Gılgamış efsanesi hakkındaki yazıların çoğunun başlangıç cümlesi “Tarihte bilinen ilk yazılı destan…” tanımlamasıyla başlar. Oysa ben onu “insana dair, ama gerektiğince üzerinde durulmamış kadim konu” olarak tanımlamayı tercih ederim. Ne de olsa Gılgamış efsanesi insanın ölümsüzlük uğruna güç ve iktidar tutkusunu gösteren, çağlardan beri değişmeyen evrensel bir konudur. Kim bilir, daha çok irdelense, insanların dizginlenemez hırs ve kibirleri tamamen yok olmasa da, en azından durulurdu belki. Yazımın konusu olan yepyeni “Gılgamış” operası, hem konunun üzerindeki tarih tozlarını silkeleyip sahneye sürüyor hem de müzik ve tiyatronun karşılıklı saygıya dayanan beraberliğini içeren “parlando operası” tarzıyla metaforik olarak insanlığa ders alınacak bir örnek biçiminde ortaya çıkıyor.
ONUR TÜRKMEN’in “GILGAMIŞ” PARLANDO OPERASI
38. Ankara Müzik Festivali çerçevesinde 29 Nisan 2024 tarihinde Bilkent Konser Salonu’nda değerli besteci Onur Türkmen’in parlando tarzındaki operası “Gılgamış”ın konser versiyonunun dünyada ilk seslendirilişi yapıldı, Opera ve tiyatroyu yenilikçi bir anlayışla bir araya getiren eserin metni tanınmış yazarlarımızdan Şebnem İşigüzel tarafından kaleme alınmış.
Festivalde, söz konusu konserden bir gün önce, 28 Nisan’da Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde (BÜMSSF) “Gılgamış Parlando Operası” üzerine bir sempozyum ve ertesi gün konser öncesinde Onur Türkmen, Şebnem İşigüzel’in sunduğu “Sözlü Tarihten Tablete Parlando Operasına” başlıklı, eseri açıklayan sorulu-cevaplı sohbete de yer verilmişti.
“GILGAMIŞ” PARLANDO OPERASI KONSERİ
Konserdeki topluluğu şef Orhun Orhon yönetiyordu. Eserde “Anlatıcı” rolünü Pelin Şahin, Gılgamış’ı Çağrı Turan, Enkidu karakterini Özgür Deniz Kaya yorumladı. Koro, soprano Tuğba Ezer, soprano Rengin Güney, tenor Alp Utku ve bas Cem Değirmen’den oluşmaktaydı. Orkestra; Enkidu Ensemble üyeleri; İmge Tilif (keman), Ali Başeğmezler (viyola), Gözde Yaşar (çello), Gizem Sözeri (kontrbas), Beste Keleş (flüt), Fevzi Onur Ustabaş (klarinet), Ulaş Yurtoğlu (obua, zurna), Cem Güngör (trombon) ve Alican Öztan’dan (perküsyon) oluşmuştu.
Eserin bestecisi, BÜMSSF Müzik Bölümü’nden Doç. Onur Türkmen özgün müzik yaratmış değerli bestecilerimizden. Araştırmacı yönü onu, ney, kemençe, kanun ve ud gibi sazların geçmişteki izini sürerek kültürlerarası müziğin üretimine öncülük etmesine yol açmış. Türk müziği makamlarını arketip olarak ele alıp sakince, derinden ve titizlikle yaptığı çalışma ve yaratımlarla toplumsal ve toplumlararası bellek yaratmaya önem veren nadir besteciden biri olan Doç. Türkmen bu bağlamda, Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) projesi “Beyond East and West”in işbirliği elçilerinden biri olarak kabul görmüş.
Öte yandan Türkmen, nesir, şiir, drama ve törensel ayinlerin birbirine benzerliklerinden etkilenmiş, bunlardaki sembolizmi odağına alan eserler bestelemiş. Nitekim bu çalışmaların son mahsulü “parlando opera” olarak tanımladığı Gılgamış da nesir, dram ve müziğin özgün örgüsü. Türkmen’in çok sayıda bestesi kaydedilmiş ve bu besteler birçok ödüle layık görülmüş.
Eserin metin yazarı Şebnem İşigüzel, çok sayıda öykü, roman, deneme ve çocuk kitabı kaleme almış, tanınan ve hayranlıkla okunan bir yazar. Eserlerinden “Hanene Ay Doğacak” basıldığı yıl 1993’te Yunus Nadi Öykü Ödülüne, “Gözyaşı Konağı: Ada 1876”, 2017 Duygu Asena Roman Ödülüne layık bulunmuş. Antropoloji eğitimi ile gazetecilik ve yazarlık deneyimini harmanlayarak yazdığı Gılgamış operası librettosu orijinal özellikleri nedeniyle opera tarihinde ilklerden biri olarak kabul edilebilir.
