Birkaç ay önce tesadüfen yolum Ankara Ortaoyuncular Tiyatrosu’na düşmüş, Ernest Hemingway’in aynı adlı romanından uyarlanan “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” adlı eseri izleyip çok etkilenmiştim (https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/icinde-yasatan-tiyatro-temsili-canlar-kimin-icin-caliyor/3263/ Erişim: 5.4.2024).
Bu sefer kendi özgür irademle biletimi alıp 29 Kasım 2024 akşamı, orijinal metinle sahnelenmiş Devrim adlı oyuna gittim. Ankara Ortaoyuncular Tiyatrosu’nun Ünal Çeken Sahnesi’nde (Kızılay, Fevzi Çakmak 1.Sokak) sahnelenen oyun önceki yazımda tanımladığım üzere kendine özgü bir salonda sergileniyor. “Temsil, tribün benzeri oturma yerlerinden izlenen, üç basamak aşağıda enine uzun sahnede veriliyor. İnce uzun dikdörtgen biçiminde salonun uzun kenarlarından birinde üç katlı seyirci tribünü var.”, diye tarif etmiş olduğum ortamda bu kez yerim, tribünün ikinci katındaydı.
ESER HAKKINDA BİLGİ
Har açıdan deneyimli tiyatrocu Ünal Çeken’in yazıp sahnelediği, rejisini Navid Rahimi‘nin yaptığı oyun toplam 90 dakikalık iki perdeden oluşmaktaydı. Metnin yazım aşaması yaklaşık iki yıl almış olan eserin prova süreci sekiz aya yakın sürmüş.
KONU: Eser, 19’uncu yüzyılın ortalarında (1849) Londra ve Paris’de başlayan sosyal devrim hareketlerini ve bu hareketlerin başlangıcında rol oynayan sosyolojik basamakları işliyor. “Komünizm”, tarihi kayıtların ve yaşandığı bilinen olayların ışığında felsefecilerin, teorisyenlerin ve işçilerin bakış açısıyla ele alınıyor. Karl Marx ve Friedrich Engels’in dönemin filozoflarıyla kapitalizme karşı işçi devrimini örgütlemeleri ve dönemin egemen zihniyeti ile monarşinin saldırılarına karşı mücadeleleri tiyatro diliyle sunuluyor.
YARATICI SANATÇILAR: Yazan, Sahneye Koyan, Dekor, Kostüm ve Müzik seçimi: Ünal Çeken, Reji : Navid Rahimi, Kondüvit: Ayşe Ebru Bütün
OYUNCULAR: Karl Marx: Harun Bendaş, Friedrich Engels: Kağan Çağlar, Ester: Sıla Leyla Güney, Pierre Joseph Proudhon: Ahmet Eray Kocaman, İşçibaşı Mösyö Pierre: Burak Levent Sancar, İşçi Button/Hermann Kriege/ ean: Mirhan Hare Döner, Jenny von Westphalen: Handenur Çevik, Mary Burns: Leyla Topal, Jean Jacques Rousseau: Kamil Selalmaz, Jack: Alp Taşgın, Alfred Marshall: Ahmet Eray Kocaman, İşçi/Bernard: Emirhan Kocaoğlu, Diğer İşçiler: Yağmur Cevheroğlu (Liv), Eda Yılmazçoban, Ege Çetinkaya, Komünist: Tunar Farzali, Kapitalistler: Kaan Kurt, Tahir Soğuksu, Efe Kınak
İZLENİMLERİM
Oyuncular: Daha ilk cümleden belirtmeliyim ki, etkilenerek izlediğim oyun, sadece seyir zevki vermekle kalmıyor, inandırıcı şekilde sahnelendiği ve oynandığı için metni derinlemesine düşündürüyordu da. Etkilenmemin diğer bir nedeni de eserin konusu nedeniyle Ünal Çeken Sahnesi’nin bir yeraltı sığınağındaymışız duygusu uyandırmasıydı. Her ne kadar konu 1850’lerde geçiyor olsa da bana Nazi Almanya’sında Anne Frank’ın ailesiyle saklandığı gizli odayı hatırlatması, dolayısıyla temsil süresince “tüm onların” hayatta kalmaya çalıştığı ortamda bulunuyormuşum duygusu vermesi, etkilenme dozumu arttırdı.
Tüm genç sanatçıları kolayına yani abartıya kaçmadan “dozunda teatral” oyunları için gönülden kutlarım. Sadece rollerinin repliklerini ve jestlerini değil, zifiri karanlıkta sahneye çıkış ve iniş adımlarını bile ezberlemişlerdi. Onlara “alaylı” deniyor ama çoğu değme “okullu”lardan çok daha iyi yorumcu-oyuncu. Özellikle Proudhon (en doğal haliymiş gibi dengeli, sakin, âdeta metni değil içinden geçenleri paylaşıyordu), Ester (duvara yazı yazışındaki estetik devinim bile çok iyiydi), Marx (dozunda dramatik oynadı), Mösyö Pierre (dozunda dramatik oynadı) ve Engels (âdeta saygı duyduğu Engels olmaktan mutluydu), rolünü oynayan sanatçıları tebrik ediyor, tiyatroyu ve biz seyircileri asla bırakmamalarını diliyorum.
