Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) sahnesinde 18 Ocak 2025’de İnsan adlı modern dans eserinin dünya prömiyeri yapıldı. ADOB Modern Dans Topluluğu’nun (MDT) sunduğu eser iki perdeden oluşuyor; ilk perde (perde önü-prolog dahil) 35 dakika, ikinci perde 37 dakika olmak üzere (ara dahil ama eserin epiloğuymuş gibi uzun süren alkış hariç) toplam 87 dakika sürüyor. Birinci perdenin nispeten kısa olmasının ve ardından ara olmasının yararı, oldukça yoğun anlatımlı ilk perdeyi sindirmek ve ikinci perdeye konsantre olabilmeye zaman tanımak. Böylece bu ara süresinde seyircinin, ilk perdede sunulanları derin belleğinin “insanlık” başlığı altında bulup oraya kayıt ettikten sonra ikinci perdedeki günümüze odaklanabilmesi mümkün olabildi. Temsili salonun makul bir koltuğundan seyrettim.
YARATICI SANATÇILAR
Yapımın konusu dahil yaratıcısı koreograf James Sutherland. Müzikler Davidson Jaconello’nun geleneksel Türk motifleriyle bezenmiş çağdaş besteleri ile finalde Maurice Ravel’in Bolero’sundan oluşuyor. Eserin sorumlusu, MDT Sanat Yönetmeni Bürge Kayacan (karekod dergide adı eser sorumlusu olarak yazılı değil), Dramaturgu Eva Wagner (karekod dergide adı yazılı değil). Sahne tasarımı Aykut Öz’ün, Kostüm tasarımı Aydan Çınar’ın, Işık tasarımı Bülent Arslan ile Durmuş Ercan’ın, Video tasarım Coşku Güney Türkel’in (karekod dergide adı yazılı değil) yaratımı. Eserin hazırlanmasında Aslı Güneş Sümer ile Deniz Ay koreografi asistanı ve repetitör olarak, Pelin Köken prodüksiyon asistanı olarak sorumluluk üstlenmiş, Sahne amiri ise Nazlıcan Fırat.
DANSÇILAR (Soyadı alfabe sırasına göre)
Şeyma Akbay, Mert Bozkurt, Asya Canbulat, Özkan Gültekin, Gülşah Koşukcu, Eren Çelebi Kutlu, Mustafa Özçelik, Hakan Özenalp, İlke Sayıner, Atahan Tepe, Deniz Uzuner, Serra Yazıcı, Sercenk Yücel.
KONU
Eserin ayrıntılı konusuna www.operabale.gov.tr/tr-tr/Sayfalar/workdetail.aspx?EserKodu=3008 adresinden ulaşılabilir. Kısaca İnsan, insanlığın varoluş ve evrimsel gelişim sürecinin, bu süreçteki karmaşık duygularının, birbirleriyle ilişkilerinin ve doğayla olan bağlarının modern dansla anlatımı.
İZLENİMLERİM
Dansçılar: Tüm dansçılar son derece zor hâttâ neredeyse imkânsız hareketlerden oluşan dansları, sanki hepsi tek bir bedenin kafası, kol ve bacaklarıymış gibi estetik ve kusursuz şekilde gerçekleştirdiler. Öylesine ki, olağanüstü olayları betimleyen bir çizgi film gibi imkânsız ama gerçektiler. Çok iyi çalışılmış olduğu ve konuyu anlayarak içselleştirmiş oldukları görülüyordu. Belli ki hem bireysellik hem birliktelik deneyimi edinmişler ve hem de modern dans alanında yepyeni bir vizyona kavuşmuşlar. Çünkü örneğin, sahne kararıp ışıklar açıldığında düğmeye basılmış gibi aniden dansa girişmiyorlardı, zaten bedenleri müzikle dans deviniminin içindeydi. Kendi bölümlerini ardışık hareketlerden ibaret bir dans olarak değil, her adımını anlam içeren bir iletişim aracı olarak yaşamlarına da dahil etmişlerdi. Tüm dansçıları ve çalıştırıcıları kutlamak, hatta su ile kutsamak gerekli.
