Kaplan ruhlulara…
Ne zaman genç yaştan biriyle, mesela üniversite sınavı adayı bir genç ile konuşsam, ders çalışmaktan aklının karışmış, ruhsal olarak bunalmış olduğunu görüyorum. O kadar ki zihinleri artık daha fazla bilgiyi kaldırmayacak duruma gelmiş oluyor. Bir de üstüne gece geç saatlere kadar çalıştıkları ve huzurlu derin bir uyku uyuyamadıkları için çalışmaları da dinlenmeleri de verimli olmuyor.
Oysa tezat şekilde başarılı öğrenmenin en verimli yolu çok çalışmanın yanı sıra yeterince dinlenebilmekten geçer. Uyku tam da bunun içindir. Uyku esnasında zihin günlük olayları gözden geçirir, sakince tasnif eder, sonra konuyla bağlantılı hafıza raflarına ya da çekmecelerine yerleştirir. Raflar yakın dönem hafızası içindir; bilgi ve deneyimler raflara düzensiz şekilde hızla yerleştirilir. Diğer bir deyişle bilgi ve deneyimler raflara gelişigüzel konulduğu için, kısa süre içinde elini atar atmaz rafta iz bırakmadan günlük yaşama aktarılabilir. Ama yakın zamanda tekrar kullanılmazsa konulduğu kadar da çabuk silinir gider.
Önemli olan raflardaki bilgi ve deneyimlerin derinde kayıtlı olanlarla bağlantılarının kurarak onların sağlam anılar haline getirebilmesidir. Sağlam anılardan kasıt, yeni olanların eski bilgi ve deneyim anılarına örülmüş olmasıdır. Bu örgü ne kadar güçlü ise o kadar uzun süreli ve o denli etkin olacak, gerektiğinde daima kullanılabilecek ve üzerine yenileri eklenebilecektir. Derin hafıza da denilebilecek bu öğrenme biçimi çekmeceye benzetilebilir. Çekmeceler belli bir akış düzeniyle sıralanmış aralarında bağlantı kanalları olan emniyetli kasalardır. Unutulmak istenen bir olay kasaya kitlenebilir, ama unutulmaz. Aslında kilitli bir sandığın en dibinde de olsa tamamen unutmak olası değildir. Çünkü unutmak hatırlamanın bir biçimidir. Üstelik Nooteboom’a göre “bellek bir köpek gibidir, canı isteyince kalkıp gider, canı istediği anda da geri döner”.
Bu aşamada konunun başına geri dönecek olursak; örneğin üniversite sınavına hazırlanan bir gencin veya bir sahne eserine hazırlanan sanatçının her gün raflara gelişigüzel atıverdiği bilgilerin kalıcı olmasını sağlayabilmesi, çalışma ve uyku dışında her gün kendisine zevk verecek başka bir aktivite daha yapması ve bu aktiviteye örülen bilgilerin uykusunda çekmecelere yerleşmesine bağlıdır. Böylece bu “yardımcı aktivitenin” doğuracağı duygu, edindiği bilgiyi sarıp sarmalayıp en uygun çekmeceye konulmasını sağlar. Köpeğe benzetilen belleği kontrol edebilmenin yolu ona hoşlanabileceği bir duygu tasması takmaktır.
Buraya kadar anlattıklarım öğrenme, deneyim edinme ve bunları gerektiği anda kullanıma sokmak üzerineydi. Bu noktadan itibaren, 65+ yaşım itibarıyla yaşamaya başladığım “çekmeceleri kurcalama dönemi” üzerinde durmak istiyorum. Ya çekmecelerin yerine büsbütün Pandora’nın kutusunu açarsam, içinden geçmişteki nice acılı (nost-alji), hüzünlü, mutsuzluk ve başarısızlık anıları çıkıp “geriye kalan geleceğime” dair umutlarımı da söndürürse korkusunu da hissettiğim bir dönem. Bu öyle bir dönem ki, hem hafızayı yerinde mi diye kontrol etmek için hem de “ben kimdim; neleri doğru neleri yanlış yapmıştım”, diye kendini sorgulamak için o anki olaylarla alakalı alakasız anılara geri dönmek, ihtiyacı olabiliyor. İşte o zaman çekmecelerin başına geçip ya sırayla ya da belli bir sıra gözetmeksizin onları açıp içinde dolaşmaya başlama zamanıdır.
Bu ruh hali içinde Onur Kılıç’ın “Yeniden Dönen Rüzgâr” adlı resim sergisindeki kendiliğinden açılmış o çekmece ile karşılaştım (“İsimsiz”, Görsel 1). Galeri Nev Ankara’daki bu sergide Kılıç’ın “Bir iç fırtınada uçuşan mekanlar, kaybolan eşyalar ve varlıklar” şeklinde tanımlanan resimlerinin dünyasına samimi bir davet var, hatta ısrarla o dünyanın içine çekiyor!
Henüz boyaları ıslakmış hissi veren eserlerin arasında kendiliğinden açılmış o çekmece, tüm gençlik rüzgarları dinip, kişinin kendiyle hesaplaşma döneminde geride kalan “görkemli yalnızlığından” söz ediyor. Belli ki duvarda asılı resim, çekmecelerin üstünde atılı duran bir toz bezinin silemediği duyguları harekete geçirmiş. Bu duyguların bağlı olduğu anılar çekmecelerde aranmış ve nihayet birinde bulununca o çekmece kendiliğinden açılıvermiş; kimse bakmazken içindekiler ortaya dökülüvermiş. Çekmecenin kulpuna, içinde gök gürültülü fırtınalar kopan birisi, nefesini tutarak dokunmuş olmalı. Çekmeceden yayılan ferah duygulu aydınlık anılar resmi kavrayan kahverengi karamsarlığın üstesinden geliyor. Çekmecenin gönlünü açması için ona dokunanın şifreyi bilmesi gerekli; şifre ise cevap aranan “bir soru”nun olmasıdır.
O raftan bu rafa kayarak 65+’nın getirdiklerini öğrenmeye ve bunları günlük sahnede oynamaya çalışırken zevk alınabilecek “yardımcı aktivite” bulunmalı ki bu deneyimler duygu çekmecelerindekilere eklemlenebilsin. Tam da böyle bir dönemde eğer birisi size görseldeki (Görsel 2) gibi çekmeceli bir kutu hediye etmiş olsa, içinden de “neşe verici çikolatalar” çıksa mesela, sizin içinizdeki “kaplan” da fırlayıp yeniden yaşamı öğrenmeye koyulmaz mıydı?
Pınar Aydın O’Dwyer
30 Ocak 2024, Ankara
Kaynaklar
- 1.Draaisma D: Unutmanın Kitabı (Çev: Muradoğlu D). Yapı ve Kredi Yayınları, 2018
- 2.Nooteboom C: Ritüeller. (Çev: Özgören P), Can Yayınları, 2001
- 3.Aydın O’Dwyer P: Zamanın Belleği-1. https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/zamanin-bellegi-1/2444/ Erişim: 8.01.2021
Teşekkürler: “Çekmece” kavramına dikkatimi çeken Aydın Buğra Güven’e müteşekkirim.
Sergi: Onur Kılıç’ın “Yeniden Dönen Rüzgâr” adlı sergisi 10.02.2024 tarihine kadar Galeri Nev Ankara’da görülebilir. https://galerinev.art/tr