Evet hepsi “alaylı” oyuncular olabilirler ama Ünal Çeken’in ifadesiyle “Tevafuk ile yerini bulmuş oyuncular”dı. Belli ki içlerinde adını koyamadıkları bir tutku onları tiyatro sahnesine sürüklemişti. Örneğin Esteri oynayan Sıla Leyla Güney “Nicedir merak ettiği” bir tiyatronun kapısından içeri bir gün tesadüfen girmiş. Eline verilen metni okurken kendisini oyunun içinde bulmuş ve Ester olarak sahneye adımını atmış.
Sahneleme: Enine uzun sahne alanının kullanımı çok zekiceydi; Fransız Devrim mahkemelerinde olduğu gibi sahnenin sol yanı proleterlerin, sağ yanı burjuvaların alanıydı ve denge kişilik Proudhon ortada yer alıyordu. Dış ortamı betimlemek için çim halı, iç ortamları betimleyen fakir veya zengin ev mobilya aksamı ve aksesuarlar sahneyi kalabalıklaştırmadan ambiyansı yaratmıştı. Keza bir kısmı o döneme ait, bir kısmı da çağdaş kostümlerin de minimal oluşu oyuncuların rollerine yoğunlaşmasını kolaylaştırıyordu.
Karartılmış sahne geçişlerindeki ara müzikler ise duyguyu oluşturuyor ve seyirciyi bir sonraki sahneye hazırlıyordu. “Patronun” işçinin eline dokunduktan sonra kendi ellerini alkolle temizlemesi ve benzeri mizansenler öylesine yerindeydi ki oyuncular bunları içselleştirmişti.
Eserin metni: Devrim, “Proloter / Teorisyen”, “İşveren / Emekveren” kavramlarını ele alan metin aynı zamanda “Anarşinin tanımı-Onurlu yaşamın tanımı” ve “Yaşanabilir adil bir dünya kurmanın yolu” üzerine de düşünceyi tetikleyen bir eser. Metin yazarı Çeken eseri “Bu eser hayal değil gerçek. Pratikteki sorunların önce teorik zeminde çözümlenmesi lazım. İnsan duyguları, insanlığı kaybetmeden devam edebilmeli. İnsanlık duygusu kaybedilmemeli.” şeklinde vuruluyor. Ona göre “Ölüm, ideali geride bırakır”; bu nedenle aslolan “yaşamda ideal için mücadele etmek”!
SONUÇ
Temsil bitiminde, son zamanlarda moda olan “film okuma” toplantıları gibi bu eser için de “tiyatro okuma” toplantısı yapılsa oturumu yöneten ve katılımcılar neler “okurdu” diye düşündüm. Örneğin ben yaşlarda bir seyirci oyunu, “Devrim fikri yaşatılmalı. Oyun bunu hissettiriyor, kendimizi hatırlattı”, şeklinde okudu. Genç bir seyirci ise: “Metin yazarı eseri klişeye boğmuş olsa da oyuncuların başarılı oyunculuklarını izlemek ve seyirciye geçen tiyatro tutkularını hissetmek için kesinlikle izlenilmesi gereken bir oyun”, diye okumasını paylaştı.
Ben temsilin başında zamanında AST’ta izlediğim bazı eserler aklıma düştüyse de giderek “oyun izleme” ruh halinden çıkıp, “gerçek hayatın içinde yaşıyor olma” ruh haline girdim. Çünkü oyuncuların içten, doğal ve inandırıcı yorumları beni yapay bir tiyatro temsilden çıkarıp, gerçeğe getirdi. Yaşam cep telefonuna düşeli devrim, dayanışma vb. kavramları nasıl da çoktan unuttuk, diye aklımdan geçti. “Devrim” temsili bana Marx’ın sorusunu sordu: “Kalmak mı, kaçmak mı çözümdür?” Ve her daim aslolan “Dayanışmadır, aynı genç Ortaoyuncuların dayanışması gibi” cevabını okumamı sağladı.
Not: Ankara Ortaoyuncular Tiyatrosu öğrenciler için “Askıda bilet” kampanyası başlatmış durumda.
Teşekkür: Temsili izleyen genç seyircilerden Can’an’a izlenimlerini benimle paylaştığı için teşekkür ederim.
Pınar Aydın O’Dwyer
12 Aralık 2024