Bir ulusun inceyazınında ne denli geniş, ayrıntılı insanlık durumlarını işleyen yazarlar varsa o ölçüde evrensel düzeye, duyarlıklara ulaşılır. Demir Özlü (6 Eylül 1935-13 Şubat 2021) böylesi ayrı ve özgün boyutlar kattı Türk ve dünya inceyazınına, görevini hakkıyla yapan insanların dinginliğiyle göçüp gitti aramızdan.
Demir Özlü Türk Dili dergisi Türk Öykücülüğü Özel Sayısı’nın sormacasına verdiği yanıtta inceyazın-öykü anlayışını şöyle anlatır:
“Öykü anlayışımı soruyorsunuz… Yazı yazmaya başladığımda, önce öykünün ne olduğu üzerinde inceden inceye düşünmüş, sonra da vardığım anlayışa ya da tanıma uygun öyküler yazmaya girişmiş değilim.
Bunaltı adlı ilk betiğimi yazdığım yıllarda, anlatmak istediğim şeyler vardı. Bunların bir bölümü de bazı düşüncelerdi. Bunları yazıyordum. Anlatmak istediğim düşüncelere uygun biçimleri bir ölçüde arıyordum. Ama anlatmak istediğim şey, kendi anlatılma biçimini kendisi getiriyordu daha çok. Okuyup tanıdığım başka yazarların, anlatma yöntemlerinden de, bir ölçüde yararlanmaya çalışıyordum.
Bu davranışım genel olarak sürmüştür. Herhangi bir iş ya da çalışma kolunda yıllanan her insan gibi, giderek yaptığı işte, biçim, yöntem yönünden de kendiliğinden ustalaşır kişi. Önemli olan anlatacak şeyi olmaktır, demek istiyorum. Anlatacak şeyiniz olsun… bildiğiniz, yakından duyduğunuz şeyler, sezdikleriniz, bilincine vardığınız gerçeklikler, size gelip içinizde yer alan şeyler, yaşamın sizde biriktirdikleri… öznelliğinizden gelip bilinç katına yükselen algılar da somut yaşamın, ilişkilerin bir sonucudur aslında. Bunları dışlaştırmak, anlatabilmek… sorun bu.
Sonra birçok yazarı okudum. Onların anlatma yöntemlerine, daha çok, daha çok bakar oldum. Sonra okuyabildiğim yazarlar azaldı. Ama gene de hiç bitmedi. Diyeceğim, ‘öykü’ denilen yazı türünü amaç edinmedim. Algıladıklarımı anlatmak için bir araç oldu bu yazın türü. Sevdiğim, zenginlikler taşıdığına giderek daha çok inandığım, insanlığın kültür kalıtının benim gibi daha birçok insanın eline verdiği bir anlatım aracı. ‘Kısa, yoğun’, olanakları kişinin yaratma gücüyle değişen iç diyalektiği canlı, yaşamın anlatılmasına uygun düşen bir yazın çeşidi. Ortaya çıkardığım şeyleri, bilinç düzeyine yaklaşan algıları, somut dünyada bana dokunan (değen) şeyleri yazmaya çalışıyorum. Yaşamın, somut dünyada, somut dünyaya bağlı olarak da insan gerçekliğinde oluşup duran şeylerin, durmadan çeşitlenen, değişen, zenginleşen gücüne daha çok şaşarak.” (Türk Dili Dergisi-Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, S. 286, Temmuz 1975, s. 145, 146).
Bu yanıtları verdiğinde 40 yaşındadır Özlü. Birçok yapıta imza atar. Siyasal savaşımı ile inceyazın gelişimi iç içe belirler yaşamını. Demir Özlü 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1961 -1962 yılları arasında Fransa’nın başkenti Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk Felsefesi Metodoloji Kürsüsünde 4 yıl asistanlık yaptı. Siyasal eylemleri nedeniyle işine son verilince avukatlık yapmaya başladı. 1969’da askerlik görevinde “sakıncalı” sayılarak yedek subaylık hakkı elinden alındı; Muş’ta çavuş olarak askerlik görevini tamamladı. 1971’deki askerî darbe döneminde bir süre tutuklu kaldı. 1979’da Stockholm’e yerleşti.
1979 öncesi de ilginç duyarlıklar yansıtan yapıtları, Stockholm yıllarının başlamasıyla bir başka boyut kazandı. Yurt özlemi hep duyumsanır onda. Bu kuşkusuzdur; içtenliklidir, yapay (bazen naylon dediğim de olur) bir yaklaşıma rastlayamazsınız.
