Ankara, yaklaşık bir hafta içinde Cermodern’de Çağdaş Solo Dans Festivali, Oran Açıkhava sahnesinde Cyrano de Bergerac adlı klasik tiyatro oyunu ve Fade Sahne’de Güvercin Stand-up Topluluğu şovları sonbaharın ilk yağmur damlalarını ve ardından ilk selini karşılamış oldu.
Bedenle Anlatım
Solo Dans Festivali üzerine izlenimlerimi bu portalda paylaşmıştım (https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/dusunen-beden-dusunduren-beden/3052/ Erişim: 30.8.2023). Yazımda da belirttiğim üzere “Solo Dans” tek bir bedenin hareket sisteminin koordinasyonuyla duygu, düşünce ve hikâye aktarımı yapılabilen, kendine özgü bir sanat türüdür. “Solo Dans’ın duygu, düşünce, kavram ve deneyimlerin bedenle ifadesi, bir tür bedeni kullanarak dans diliyle “deneme yazısı” yaratmak, olduğu düşünülebilir. Arketip içermeyen, standart konulardan ziyade yaşamın ince ayrıntılarını irdeleyen Solo Dans’ın bir dünya görüşü, mesajı, dileği, önerisi vardır; bir manifestodur. Seyredene fikir sorar ve düşündürmeye teşvik eder, hatta kışkırtır.” Özetle Solo Dans bedenle düşündürme sanatıdır ve bedeni akıl yönetir.
Beden ve belagat: Tiyatro
Bedeni yönetenin akıl olduğu görüşünden devamla klasikler arasında saygın yeri ve yaşamımda derin etkileri olan bir tiyatro eserini izlemek uygun olurdu. Bu düşünceyle Oran Açıkhava Sahnesi’nde Edmond Rostand’ın zeki ve nüktedan şair, usta silahşor Cyrano de Bergerac hakkındaki tiyatro eserini izledim 1. 1.9.2023 akşamı sunulan DasDas organizasyonunun2 yapımı bu temsil hakkında karmaşık duygular içinde kaldım. Bir yandan gençliğimin kahramanı, yaşam boyu dostum Cyrano, diğer yanda sahnede izlediğim DasDas’ın Cyrano’su!
Orijinal eserde Cyrano cesur, sırtını güçlü aristokratalara dayamadan tek başına ayakta kalmayı yeğleyen, erdemli bir kişi, duygulu bir şair, usta silahşor, daha da önemlisi gururlu bir karakter olarak tasvir edilmektedir (2). Oldukça büyük burnu nedeniyle kendisini çirkin bulur, zaten herkes de onun burnuyla alay etmektedir. Bu yüzden tüm kalbiyle sevdiği Roxane’a açılamaz. Roxane da zaten yakışıklı Christian’a âşık olmuştur. Ancak sorun Christian’ın romantik iki kelimeyi bir araya getirememesi ama Roxane’ın da buna ihtiyaç duymasıdır. Sonuçta Cyrano, Roxane’a olan duygularını yazıp Christian’a verir ki o da kendi sözleri gibi Roxane’a okusun. Eserin sonunda gerçek ortaya çıkınca Roxane’ın aslında Christian’ın güzel yüzüne değil, Cyrano’nun yazdığı güzel sözlere âşık olduğu anlaşılır.
Gelgelelim DasDas’ın “sevimli, hafif uçuk mahalle kabadayısı Cyrano” yorumu aşkın sanatsal anlatımından ve klasik romantik tiyatro estetiğinden farklıydı. Özellikle Cyrano de Bergerac rolünde Bülent Emin Yarar’ın aslında mükemmel şekilde sunduğu tiratlar dışındaki komedi tarzı konuşmaları (gel buraya öpecem seni, neyi görcez, güzel adammış bee, çok iyi yaa), Anadolu lehçeleri buketi, burundan hırıltılı kahkahaları, anlatıma katkısı olmayan bağırma sesleri (bubuhaa ha haa, yey yey yey, hayırt hayırt, tatatataa dadddadaa, bebbbe ben, vb.) romantik şair Cyrano’nun zarif şiirlerinin taban tabana zıddıydı. Gırgır dergisinin merhum karikatür ustası Oğuz Aral izlemiş olsaydı eminim “Gereksiz karalamalardan kaçının”, derdi. Kavga tonunda bağırarak konuşmalar da ne Cyrano’ya ne de Roxane’a yakışıyordu. Ayrıca, sanatçıların sık sık repliklerini aynı anda söylemeye yeltenişleri yeterince prova yapılmamış hissi veriyordu.
Öte yandan Ahmet Sami Özbudak’ın özüne dokunmadan kısalttığı haliyle eserin açıkhava sahnesine uygun rejisi, Cem Yılmazer’in püsküllü fon kullandığı pratik, yalın ve estetik dekor ve aydınlatma tasarımı, Yahya Uluğ’un dramaturjisiyle Nihal Kaplangı’nın abartısız ve döneme uygun kostüm tasarımı, Harun Tekin’in seçtiği müziklerle Dicle Doğan’ın koreografisi dansın kalitesi, Deniz Özmen’in teknik olarak mükemmel eskrim devinimi tasarımı ve tabii başlı başına eserin kendisi temsili seyrettiren unsurlardı.