Müzik ve Video: Dansçılık yönü de olan Davidson Jaconello ses tasarımcısı ve besteci olarak bu tür yapımlarda oldukça deneyimli bir sanatçı. İnsan önce müzik sonra koreografi sıralamasıyla hazırlanmamış; aksine koreograf istediği müziği tarif etmiş ve besteci bu tarife paralel müzik kumaşını biçmiş. Böylece beste-koreografi-reji birlikteliğiyle ortaya bütünsel bir kontrpuan yaratımı çıkmış. Türk müziği motifleri de içeren çağdaş bestesi aileden-yerelden topluma-evrensele açılan bir yelpaze niteliğindeydi. İlkel insanın öncelikle insanlığın çocuğu olduğu, sonra aile kültürü ve çevrenin o insanı etkisi atına aldığını müzikle sunarken fondaki etkileyici video ile Türkçe ninni ile anne-çocuk; yerellik-aile kavramı anlatılıyordu. Sözlü sözsüz Türk tınıları ile çağdaş besteleri ile eserin sonundaki Ravel’in Bolero’sunun oranları tam dozundaydı. Yine, eserin sonuna doğru köpek havlaması-goril homurtusu benzeri sesler insanlığın geçirdiği evrimlere karşın içinde hâlâ ilkellik barındırdığını düşündürüyordu.
Öykünün anlatımı: Temsil müzik ve dans başlamadan birkaç dakika önce başladı. Bir akarsu kenarında huzur içinde sakince dolaşan, su ile oynayan, çıplak ayak içine girip yürüyen, kıyısında yatan, cam sürahiye su toplayan kızlar vardı. Onların orada özgürce yapabildikleri, yani bizim bugün dilediğimizce ve işimize geldiği gibi hoyratça suyu kullanabilmemiz ve yönetebilmemiz, insanlığın yüzyıllar içinde geçirdiği evrimler ve devrimler sayesinde; belki de eserin final mesajı bu prolog bölümünde gizliydi.
Birkaç dakika sonra müzikle beraber, binlerce yıl geriye gidilip öykünün en başından anlatıma başlandı. İlk insan tek başına, sonra hızla çoğalma, sürü cinselliğinden tek eşliliğe geçiş, gruplaşmalar ve gruplar arası kavgalar; Bir Uzay Destanı 2001’deki birbirleriyle yok yere tepişen maymunları ve uzaya kemik fırlatılışını anımsatan sahnelerdi. Örneğin doğal afetlerle ortaya çıkan beraberlik ruhuna rağmen önce küçük gruplar arasında çıkar çatışması ile başlayan tepişmelerin ilerleyen yüzyıllarda ulus savaşları haline gelmesinde ve su kaynaklarının kurumasında her bir bireyin sorumluluğu yok mudur?
Su metaforu: Su, hem insanlığın tabiat ananın kucağındaki, hem de ana rahmindeki yaşam kaynağı, hem de paylaşılamayan mücevher. İnsan’da, ilk insanlar önce sudan korktular, sonra her zamanki gibi ilk adımı cesur bir kadın attı, suya girdi ve sağ salim çıkmayı başardı. Ondan cesaret alanlar da onu izlediler, âdeta suyla arkadaşlık edip onunla dans ettiler. En sonunda hepsinin korkuları yıkıldı. Zaten önce hep ilk adımı kadınlar başta olmak üzere iki-üç cesur insan atar. İnsan’daki ilk çağların yarı hayvan-ilkel insanları kendilerini doğanın bir parçası olarak hissediyor ve davranıyorlar. Bir yandan da doğaya baş kaldırmayı deniyorlar. “Su”yun özenle korunmasının bilincine varılarak ve gerektiğinde başka yere itinayla nakledilmesiyle insanlık medeniyetleri geliştiriyor. Suyu muhafaza etmek ve medeniyetleri aydınlatmak için uzaklara götürmek üzere üç sürahiye doldurdular. Su nehir oldu, mabet oldu, tanrı oldu; ölümden veya güç sahibi zalimlerden korku oldu. Kutsal su oldu insanları kutsadı, sadece hayat vermek değil, cesaret ve korkulardan arınma inancı sağladı. Su, göç yolları açtı, gurbette yoldaş, sorunları çözme yolunda ışık oldu.