Somutlaştırmak gerekirse, geriye gidilebilir. Öteki Günler Gibi Bir Gün adlı öykü yapıtında (Şubat 1974) “Cıbranlı Halit Bey’in Ölümü” başlıklı öyküsü vardır ki bu öykü diğerlerinden apayrı bir nitelik ve özellik taşır. İmgelerle yüklü bir doğu anlatısıdır. Asılmıştır, halkın düşününde yer etmiştir… Yedek subaylık hakkının elinden alınmasıyla başlayan, Muş’ta askerlik döneminde yaşadıkları, gözlemleri yapıtlarına yine içtenlikle girer. Bu yansıma, genel inceyazın atmosferiyle birebir uyumlu olmasa da birleştirmeyi bilir.
Bu yazıyı kaleme alırken, Demir Özlü üzerine güzel bir yazı yazan https://www.gazeteduvar.com.tr/demir-ozlunun-incelikli-oykuleri-haber-1513395 Sayın Beyza Ertem’in de düşünceleri aldım. Ertem de “doğu izleği” diyebileceğim konuda belirlemede bulundu:
“Bir Uzun Sonbahar ve Bir Küçükburjuvanın Gençlik Yılları adlı romanlarında da Muş’a dair benzer izlenimler yer alır. Bu romanlarda ‘kent’e odaklanır Özlü, kenti tüm imkânsızlıklarıyla ortaya döker.
Bir Uzun Sonbahar’da, yine asker bir başkişi var. Bir Küçükburjuvanın Gençlik Yılları’nda ise 60’lı yıllar mevzubahis olduğundan, dönemin siyasi ortamına da değiniliyor. Romandaki Selim, mahkemede yargılanıyor, ardından askere alınıyor. Bu yargılama sürecinden dolayı yedek subay olması gerekirken çavuş olarak askerliğe başlıyor ve bu dönem Muş’ta geçiyor.
Yine yazarın Dalgalar romanında sürgün bir asker konu edinilmekte. Doğu Anadolu’da gerçekleşiyor bu sürgün de.”
Atmosfer demişken alabildiğine güçlü “birey” kişiliğine rastlanır yapıtlarında. Giderek erotizmin dörtnala koştuğu görülür. Bu da özgürlük özleminin bir dışavurumu sayılmalı. Başta belki de şaşırtıcı, yadırgatıcı gelebilecek bir durum da öyle değerlendirilebilir; bir öbek aydının, sınırlı akçalı olanaklarına karşın, sürekli içkievlerinde zaman geçirebilmeleri de bir roman, öykü gerçekliği sayılabilir. Gerçekçiliği sanatın belirlediği gerçeklik olarak görmelidir. Bunun dışındaki ne denli gerçektir?.. Ölçüsü var mı?
İnceyazınsal dili ile de çok ayrı yerdedir Özlü. İkinci tekil kişi olarak belirlediği “öz”üne, kendine seslendiği anlatı biçemi çok hoş bir soluk oluşturur.
Kanallar’da yollara düşüp ulaşmaya çalıştığı Ana adlı bir kadını, sevgiliyi arar Amsterdam’da. Ararken yeni insanlar tanır, soluk soluğadır. Kadının sudan çıkarılan cesediyle karşılaşır sonunda…
Berlin’de Sanrı’da Ozan Heinrich von Klest’in izini sürerken, çağrılı bulunduğu yazarlar evinde tanıştığı Kristin’in bıçaklanarak öldürülüşüne tanık olur; acı içinde kalır. Yapıtın bu biçimde sonlanması da Heinrich von Klest’in yaşamına göndermedir…
Burada girme gereği duymadığımız, yaşam sürecini de bölen, siyasal düşünceleri de öyle şabloncu yaklaşımlar içermez; yine aydınca ve kendine özgüdür. Örnek mi 1960 Yönetiminin gelişine “darbe” demez; kolaycılık tuzağına düşmez.
Demir Özlü bireysel ile toplumsal arasında dengenin de yazarıdır. Kurduğu duyarlı denge üzerine yarattığı yapıtlarında yalnızlığı, bunalımı, tarihsel ve kentsel doku düzleminde, derinlikli bir biçemle işledi. Birçok ödülün sahibi Demir Özlü yapıtlarıyla ve kişiliğiyle Türk ekininde kalıcı bir yer edindi.
Stockholm’de yitirdiğimiz Demir Özlü’yü sevgiyle anıyorum.
Günay Güner
26 Nisan 2021, Ankara