ESER ÜZERİNE
Konu
Gılgamış mitinden yola çıkarak yer yer günümüzde, yer yer Babil uygarlığı çağında geçen konunun derinde anlatmak istediği insanlığın kadim soru; "insan nedir?" sorusunun yanıtının aranması. Karşımıza önce Gılgamış’ın kayıp mezarını ararken bir terör saldırısıyla ekibini kaybeden bir kadın arkeolog çıkıyor. Arkeolog hem fiziksel hem de metaforik bir mağaraya sığınıyor. Gılgamış’ın mezarını bulduğunu elindeki tablet bilgisayarın pili bitmeden dünyaya müjdelemeye çalışıyor. Öte yanda, onun hayatta kalma çabası Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışına paralel bir serüven biçimini alıyor. 13 adet kil Gılgamış tableti (sonuncusu metin yazarının yaratımı), çağımızın bilgisayar tableti ile analojik eşleştirmeyle ifade buluyor. Gılgamış’ın annesiyle ilişkisinin ayna hayali âdeta arkeoloğun annesiyle ilişkisi. Öylesine ki sanki Gılgamış’ın ruhu çağırılmış, o da davete icabet edip arkeologla buluşmaya gelmiş gibi bir çağlar ötesi ruh ikizi buluşması. Zaten aralarında binlerce yıl olsa da, ne farkları var ki, sonuçta her ikisinde de ”insan kodları” var. Ölümsüzlük imgesinin paralel metni yüzyıllar sonrasında benzer sorunları ve soruları olan bir insanın oluşu.
Metin
Metin, tam da besteci Türkmen’in doğu-batı, eski-yeni, örme-harmanlama tarzına uygun. Zaten parlando biçiminde bestelenebilmesi de, hem epik konunun günlük yaşam metaforu olmasına (ya da tersine), hem de sözlerin yer yer epik, yer yer güncel konuşma formunda olması sayesinde olmuş olmalı. Ayrıca metinde eski yeniye ek olarak karakterlerin replikleri de kanaviçe gibi işlenmiş. Söze kâh Kral Gılgamış, kâh vahşiyken evcilleşen yaratık Enkidu, kâh emirler yağdıran tanrıça İnanna (İştar), kâh işveli tapınak fahişesi karışıyor. Koro ise antik Yunan tiyatrosu benzeri seyircinin zihninden geçebilecekleri okuyup âdeta megafonla ilan ediyor. Nitekim libretto ve librettistin (normalde de olması gereken ama ihmal edilebilen) beste ve besteciye eşdeğer tutulduğu bu eserde metnin biçemi gerçekten de belirleyici.
Üstüne “Nasihat, nasihat verenin pişmanlığıdır”, benzeri akıldan çıkmayacak cümleler içeren varoluşçu metin, derin analiz hak eden bir yaratım; besteciyi şevkle yaratıma kışkırtmış olmasına şaşırmamalı.
İster ölüme itiraz edilsin, isterse kabullenilsin, insanın yaşam serüveni kendi ölümünden sonrasını sorgulamaktan başka bir şey değil aslında. Dolayısıyla eser, “Ölüm kaçınılmaz ama sonrasında nasıl olacak?” sorusuyla bitiyor. “Ya da esas ölümsüzlük ölümden sonra mıdır?”
Müzik
İlkelliği, zalim-zorba-gaddarlığı anlatan ama çağdaş formdaki beste izleyiciyi daha ilk notalarla ilkçağda, dışarıda yabani insanların ve vahşi hayvanların kol gezdiği bir mağaraya konumlandırıyor. S. Prokofiev’in Romeo ve Juliet balesindeki kalp atışları bölümündeki gibi su damlaları betimlemesi müziğin izlenimci özelliğini ortaya koyuyor. Ayrıca bazı kelimelere eşlik eden müziğin tınısı tam o kelimenin anlamını içinde barındırıyordu. Örneğin “yok” veya “hiç” kelimelerinin, tınısı ve tonu gerçekten “yokluğun” ve “hiçliğin” verdiği ürpertiyi; “çünkü” kelimesinin söylenişi dramatik sedayı yansıtıyordu. İlkel enstrüman kullanılmamış olmasına karşın melodik feryatların ilkellik ifadesi insanın iliklerine işleyecek etkileyicilikteydi. Bu kendine özgü beste-metin örgüsü lezzetinin bir diğer kaynağı da solist-koro-orkestra dengesinin verdiği tat idi.