Yapımın rol dağılımını hiçbir yerde bulamadım. DasDas’ın internette mevcut iki telefonundan biri önce bozuk sonra cevapsızdı, diğeri ise restoran kısmının telefonuydu, telefonu açan görevli kastı bilmiyordu ama sorsam menüyü bilecekti. Yine de kastta emin olduklarımdan, Mert Fırat’ın Christian rolünü abartısız yorumladığı için başarısını teslim etmek gerekli. Le Bret rolünde Caner Erdem, Kont De Guiche rolünde Erol Babaoğlu ve rollerinin adını öğrenemediğim Ertuğrul Gümrükçü, Fatin Elcim ve Ömer Faruk Tezgel de keza abartısız oyunlarıyla alkışı hak ettiler. Roxane rolünde Elif Mandan ile pastacı Leila rolünde Ece Çeçmioğlu’nun (asıl eserde erkek pastacı Ragueneau) sahne yetenekleri daha sade ve zarif şekilde oynamalarına yetip de atardı. Sonuçta ne Cyrano ne de gizli aşkı Roxane komedi karakterleri değildir, onlar tam aksine “aklın bedenden daha değerli olduğunu” anlatan sembol karakterlerdir. Tiyatro tarihinde böylesine rol model olmuş karakterlerin komikleştirmeden sunulması durumunda seyirci belki daha çok bağrına basıp benimser.
Belagat: Stand-up Komedi
2 ve 3 Eylül 2023 akşamlarında ise Fade sahnesinde Güvercin Stand-up ekibinin Geleneksel ve Express isimli beden yeteneğinden çok zekâ gerektiren belagat gösterisi stand-up komedilerini izledim . Uzun zamandır ülkemizde var olan ve serpilip yaygınlaşan stand-up komedi sanatının kendine özgü konsepti ve kuralları var. Öncelikle sahnede tek sanatçı yer alıyor, elinde mikrofon ve üzerine oturacağı sandalyeden başka prob adı verilen pek fazla aksesuar olmuyor. Televizyonda Seinfeld şovundan anımsayacağınız üzere sanatçı yüzünde yorum mimiği olmaksızın, tarafsız bir ifadeyle, yani tiyatro gibi oynamadan, dekor, kostüm ve aksesuarsız bir şeyler anlatıyor. Anlatırken yüzlerde ve seslerde en ufak bir alay etme, aşağılama ifadesi bulunmuyor; yorum tümüyle seyirciye ait. İsteyen istediğini anlıyor, isterse tepki verebiliyor. Seyirci o denli gösterinin bir unsuru. Meddah öykü anlatıcısı ise, stand-up’çı yaşamdan bir kesit sunan ve bu kesite zekice bir espri yerleştirendir, denilebilir.
İşin güzel yanı bu sanat dalının okulunun olmayışı, kendine güvenen herkese sahnenin yolu açık. Sanatçılar önce 5-7 dakikalık “Açık Mikrofon’da” kendilerini deniyor ve izleyicilere şakalarını sunuyor. Bu bir tür yetenek keşfi ya da seyircili prova. Nitekim daima bir sunucu bulunan stand-up komedilerinin formatı sanatçının sahne aldığı süre ile bağıntılı; bir tür karate kuşağı gibi, beğeniyle orantılı başarı artıkça sahne süresi de uzuyor. Yazılı ya da akılda bir metin var ama şovda bu metni satır satır sunmuyorlar. Performansları ezber ile doğaçlama arasında, biraz da interaktif bir sunum. Belki evde ayna karşısında prova yapanlar da vardır ama olay daha çok seyirci karşısında akıyor. Çünkü seyircinin olumlu ya da olumsuz enerjisi de bu akışı etkileyebiliyor. Diğer bir deyişle stand-up’çı seyircinin zihnindeki yarı kapalı kutulara ulaşabilirse kahkaha tufanıyla beraber alkış kopuyor.
Bu yüzden şovda aktif yer alan seyirciyi de tanımlamak gerek. Daha çok genç nesil de olsa, salonda bulunan her yaştan seyirci günün herhangi bir anında, şehrin herhangi bir yerinde rastladığımız ben, sen ve onlar. Sadece bu sosyolojik kesitte ortak amaç için toplanmış olmaları tepkilerinde belirleyici unsur. Daha ziyade keskin zekâ ürünü esprilerle eğlenmek için oradalar, daha önce deneyimledikleri ya da deneyimlemeyip merak ettikleri olay veya ilişkileri başka açıdan da görebilmek için; en azından ben öyleydim.
Hem bu tarz sanatı görmek hem de şakalara ne tepki vereceğimi ölçmek için iki gece üst üste Fade’nin 70 kişilik salonunda yer aldım. İyi ki de almışım, hem eğlendim, hem de nelerle eğlenildiğini, yani seyirciyi de izleme fırsatı bulabilmiş oldum. Sadece hesaba katmadığım bir şey oldu, ben de kahkaha atarken izlediğim seyircilerden biri oluverdim!
