CerModern Müze kompleksinin iç ve dış alanlarında 25-27 Ağustos 2023 tarihleri arasında 6. Uluslararası Solo Çağdaş Dans Festivali düzenlendi. İlki 2018 yılında yapılan festivalin pandemi ve daha kim bilir başka ne tür zorluklara göğüs gerip sağ salim altıncı organizasyonuna ulaşmış olması gerçekten de çok sevindirici ve umut verici.
CerModern tarafından düzenlenen, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yanı sıra birçok yerli ve yabancı kurumun1 katkısıyla gerçekleşen festivalin bu yıl da danışmanlığını bu alanda söz sahibi sanatçılar Deniz Alp, Özgür Adam İnanç ve Galip Emre yürütmüş. Zengin programda ulusal ve uluslararası modern dans alanında tanınmış dans sanatçılarının gösterileri, atölye çalışmaları, sergi ve film gösterimleri ile bir konferans yer alıyordu. Festivale ABD, Almanya, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Hindistan, İsrail, İsviçre, İtalya, Portekiz, Ukrayna, Vietnam, Yunanistan ve ülkemizden, toplam 14 ülkeden 20 sanatçı katıldı. Değerli dans eğitmenleri James Sutherland, Sofia Casprini, Tu Hoang, Deniz Alp ve Halil İbrahim Aygün’ün yönettiği atölye çalışmalarının her birine birbirinden heyecanlı ve enerjik 100 civarında genç dansçı katılarak yeni deneyimle vizyon edindi.
2019 Temmuz’unda ikincisine şahit olup “Bedenle Şiir 2. Solo Dans Festivali Tüm Canlılığıyla Büyüledi” başlığı altında yazdığım izlenimlerimde festivalin süregelen amacının “Çağdaş/ kavramsal dans alanında bireysel hareket üzerine farklı bir bakış sunmak, modern dansın gelişimine katkıda bulunmak ve tanıtmak, uluslararası düzeyde işbirliği yaratmak ve daha önemlisi çağdaş sanatın toplumsal bir etkinlik olmasını sağlamak” olduğunu belirtmiştim (1). Bu yıl tüm dans gösterilerini, iki atölye çalışmasını ve konferansı izledim.
Beden algısı son yıllarda giderek üzerinde durulan bir konu olmaya başladı (2). Bir sorun olup iç organlar uyarı vermedikçe bedenin içinde olup bitenlerden haberdar olunmadığı malum. Örneğin kalp hızla çarpmadıkça, nefes daralmadıkça ya da karın ağrımadıkça iç organların sürekli olarak çalıştığının farkına varılmaz. Oysa bedenin istemli olarak çalıştırılabilen kas ve iskelet sistemi dolaylı olarak iç organların çalışmasını etkileyebilir. Ek olarak beden-yüz hareketleri bir iletişim aracı olarak da kullanılabilir.
Beden diliyle iletişim, kişinin ve onun anlattıklarını algılayacak olanların kişiliği, yaşı, eğitimi, sosyal ve kültürel konumu vb. ile bağlantılıdır. Aynı zamanda hareketlerle ifade edilmeye çalışılan duygu, düşünce ve hikâyenin içeriği de önemlidir. Genel anlamda “Toplu Dans” birden çok bedenin kolektif anlatımının en estetik düzeydeki biçimi iken “Solo Dans” tek bir bedenin hareket sisteminin koordinasyonuyla duygu, düşünce ve hikâye aktarımı yapılabilen, kendine özgü bir sanat türü olarak tanımlanabilir. Solo dansta kümesel ve kolektif devinim yerine tek bir bedenin devinimi ifade aracı olduğundan o bedenin her bir noktası mesaj kaynağı ve alanıdır. Bu nedenle daha önceki yazımda da belirtmiş olduğum üzere: “Solo Dans beden ile bir öyküyü veya duyguları anlatırken basitmiş gibi görünen ama aslında fizik olarak son derece zor, çalışma, dayanıklılık ve beceri gerektiren bir dans biçimi. Öyle gözüküyor ki Solo Dans sanatı temelde sağlam bir dans eğitimi, üstüne iyi bir modern dans tekniği inşa edilmesini gerektiriyor. Ama sonra sıra geliştirilmesi ve sahip olunması gereken esas becerilere geliyor ki bunlar da insanı tanımak, dünyayı algılamak, insana ve insanlığa dair sorunların farkında olmak. Tüm bunları özümseyip salt beden diliyle anlatabilmek sadece bedensel değil, ciddi bir zihinsel aktivite de gerektiriyor. Solo dansçıların insana ve yaşama duyarlı, algıları yüksek, kavramsal düşünme, hissetme ve ifade etme becerilerinin derin olması gerekiyor” (1). Ünlü psikiyatrist Erich Fromm’un “Paradoksal olarak yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin koşuludur”, sözü bir bakıma Solo Dans’ın özünü açıklıyor!
