Hedeflerini tutturmuş önsezileriyle zamanının “turizm dehâsı” diyebileceğim Mülkiyeli ağabeyimiz sevgili Özer Türk’ün, (1928-1986) tohumlarını atıp kurulmalarına katkıda bulunduğu Türkiye’nin ilk büyük tatil sitelerinden ARTUR'dan (ARKENT), Fazıl Say’a gidiyoruz. Çiçeği burnundaki Artur Çevre Platformu’nun (AR-ÇEP) öncülerinden sevgili Cemile Kaçar ile yanına aldığı arkadaşlarının, başından sonuna değin başarıyla çekip-çevirdikleri bir düzenlemeyle, 200’e yakın ARTURlu 9 adet midibüs ve minibüse doluşarak 18 Ağustos sabahı 7.00’de yola koyuluyoruz.
Edremit’ten Kalkım’a ayrılıp “Kalkım-Yenice” arasındaki ormanlık alanda sırasıyla “Hamdibey-Karabey-Engeci-Gündoğdu-Başkoz-Sameteli” köy ya da beldelerini aşıyoruz. Bu yoldan ulaşacağımız Kirazlı/Balaban’a (Çan-Çanakkale yolunun, yaklaşık 35. Kilometresine rastlıyor) varana değin yemyeşil ufkumuzu sadece, İvrindi Altın Madeni ile Çan Termik Santralı uğruna “kelleştirilen-çoraklaştırılan-ıssızlaştırılan” topraklar sarartıyor/karartıyor/acıtıyor.
İki hafta önce 5 Ağustos’ta aynı yöreye, Su ve Vicdan Nöbeti’ni sürdürenlere destek vermek amacıyla da gittiğimiz için bu kez deneyimliyiz. Kendimizi 11.00’de başlayacak etkinliğe yetişebilecekmiş gibi zamanladığımızı sanıyoruz. Ancak menzile 5 dakika kala, Çanakkale’ye 40 kilometre kaldığını belirleyen bir trafik işaretinde, jandarma astsubayları/uzman çavuş ve onbaşılarından oluşan güvenlik birimlerince durduruluyoruz. Yol kenarlarının sağlı-sollu araçlarla dolu olduğu gerekçesiyle hemen sağa park etmemiz bildiriliyor. Aracı terk edip, aceleyle yürüyenlere karışıyoruz. Etkinliğe yetişebilmek için, 30 dakika boyunca çok hızlı bir tempoda yürüyoruz (Adım-ölçer taşıyan arkadaşlarımız, bu yolu 3,5 kilometre olarak saptamışlar).
Fazıl Say’ın piyanosundan gelen Mozart’ın Türk Marşı tınıları eşliğinde konser alanına girmeye çalışan kalabalığa karıştığımızda saat 11.25’i gösteriyor. Ulu bir çam ağacının altına yerleştirilen piyanosunu çalmakta olan Fazıl Say’a yaklaşabilmenin olanaksızlığını anlayınca, bu son derece engebeli arazide onu uzaktan da olsa görebileceğimiz bir tepeciğe yerleşiyoruz. Resimlemeye çalışıyoruz, dinlemeye geçiyoruz (Bugünün gazetelerinden konserin yetişemediğimiz kısmında, Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan ile İDA Dayanışma Derneği’nden Hicri Nalbant’ın konuşma yaptıklarını öğreniyoruz. Gazeteler Say’ın 10-11 yapıt seslendirdiğini yazıyorlar. 11 saydığımıza göre demek ki hepsini dinlemişiz). Türk Marşı’nı onun, âşina olduğum ancak adını çıkaramadığım bir yapıtı izliyor. Bitiminde Say, bu doğayı korumak için bunca insanın birleşmesinden ve kendisini izlemeye gelmelerinden onurlandığını vurguluyor. Chopin’den sunacağı parça ile Beethoven’in Fırtına Prelüdü’nün son kısmının bu doğaya uygun düşeceğini söylüyor. Daha sonra, Çanakkale Belediyesi’nin istemi üzerine geçen yıl bestelediğini belirttiği Truva Sonatı’nın iki bölümü seslendirmesini takiben, bu eserleri kuşların da dinlediğine değiniyor. Sıra Say’ın alaturka makamlardan etkilendiğini vurguladığı Eric Satie’nin, tınılarını tanıdığımız iki parçasına geliyor.
Fazıl Say, bu olaya özgü bestelediği Kaz Dağları Marşı’nı, burada ilk kez seslendireceğini duyurduğunda nefesler tutuluyor. Kendisi şair olmadığı için marşın şimdilik sözsüz olduğunu, ama sözlendikten (dileriz, marşa tezelden yazılacak anlamlı sözler dillere dolanır, direnişin ve kazanımların simgesi olur) sonra birlikte söyleyebileceğimizi ekleyerek, icraya geçiyor. Bu “dehşet” kalabalığa içtenlikle teşekkür ettikten sonra; Türk Marşı’nın, kendisince düzenlenmiş “caz” yorumunu çalıyor. Binlerce insanın coşkusuyla haykırılan İzmir Marşı ile, benim izlediğim kadarıyla “11 parçalı-50 dakikalık” bu dinleti sona eriyor.
Tepelerde, kuytularda, ağaçaltlarında bu tarihi olaya tanıklık eden insanlar, sloganları-pankartları-dövizleri ile alanı boşaltmaya başlıyorlar. Karayolunun hem Çanakkale hem de Çan yönündeki insan ve araç trafiği göz alabildiğine. Kendimce stadyumların kapasiteleri ile karşılaştırmaya çalışıyor ve 45-50 bin kişilik bir topluluk oluştuğu kestiriminde bulunuyorum. Bu arada, alandan karayoluna birlikte çıktığımız yol arkadaşlarımızla, ağaç kesimlerinin 5 Ağustos’tan bu yana da sürdürülerek, Eylemköy ve Direnköy’ün sınırlarına vardığı noktasında birleşiyoruz.
Korkarım, bunca direnen sivil toplum kuruluşuna, bunca duyarlı-öfkeli-endişeli insanımıza, başta CHP ve İYİP olmak üzere, AKP-MHP dışındaki tüm diğer partilerce de “siyasal” anlamda arka çıkılmazsa ya da “örgütlü-disiplinli-kararlı-ciddi-ÇOK HIZLI” bir şekilde önlerine düşülmezse; 31 Mart ve 23 Haziran rüzgarlarını desteğine alan bu tepki/direniş hareketi de aynı “Gezi Direnişi” gibi sönüp gidecek. Benzer bir sabahta, 24 gündür “bir orman gibi kardeşçesine” yaşayan Su ve Vicdan Nöbetçilerinin çadırları tarumar edilip, ağaç kıyımı sürdürülecek. Bu direnişin de hüsranla sonuçlanmaması için bence siyasal partilerin, bu “insanlar kartopu”nu “çığ”a dönüştürmesi gerekiyor.
SAVAŞ SÖNMEZ
19 Ağustos 2019 / ARTUR(ARKENT)