Konser İzlenimleri
Eserin konser versiyonu sunulmuş olması nedeniyle daha çok ses ve sözlere odaklanıldı. Sahnelendiğinde dekor, kostüm, mimik, mizansen ve diğer unsurlar da eklendiğinde ne hissedeceğimi sanırım o güne kadar düşünmeye ve hayal etmeye devam edeceğim. Sözlerin üst yazıyla gösterimi konuyu takip edebilmek açısından çok yararlıydı. Tek endişem bestenin özgün Türkçe metni sımsıkı kavrayarak, âdeta kontrpuan gibi üstüne örülmüş olması nedeniyle başka ülkelerde oynandığında eğer o ülkenin diline çevrilerek oynanırsa, metin anahtarının müzik kilidini açamaması olasılığı.
Tek perdeden oluşan eser 85 dakika sürdü. Üç solist, dört kişilik koro ve dokuz müzisyenden oluşan orkestra oda müziği benzeri bir tür “oda operası” modeliydi. Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuvarı hocası, Orkestra Akademik Başkent'in Genel Müzik Yönetmeni, ödüllü besteci ve orkestra şefi Prof. Orhun Orhon hem çağdaş müziklerde uzman hem de yönetmesi özel deneyim isteyen küçük orkestra şefliğinde. Dolayısıyla bu zor partisyon tam Orhon’un deneyimli bagetini gerektiren bir eser ve bu sayede ortaya çok başarılı bir performans çıktı. Keza hem tiyatro sanatçısı Pelin Şahin, Çağrı Turan, Özgür Deniz Kaya; hem koro üyeleri Tuğba Ezer, Rengin Güney, Alp Utku, Cem Değirmen; hem de tüm orkestra güçlü uzun alkışı tümüyle hak ettiler. Konser bütçesinin üçte biri Klasik Keyifler tarafından karşılandı.
İlerdeki sunumlar için üzerinde durmak istediğim tek nokta koronun mikrofon kullanıyor ve zaman zaman seslerinin fazla yüksek olması nedeniyle yer yer sözlerin duyulamıyor ve anlaşılamıyor oluşuydu. Eminim teknolojik tonmaysterlik yöntemleri bu sorunu çözebilir.
PARLANDO OPERA NEDİR?
“Parlando opera” deyimi Latince konuşmak anlamında “parlare” kelimesinden köken alan şarkı söylemekle konuşmak arasında seslendirme yapılan opera biçimidir. “Sanki şarkı söyler gibi” yapmak ya da klasik operada “resitatif” (müzikli konuşma; konuşmalı şarkı) gibi söylemek olarak da tanımlanabilir. Dolayısıyla parlando opera şarkılı, müzikli tiyatrodur ama müzikal değildir. Müzisyen Jonathan Stark’ın tanımıyla ise bir yandan eski operalardaki “singspiel”, diğer yandan da günümüz bakış açısıyla “klasik müziğin rap”idir.
Konuşmaya benzer şekilde hızlı, net bir şekilde ifade edilen, hafif ve ritmik olarak doğru şarkı söyleme pek de kolay olmayan bir ses tekniğidir. Parlando’nun dört özelliği vardır: 1. Tempo: Hızlı konuşma gibidir. 2. Net ifade: Operada sözleri ancak şan notasını okuyarak anlayabileceğiniz müzik pasajı, parlando tarzında dinleyerek de anlaşılabilir. 3. Hafiflik: Vokal tekniği operaya göre daha hafif, zorlamasız ve canlı, “sanki söyler gibi”dir. 4. Keskinlik: Ritim tam olarak korunur; pasajın biraz yavaşlatılması veya uzatılması söz konusu değildir.
Bir örnek vermek gerekirse Shakespeare’in dramatik tiyatrolarının korolu bölümleri notaya aktarılsa ve müzik ifadesiyle duygu güçlendirilse, karşımıza parlando opera çıkardı, denilebilir. Parlando şarkı söylemi, özellikle Modest Musorsky, Leoš Janáček, B la Bartók gibi bestecilerin, insanın evren ve dünya üzerine bilgi edinimini hedefleyen, dil odaklı gerçekçi Rus operalarında kullanılan bir yöntemdir.