Sonuçta Solo Dans’ın, eğlenmek için yapılan hareketler değil; duygu, düşünce, kavram ve deneyimlerin bedenle ifadesi, bir tür bedeni kullanarak dans diliyle “deneme yazısı” yaratmak, olduğu düşünülebilir. Dahası arketip içermez, standart konulardan ziyade yaşamın ince ayrıntılarını irdeler. Solo Dans’ın bir dünya görüşü, mesajı, dileği, önerisi vardır; bir manifestodur. Seyredene fikir sorar ve düşündürmeye teşvik eder, hatta kışkırtır.
Nitekim bu yılki festivalin konsepti “Düşünen Beden” olarak seçilmiş, tüm dans gösterileri ve atölye çalışmaları da bu kavram çerçevesinde düzenlenmiş. Ek olarak değerli yapımcı ve yönetmen Muzaffer Evci “Türkiye’de Dansın Sosyolojisi” başlıklı konferansında da “ülkemizde ve dünyada Solo Dans’ın yeri ve geleceği” üzerine birçok düşündürücü soruyu ortaya attı. “Bağlantısallık-Yaşamdaşlık” (her şey içinde bulunduğu ağ ile anlamlıdır) bakış açısıyla sorduğu sorulara yanıt vermek isteyenler onun fuayeye astığı büyük boş kâğıdı önerileriyle doldurdular.
Danslardan Örnekler
25 Ağustos performanslarından örnek vermek gerekirse Tu Hoang’ın koreografisini kendisinin hazırladığı “The Hunt” (Av) isimli dansında “zihindeki görünmeyen vahşi düşmana duyulan endişe ve onunla yüzleşme ve azimle ona karşı koyma” konusunu betimledi ve irdeledi.
Aynı geceden başka bir örnek ise Deniz Uzuner’in sürekli yaşamsal risk altında çalışmak zorunda olan bir madencinin zihninden geçenleri paylaştığı “Circular Mining” (Dairesel Madencilik) adlı dansıydı. Kimsenin üzerinde pek düşünmediği, hatta düşünmek bile istemediği bu konunun anlatımı çok etkileyiciydi.
Ceyda Özcan’ın yorumladığı, koreograf İlkay Türkoğlu’nun tasarımı “Bedenin Belleği” isimli dans ise koreografların beraber çalıştıkları dansçıların belleklerine kaydettikleri beden algıları üzerine düşündüren, bu nedenle de sözü edilmesi gereken bir başka danstı. Dans dışında da beraber zaman geçirdiğimiz insanlar karşısında yaptığımız hareketler veya onların bizden beklediği, bizde bulduğu olumlu ya da olumsuz davranışlarımız belleğimizde kayıtlıdır. Kendimizi salt kendi gözümüzle görebilmek öylesine zordur ki!