Su metaforu öylesine duygulandırıcıydı ki, temsil sonrası bütün gece düşündüm: Suyun ne olduğundan bağımsız olarak, suya ilk girenler ilk adımı atmakta cesurdu ama bilgisizlerdi de. Çıktıklarında sadece ayaklarını sokma deneyimi edinmişlerdi. Onları izleyenler cesur değildi ama görgü edinmişlerdi. Hiç denemeyenlerin içinde ise belki de sadece ilk adımlarını atamadıkları için geri dönüşü olmayan o noktaya “Sezar’ın rubicon”una asla hayatta yaklaşamayacaklar vardı. Ben hangisiyim, diye kendimi tarttım. Ve eserin sonunda tüm dansçıların suda Ravel’in Bolero’suyla umut verici dansına (tüm seyirciler gibi) katılmış olmayı hayal ettim.
Koreografi ve reji (dekor, kostüm, ışıklama): Sahnede “simetrik asimetri” hâkimdi. Yüksek enerjili ama dingin koreografiyi izlemek hiç yorucu değildi. Aksine sadece estetik devinim değil felsefe de içerdiği için zevkle izleniyordu. Seyir, standart modern dans temsili izlerken olduğu gibi koreografın ne anlattığını, her hareketin kelime anlamını çözmeye çalışarak değil; aksine çalışmayarak, düşünceyi takip etme tramvayında bir sonraki sahneyi mantık akışıyla hissedip, kendini takdir ederek bir sonraki istasyona varma yolculuğu şeklindeydi. Işıklama muhteşemdi; hem konuyu koreografik biçimde anlatıyordu hem de müziğe destek olarak duyguları tetikliyordu. (Bu tarz ışıklamayla ADOB’daki Romeo ve Juliette operasının nasıl muhteşem olabileceğini hayal bile edemiyorum.)
“Sutherland imzalı” hareketlerle bezeli koreografi, ölçüsü kendi içinde gizli bir şiir gibi. Seyrettikçe hareketlerin kendilerinin de melodi yarattığı hissediliyor. Hem Davidson Jaconello’nun koreografik bestesinin, hem de Ravel’in Bolero’sunun birlikteliğiyle kontrpuan usulü koreografik çokseslendirme yaratılmış gibiydi. Bir an gözümün önüne şarkıcı Björk’ün başrolünü oynadığı, Lars von Trier’in Karanlıkta Dans adlı filmdeki fabrika makina sesleriyle dans eden kör kadın geldi, o da bu seslere dansla bir tür kontrpuan koreografisiydi ve dans İnsan’daki gibi seslerin ve müziğin etkisini değiştiriyordu.
Dünyaca ünlü ve ülkemizde de önceki yapıtlarıyla beğeni kazanmış koreograf (ve bence bale rejisörü) James Sutherland sinestezi yeteneği olan bir sanatçı olsa gerek. Çünkü nicedir, ifade gücü yüksek, kendine özgü fiziksel bir dil yaratmış durumda. Öykü, dramaturji, koreografi ve reji standart modern dans yapıtı değil, işaret dili hiç değil; kayıtlara “Sutherland ifade yordamı” olarak geçecek bambaşka bir iletişim biçemi. Beraberinde, anlatımda tercih ettiği müzik, sözle anlatım, dekor-kostüm ve ışıklama da sinestetik biçemin diğer unsurları. Eser gerçekten cesur, estetik ve etkileyici bir yapım. Aslında, tekrarlayıcı melodiler içerdiğinden Maurice Ravel’in Alzheimer hastalığının tezahürü olarak kabul edilen Bolero’nun, bu yapımda aksine avazı çıktığı kadar ağlama, önüne gelene sarılma, ortalık yerde çığlık atma veya dans etme hissi vermesi, Stravinski’nin sonu genç bir kızın kurban edilmesiyle biten İlkbahar Ayini gibi isteri krizi yaratabilecek unutulmaz olağanüstü bir anlatım.