KONSER ÖNCESİ ETKİNLİKLER
28 Nisan’da BÜMSSF’nde “Gılgamış Parlando Operası” üzerine gerçekleştirilen etkinlikte, aynı fakültenin Bestecilik Bölümü öğrencisi Özkan Umutcan Bapbacı, “Operada 20. Yüzyıl Gerçekçiliği ve Günümüze Vokal ve Müzikal Etkileri” başlıklı sunumunda 20. Yüzyılda İtalyan ve Rus operalarında gerçekçiliği karşılaştırarak Rus operalarında bu tarzın librettonun kafiyeli şiir diliyle değil, günlük konuşma-düz yazı şeklinde olmasıyla yaratıldığını anlattı. “Konunun gerçekçi olmasına karşın İtalyan operalarında müziğin ve librettonun şiirsel oluşu tam gerçekçiliği sağlamıyor”, dedi. “Rus operalarında söz ve müziğin gerçekçi tarzda birlikteliği “parlando opera” biçiminin öncülüdür”, diye ekledi.
Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi Bestecilik Bölümü Öğretim Üyesi, piyanist, Hoppa Project direktörü Erberk Eryılmaz ve aynı üniversitenin Ses Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi Salih Gündoğdu “Geleneksel Müziğe Yaratıcı Bakış” başlıklı sunumlarında parlando tarzının Anadolu’da “uzun hava”nın eşdeğeri olduğunu düşündüklerini belirtip notasyon örnekleriyle konuyu açıkladılar. Ayrıca yayın kurumlarının külliyatının eğitim kurumlarından ayrılmasının ve notasyon çalışmalarının daha detaylı olarak ele alınması gerektiğini ifade ettiler.
Sempozyumun son konuşmacısı Prof. Dr. Sinan Canan, “Müzikal hafıza ve sözlü geleneklerin uygulamalarına yönelik nörolojik bir perspektif” başlıklı konuşmasında kendi deneyimlerini aktardı.
Konser Öncesi Etkinlikleri Ev. Siemens Müzik Vakfı'nın katkıları ile Klasik Keyifler tarafından düzenlendi ve finanse edildi.
GILGAMIŞ DESTANININ KONUSU
Gılgamış MÖ 2-1.5 yy.’da Babil Krallığı döneminde Sümer dilinde kil tabletlere yazılı bir destan. Uruk kralı Gılgamış’ın zulmünü durdurmak için tanrılar ona vahşi bir adam olan Enkidu’yu musallat eder. Enkidu, Gılgamış ile mücadele eder ve onu mağlup eder. Kendisini yenene saygı duyan Gılgamış, Enkidu ile dost olur, beraberce nice maceralara atılırlar. Ama Gılgamış, tanrıça İnanna’ın evlenme teklifini refüze edince tanrıça ondan öç almak için can yoldaşı Enkidu’nun canını alır. Gılgamış yaşam arkadaşının özlemi içinde sonsuz yaşamı aramaya koyulur (1,2).
Konserden bir gün önce BÜMSSF’de “Gılgamış Parlando Operası” üzerine gerçekleştirilen etkinlikte yer alan konuşmacılardan Arkeolog Prof. İsmail Gezgin, “Arkeolojik/Mitolojik Perspektiften Gılgamış Destanı'nın Önemi” başlıklı sunumuna Gılgamış’ın adının MÖ 2650 yılından kalma tabletlerde Uruk kralları listesinde kayıtlı olduğunu belirterek başladı. MÖ 2100’e tarihlenen 12 tablette ise Gılgamış hakkında şiirsel yazının bulunmuş olmasının bu mitin tarihi geçmişini gösterdiğini söyledi. Prof. Gezgin, yazıların çözülmüş olmasına rağmen bunların o dönemde nasıl seslendirildiğini-telaffuz edildiğini bilmeye imkân olmadığını hatırlattı. Gezgin, tarih araştırmacılarının ortak fikrinin “Mit’ler kendini arayan toplumların gündüz düşleridir. Toplumların konuşma dilleri mitler sayesinde gelişmiştir” şeklinde ifade etti. Etimolojik anlamı “düşünen, âkil adam” olan Gılgamış ölümsüzlüğü ararken ölümün karşısında çaresizliği öğrenmiş. Gezgin’e göre Gılgamış mitinin metni, evine dönerken yer altındaki ölüler dünyası Tartaros’a uğramak zorunda kalan Odysseus’un efsanesini, Ardâvîrâfnâme adlı eserdeki araf, cennet ve cehennem ziyaretlerini, Dede Korkut’un korkularını, Vergilius’un Aeneis’ini, Dante’nin İlahi Komedya’sını ve tabii Âdem ile Havva’nın cennetten kovuluşunu hatırlatıyor. Bu aşamada benim de aklıma Goethe’nin ve Gounod’nun Faust’unun ölümsüzlük arzusu; İbsen’in ve Grieg’in Peer Gynt’ünün kendini arayışı; Dvorak’ın Şeytan ve Kate adlı operasındaki cehenneme yolculuğu, geliyor.