Koreografisini Özgür Adam İnanç’ın tasarladığı, Burak Kayıhan’ın sunduğu “Dem” isimli dans ise bambaşka bir sanat olayıydı. Dem, daha önce dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir dansta, yaşamımın hiçbir anında şahit olmadığım bir derinlik, görsel estetik ve coşkulu anlatım içeriyordu. Anlamı “nefes ve zaman” demek olarak açıklanan “dem” kavramı aslında yaşamın özünü ve koşulunu ifade ediyor. Yaşam yolculuğu kendini aramak ise, kendini tanımak için kendi içindeki hakikati gösteren aynaya bakmak gerektir. Gerçek olan aynanın gösterdiği olduğuna göre kendi iç aynasına bakan kendi gerçeğine ulaşır. Tüm bu duygu, düşünce ve kavramlar Kayıhan’ın bedeninden, ellerinden, bileklerinden, omuzlarından ve yanardağ alevi misali saçlarından fışkırdı. Önündeki tepsi şeklindeki aynada dünyevi bedenini değil, uhrevi yaşamı gördüğü yüzünden okundu. “Ben okyanusu içinde barındıran bir damlayım”ı betimlerken tepsinin içindeki su damlaları okyanusa dönüştü, yağmur olarak geri döndü. Âdeta dünyamızın ilk zamanlarını görüyor gibi ateşle suyun devinimi gözümün önüne geldi. Böylesine bir koreografi ve böylesine bir dans icrası küçük yaşta henüz işlenmemiş ham zihnimle izlediğim Fantasia2 adlı filmdeki gökyüzünü kaplayan lav alevlerini ve çağlayarak akan dev ırmaklarda hissettiğim saf coşkuyu anımsattı. Ne resim, ne dans ne de sinema, başka hiçbir sanat eserinde, o anda cismen orada olmayan, gözle görülmeyen bu unsurların zihnimde canlandığını anımsamıyorum. Özgür Adam İnanç’ın yarattığı, Burak Kayıhan’ın yorumladığı, seyirciyi “aynadaki ten yerine tin”e götüren bu eser bana o anda orada olduğumu ve nefesimin gerisinde zihnimle yaşamakta olduğumu farkına varmamı sağladı. Kendimi tanımak için kendimi bulmak için durmadan geçmişle hesaplaşmak ve sürekli olarak geleceği planlamak yerine ânı yaşamanın esas olduğunu düşündürdü.
İlginçtir ki dünyaca ünlü dans ustası, koreograf ve yönetmen James Sutherland “Dem” henüz sunulmadan önce yaptığımız kısa söyleşide benzer görüşler açıkladı ve dansın kendisi için anlamını “anda olmak” olarak ifade etti. Sutherland “Hep o anda olmak, geçmişin gölgesinde veya geleceğin kaygılarında olmamak, bir andan ötekine geçerek devam etmek” kararıyla çıktığı dans serüveni onu yaşamında İngiltere, İrlanda ve İsviçre’deki önemli dans kurumlarında bale ve modern dans sanatçılığına, koreograflığa ve sanat yönetmenliğine taşımış.3 Önceki yıllarda ülkemizde MDT ile Mavi adlı eserin de koreografisini tasarlamış olan sanatçının davet edilmediği ülke, adım atmadığı sahne yok gibi. Başarılı sanat yaşamının tesadüflerden çok Evci’nin konferansında değindiği “bağlantısallık-yaşamdaşlık” ağı çerçevesinde süregeldiğini, sonunda da hep “olacak olanın gerçekleştiğini” anlatan değerli dans eğitmeni verdiği atölye çalışmasında “Tai chi” yöntemini önererek zihin kontrolü olmadan beden kontrolünün mümkün olamayacağının altını çizmiş oldu.
27 Ağustos akşamı sahneye çıkan sanatçılardan Becca Hoback, “Sacral” isimli sunumunda mitolojide, muhafazakâr geleneklerde ve halen günümüzde kadın bedeninin kutsal olmaya;
Orin Zluvun ise “Eve, an unprecedented monster” (Eve, benzeri görülmemiş canavar) adlı dansında topuklu pabuç ve korse giymeye mahkûm edilişini eleştirdi. Daha sonra her iki dansçının da özgürlüğü dansta buluşu görülmeye değer bir heyecandı. Her iki sunum da Kadın Çirkinliğinin Tarihi adlı kitapta sözü edilen, tarihin ilk çağlarından itibaren kadınların erkekler tarafından “çirkin olan” diye tanımlanışını çağrıştırdı: “Kadın çirkindir, çünkü sık sık ağlar, âdet görür, hamile kalır, sonra da süt üretir. Nemli bir sünger gibi ıslak, soğuk, güçsüz ve hatta eksik bir varlıktır. Çirkin olan kadın mutlaka süslenmeli, böylece çirkin bedeninin aksi vuran ruhundaki çirkinliği de örtülüp saklanarak güzelleşmeye çalışmalıdır.” (3).