İzlediğim şovlarda sunucular Emre Yücebıyık ve Salih Tıraş idi. Her ikisinin de hem girişte hem her sanatçının sahne alışı arasında hem de kapanışta söyleyecekleri vardı. Her ikisi de son derece zeki, şovun koşumlarını kontrol altında tutma becerisine ve seyirciyle iletişim kurma yeteneğine sahipti. Örneğin iki bölümlü şovda Yücebıyık’ın aradan sonra seyirciye “ilk yarıdan akılda kalanları” sorması seyirciye ikinci bölümü daha dikkatle izleme sorumluluğu yükledi. Her iki gece farklı sürelerde sahne alan sanatçılar (soyadı alfabe sırasına göre) Furkan Güner, Faruk Özdemir, Ümmühan Özden, Oğuz Kaan Özsoy, Salih Tıraş, Bülent Usta ve Emre Yücebıyık idi. Anlattıkları konular arasında “kimine göre öteki, kimine göre beriki mahalle alışkanlıkları ve iletişim biçimleri”, “gelinlik alınışı öyküsü de dahil düğün gelenekleri”, “yanlış bilinen cinsel mitler”, “iş yaşamındaki tezatlar”, vb. yer alıyordu. Seyircileri bu anekdotlar kadar “her şeye daima muhalif olanlarla” sözlük tanımıyla neden sonuç ilişkisi kurmayan “gelenekçilerden” örnekler de güldürdü. Bir grup seyirciye de “beyaz atlet fanilası giyilmeyen topluluklar”, “ayakkabıyla girilebilen evler” vb. farklı yaşam biçimi örnekleri sanatçıyla samimiyet kurdurdu.
Sonuçta suyla ve sabunla yoğrulan yaşamda suya sabuna dokunmamak mümkün değil. Önemli olan kendimize tutulan aynadaki sulu-sabunlu hayalimizle dalga geçebilmek, kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmek. İşte stand-up komedyenlerinin yapmaya çalıştığı tam da bu!
Sonuç
Yazımın başına geri dönecek olursam, kişisel, toplumsal ve evrensel olgu ve sorunları Solo Dans salt beden kullanarak ifade etme sanatı iken, Tiyatro bunları hem beden hem belagatle, Stand-up ise sadece belagatle ifade sanatıdır denilebilir. İlginç şekilde içlerindeki komedi unsurunun dozu da aynı sıralamayla artmaktadır. Güldürü, görme duyusundan ziyade zihne uğradığında anlam kazanır. Belki de bu nedenle Solo Dans’ta komedi unsuru genellikle yer almazken Stand-up’ta esas amaç ve gövde komedi olarak karşımıza çıkar. Tiyatroda ise eğer eserin orijinali komedi değilse, ses ve mimiklerle güldürü eklenmeye çalışılırsa ortaya sakil bir yorum çıkabilir.
Tercih yapmak gereksiz olsa da ben izlediğim gerek dans, gerekse stand-up olsun solo performansları daha çok beğendiğimi söyleyebilirim. Nedeni sadece sunum kalitesi değil, aynı zamanda az ve öz olanın kendimi tanımak üzerine zihnimi daha çok çalıştırmış olması olabilir.
Pınar Aydın O’Dwyer
10 Eylül 2023, Ankara
Kaynak
Rostand E: Cyrano de Bergerac, Çev: SE. Siyavuşgil, Remzi Kitabevi, 1946, 3. Baskı, İstanbul.
1 Eserin tanıtımı: “Ahmet Sami Özbudak’ın yönetmen koltuğunda oturduğu Cyrano De Bergerac bu yorumuyla geçmişten bugüne bir köprü kuruyor. İzleyici, eserin şiirsel ve masalsı atmosferini arkasına alarak günümüzün güzellik meselelerine, derinliğini kaybetmiş duygulara, aşka, yalnızlığa ve ölüme yeniden bakacak. Cyrano’nun söylediği sözlerle hislenecek kaç kişiyiz, bu Dünya artık duygulu çocukları bünyesinde kabul etmiyor mu, sözün büyüsü kalmadı mı? Sözler kaybolduysa duyduklarımız kuru gürültü mü? Gerçek kahramanlar bilek gücüyle mi, yoksa söz gücüyle meydan okur hayata? Aşk için sadece kalp güzelliği yeter mi? İnsan akla mı aşık olur, bedene mi? Bunun gibi bir sürü soruyu kucağımıza atıp, alaycı bir nanikle sahneden inecek Cyrano. O bir kahraman mıdır, yoksa şair mi? Bunu bile kestiremeyiz”. (https://www.dasdas.com.tr/event/cyrano/ Erişim: 31.8.2023)
2 15 eylülden itibaren her Cuma Lavare Sahne'de; 23 ve 30 Eylül Cumartesi akşamı da Kült Kavaklıdere'de etkinlikleri devam edecek.