Arkeoloji alanında birçok kitap kaleme almış olan, daha önemlisi “Gılgamış Kültürlenme Sürecinin Mitik Kahramanı” ve “Gılgamış: Tabletler Ne Anlatır?” adlı kitapların yazarı, yani Gılgamış uzmanı Gezgin, “Gılgamış tümlüğünün tanrıya eksikliği insana veren” bir metin olarak tanımlıyor (3,4). Ona göre bu metin, bireyin kendi ölümünü başkasında deneyimlemesi üzerine olup, sınıflı toplum yapısı ve monarşi örneğidir. Aynı zamanda bir yandan cinsiyetçi, diğer yandan da uygarlaşmayı anlatan bir mittir.
Gezgin, ayrıca Gılgamış’ın nekropolitikadan söz eden bir mit olduğunu sözlerine ekledi. Diğer bir deyişle bu mit ölümlülerin, ölülerine davranış, gömüş biçiminin ve tören ritüellerinin kendi ölümlerinden sonraki “huzur”larının belirleyicisi olduğu görüşüne dayanıyor.
GILGAMIŞ HAKKINDA DİĞER ESERLER
Ülkemizde Gılgamış üzerine ilk sahne eseri Orhan Asena’nın kaleme aldığı Tanrılar ve İnsanlar-Gılgamış adlı tiyatro eseri. Bu eser ilk olarak 1954-1955 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosunda oynanmış, 1959'da da kitap olarak yayımlanmış. Ardından 1964’te Orhan Asena’nın librettosu üzerine Nevit Kodallı, Gilgameş adlı dört perdelik dramatik bir opera bestelemiş. Kaynaklarda bu eserin Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde hemen o sezonda ve 78-79 sezonunda; uzun bir aranın ardından sonra 1998’de Mersin Opera ve Balesi’nde sahnelenmiş olduğu bilgisine ulaştım (5). Kodallı ile aynı dönemde Münir Hayri Egeli’nin librettosu ile Ahmed Adnan Saygun, Gılgamış adlı bir opera-bale yapıtı bestelemiş. Wikipedia’da bu eserin ilk halinin 1970’te sahnelenmiş olduğu, daha sonra Saygun’un 1983’te eseri yeniden ele aldığı belirtilmiş. (Türk eserleri hakkında Wikipedia’ya başvurmak zorunda olmak ne kadar üzücü)
Yurtdışında ise Arsenije Arsa Miloševiĉ’in librettosuyla Sırp besteci Rudolf Brucci, Gilgameš adlı üç perdelik bir opera bestelemiş ve bu eserin dünya prömiyeri 1986’da Novi Sad’da yapılmış. Önümüzdeki aylarda da Avustralya’da besteci Jack Symonds’in, librettosunu Louis Garrick’in yazdığı çağdaş operası Gilgamesh Sydney’de seyirciyle buluşacak.
SONUÇ
İzlenimci anlatımla çağdaş tiyatroyla çağdaş müziğin birbirine iliklendiği ve halen geçerli olan kavramlar üzerinden insan ve ölüm nedir sorularının sorulduğu varoluşçu içerikli “parlando opera Gılgamış”, hem zevkle dinlenecek, hem de düşünmeye sevk edecek etkileyici bir eser. Tüm yaratıcı ve yorumlayıcı sanatçılara, konuşmacılara ve organizasyonu gerçekleştirenlere teşekkürler.
Pınar Aydın O’Dwyer
6 Mayıs 2024, Ankara
Kaynaklar
- Gılgamış Destanı. Çev: Muzaffer Ramazanoğlu. Cumhuriyet, 1998
- https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-781/glgams/ Erişim: 25.4.2024
- Gezgin İ: Gılgamış Kültürlenme Sürecinin Mitik Kahramanı. Alfa Yayınları, 2009
- Gezgin İ: Gılgamış: Tabletler Ne Anlatır? Homo Sapiens’in İlk Trajedisi. Redingot, 2022
- Devlet Opera ve Balesi’nde Sahnelenen Eserler Bibliyografyası. Derleyen: Ö. Kaysı, Redaktör, Yayına Hazırlayan: G. A. Karaman, 2009