Son gecenin finali Itamar Galina “The Butterfly Effect” (Kelebek Etkisi) adlı performansıydı. Galina iklim krizinin ve doğal afetlerin insan bedenine etkisini ve gelecekte olacakları basit günlük bir kıyafetle, akrobasiye uzanmayan pantomim, devinim ve dans adımlarıyla o kadar etkileyici şekilde ifade etti ki, bir deprem anında neler yapacağımı düşünmeye başladım ve aklıma İstanbul takıldı. Hele performansın sonunda trompet çalışı ya hepimiz için de uyanma zamanı geldiğinin ya da mahşer borusunun ötmek üzere olduğunun ifadesiydi!
Böylece ilk gün daha ziyade kişisel sorun ve eleştiriler içeren gösterilerle başlayan festival etkinliği giderek toplumsal ve nihayet küresel yani tüm insanlığın sorunlarının dansla dile getirilişiyle sonlandı (Bkz. Not). Sadece sanatçıların ve danslarının seçimi değil günlük ve tüm program akışında sıralanışları bile mantıklı ve zekiceydi. Diğer bir deyişle üç günün programı üç perdelik tek bir eser gibiydi, âdeta kendi içinde uyumla akan bütünsel bir koreografi yapılmıştı.
Özetle, bu yıl festivalin ana fikri olan “Düşünen Beden” seyircilerin zihninde “Düşündüren Beden” olarak yerini aldı!
Bu önemli ve ilginç sanat etkinliğinde yer alan tüm dansçılara, koreograflara, başta Deniz Alp, Özgür Adam İnanç ve Galip Emre olmak üzere, düzenlemede emeği geçen CerModern’in yönetimine ve gece gündüz durmadan çalışan teknik ekibine yürekten alkışlarımı sunuyorum.
PINAR AYDIN O'DYWER
30 Ağustos 2023, Ankara
1 Goethe Institute, Fransız Kültür, İtalya Büyükelçiliği, Çek Cumhuriyeti Büyükelçiliği, İsviçre Büyükelçiliği, İsrail Büyükelçiliği, Portekiz Büyükelçiliği, Avusturya Büyükelçiliği.
2 Fantasia. Animasyon. Yönetmen: J. Algar, W. Jackson, B. Sharpsteen vd. 1940, Türkiye’de 1954
3 https://interviewenlair.com/james-sutherland/ Erişim: 26.8.2023
Not: 26 Ağustos sunumlarının yorumları için Bkz. Necla Çıkıgil: https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/necla-cikigil/cermodern-de-bir-dans-aksami/3050/ Erişim: 29.8.2023
Fotoğraflar: Zeynep Ülger
Kaynaklar
https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/2-solo-dans-festivali-tum-canliligiyla-buyuledi/2071/ Erişim: 3.7.2019
Urgan R (derleyen): Barbie ve beden algısına bilimsel bir bakış. HBT, sayı 385, 24.8.2023
Sagaert C: Kadın Çirkinliğinin Tarihi, Çev: Kenç S. Maya Kitap, 2017
Program
25 Ağustos Cuma
James Sutherland ve Deniz Alp’in dans atölyeleri.
Giovanni Leonarduzzi, Olga Kalantzi, Deniz Uzuner, Mila Yenidoğan, Ceyda Özcan, Tu Hoang ve Burak Kayıhan’ın solo dans sunumları.
26 Ağustos Cumartesi
Tu Hoang’ın dans atölyesi.
Muzaffer Evci’nin “Dansın Sosyolojisi” başlıklı konferansı.
Bruno Duarte, Estelle Bezombes, Venüs Tepe, Neil Höhener, Yeşim Coşkun ve Rosalie Wanka’nın solo dans sunumları.
27 Ağustos Pazar
Sofia Casprini’nin ve Halil İbrahim Aygün’ün dans atölyeleri.
Razul Singh, Bettina Paletta, Sofia Casprini, Michal Vach, Becca Hoback, Orin Zvulun ve Itamar Galina’nın solo dans sunumları.
1 Goethe Institute, Fransız Kültür, İtalya Büyükelçiliği, Çek Cumhuriyeti Büyükelçiliği, İsviçre Büyükelçiliği, İsrail Büyükelçiliği, Portekiz Büyükelçiliği, Avusturya Büyükelçiliği.
2 Fantasia. Animasyon. Yönetmen: J. Algar, W. Jackson, B. Sharpsteen vd. 1940, Türkiye’de 1954
3 https://interviewenlair.com/james-sutherland/ Erişim: 26.8.2023