Seyirci tepkisi: Eserdeki sözel olarak “İnsan nedir?”, sorusuna verilen “insan” tanımlarından: “İnsan, olmayanı yaratanın ta kendisidir”. “İnsan güzel ve kusurludur.” ve diğerleri, biz seyircilerde bir hareketlenme yarattı. Aşk ilanlarının “Seni çok seviyorum”, “Seni özlüyorum”, “Sen benim güneşimsin” ve diğerleri gibi ne kadar sık duyduğumuz ifadelerin sığ gerçekliğini kulaklara duyurdu.
Koreografi, müzikler, reji, danslar, sözler ve videoyla ilk perde daha tam bitmeden heyecanlı alkışın kopması hiç de şaşırtıcı değildi. İkinci perdenin sonuna doğru önce yavaş tempoyla başlayıp giderek hızlanan Bolero ve tüm grubun suda “forte” şekilde dansı tüm salonda tarifi zor bir coşku yarattı. Bu coşkulu alkış içinde tüm zamanların aşklarını, ulaşılamamış tüm arzuları, nefretleri, kıskançlık, hırs ve öfkeleri, tutkuları, korku kaynaklı tüm kavgaları, özetle ilkel insandan bugüne devam edegelen tüm insanlık duygularını barındırıyordu. O kadar ki bu yüksek tepkili ve dakikalarca dinmeyen alkışı izleyen, “en ayakta ben alkışlarım”, “ilk ben tebrik etmeliyim”, “ilk ben sarılacağım”, “bu yapımdan anladıklarım sadece benim olsun, paylaşılamayacak kadar değerli”, vb. duygular sahnede tebrik kuyruğunda sabırsızlıkla izdiham yarattı. Sutherland bu kulis kapısı manzarasını görebilseydi Stravinski’nin İlkbahar Ayini ile koreografisini yaptığı Sacré adlı eserinin finali gözünün önüne gelir ve o dar merdivenlerde biri kurban edilecek diye ödü kopardı. Onun yerine tüm seyirciler su havuzuna davet edilebilseydi bu öforik ruh durumu belki ancak uzun süre sonra sakinleşebilirdi. Öylesine bir final oldu ki, eser bittikten sonra bu anlatılanlar, gerçek yaşamda varoluşsal sorguya dönüştü. Böyle bir duruma daha önce ne şahit oldum, ne de duydum!
SONUÇ
İlginç sanat eserleri için genellikle “orijinallik yok, kişisellik var” yorumu yapılır. Oysa “Sutherland-Jaconello eseri” İnsan eşi benzeri olmayan “orijinal” bir yapıt. Temsilin en başında gözümün önüne İbrahim Balaban’ın köylü resimleri geldi. Daha sonra bir Jackson Pollock tablosuna mı bakıyorum derken zihnimde Mübin Orhon baskın çıktı. İzlenimlerimin özeti bu Mübin Orhon tablosudur!
18 Ocak 2025’te ADOB’da İnsan’la böylesine bir “insanlık öyküsüne” şahit olduk ya, artık ne olsa gam yemem.
Pınar Aydın O’Dwyer
23 Ocak 2025
Kaynaklar
- Çıkıgil N : Ankara Devlet Balesi ve Millenium'da Dans. Milliyet Sanat, sayı 478, s49-50, 2000
- James Sutherland ile röportaj. https://interviewenlair.com/james-sutherland/ Erişim: 26.8.2023
- Aydın O’Dwyer P: Koreograf James Sutherland ve eserleri. https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/koreograf-james-sutherland-ve-eserleri/3141/ Erişim: 17.12.2023
Notlar: Yapım British Council’ın “Yaratıcı İşbirliği” kapsamındaki katkısıyla gerçekleşmiş. Temsil hakkında düşüncelerini benimle paylaşan sayın Can’an Can’a teşekkür ederim.