfkeye yol açtı. Şehirde olaylar çıktı: Polisle halk arasında sokak çatışmaları başladı; öfkeli halk tramvayları devirip yollarda barikatlar kurdu.
(Dipnot: Yürüyüşü örgütleyen ve kalabalığın başını çeken Peder Gapon önceden Çar II. Nikolay’ı uyardığı için Çar, ailesiyle birlikte, yazlık sarayına gitmişti. O gece işçilere “Masum kardeşlerim!” diye seslenen ve artık Çar’a güvenilemeyeceğini söyleyen, Çar’dan “katliama uğrayan kardeşler”in intikamının alınması çağrısını yapan Peder Gapon, hemen ardından Rusya dışına kapak attı. O günden sonra ortalık karıştı; Çar, Kanlı Nikolay olarak anılmaya başlandı. Yıl sonuna doğru olaylar yatışır gibi olunca ülkeye dönecek olan Gapon ise gizli polis için çalıştığını söyleyince öldürülecekti.)
Kanlı Pazar günü yürüyen işçiler, ışıltılı ve göz alıcı Petersburg’un arka yüzünü oluşturuyordu. Düşük ücretle çok ağır koşullarda günde 13-18 saat çalışan bu işçi kitlesi cahil bir yığın değildi: halkın yalnızca %21’inin okuma yazma bildiği Rusya İmparatorluğu’nda, başkent Petersburg’un işçileri arasında okuma yazma oranı %70’ti. İşçilerin yarıya yakını 1000’den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde çalışmaktaydı. Bu durum aralarındaki iletişimi, etkileşimi, örgütlenmeyi kolaylaştırıyordu. İşçiler dünyada ve ülkelerinde gelişen hak ve özgürlük kavramlarından haberliydiler. Her türlü demokratik örgütlenme yasaklanmış olsa bile, basın aydınlarla işçiler arasında köprü görevi yapmaktaydı. İşçilerin talepleri birikmişti. İşverenlerse devletin ücretler ya da çalışma saatleri konusunda iyileştirme yapmasının önüne geçmekteydi.
Ülke bir yandan da Japonya’yla savaş içindeydi. Kanlı Pazardan bir yıl önce, Ocak 1904’te Japonya Port Arthur’daki Rus gemilerine saldırmış, böylece başlayan savaş Rusya’nın ekonomisini sarsmakla kalmamış, ülkedeki huzursuzluğu körüklemiş, halkın yönetime olan inancını iyice yitirmesine yol açmıştı. Hem peşpeşe gelen yenilgiler, hem de savaşa bağlı kıtlıklar ortamın gerginliğini artırmıştı. İşçiler -Kafkasya da içinde olmak üzere- bütün Rusya’da grev ve iş yavaşlatma eylemlerini yoğunlaştırmışlardı.”
Henüz basılmamış kitabımdan bu alıntıyı yaptıktan sonra konuyu toparlayayım: 1905’in Ocak ayında, ücret artışı, çalışma saatlerinin azalması gibi taleplerle sokağa dökülen işçiler, yıl ortasına gelindiğinde artık siyasal hak peşindeydiler. Halkı Çar’ın çevresinde kenetleyeceği umulan savaş, askeri de devlete karşı cephe almaya itmişti. Japonlarla savaş Eylül’de bitti bitmesine, ama içerideki kavga dinmek bilmiyordu: grevler, gösteriler, ateş açılarak öldürülen göstericiler…
Sonunda, Ekim ayında, Çar II. Nikolay, bir danışma meclisi kurma, anayasa yapma, özgürlükleri genişletme sözü vermek zorunda kaldı.
Ekim Manifestosu olarak bilinen bu bildiri de ortalığı hemen yatıştırmadı. Yorgun grevci işçiler işbaşı yaparken bazıları onları engellemeye kalkıştılar. Devrimci güçler dağılmaya yüz tutmuşken bu kez Çar yanlısı Rus milliyetçisi militan gruplar karşı saldırıya geçtiler. Yahudilere yönelik toplu saldırılar görüldü. Kafkasya’da Türklerle Ermeniler birbirlerine girdiler. Askerler ayaklanıp deniz üslerini, vb yakıp yıkmaya başladılar. Köylü ayaklanmaları bağımsız yönetim birimleri kurmaya kadar gitti- ta ki Japonlarla savaştan dönen askerlerin her türlü başkaldırıyı kanlı bir biçimde ezmelerine kadar. Bu da 1906’nın ortalarını buldu. Asıl Rus Devrimi ise 12 yıl sonra gerçekleşecekti.
Benim dedem bunların hepsini görmüş, yaşamış. Umarım, bizler de, çocuklarımız da, torunlarımız da benzer olaylara tanık olmayız.