Yılın son ayında geriye dönüp baktımız ve kendi kendimize “Acaba ne tür değişiklikler gördük” diye sorduğumuzda, öncelikle Covid-19 salgınının sanat kurumları üzerindeki etkileri akla geliyor.
Örneğin devlet senfoni orkestraları uzun süre konser yapamadılar. Ülke genelinde aşılamaya başlanması ve önlemlerin gevşetilmesiyle birlikte çalışmaya başladıklarında, kapalı salon konserlerinin program anlayışlarında önemli bir değişiklik olduğu görüldü.
PROGRAMLAR NİYE KISALDI?
Normalde, konser programları, “uvertür-konçerto- senfoni” olarak üç yapıtın icra edileceği biçimde düzenlenir. Süre ortalama 90 dakika dolayındadır. Uvertür ve konçertonun ardından ara verilir. Salgının etkisiyle dinleciyi ve orkestra üyelerinin kapalı alanda daha kısa süreyle bulunmasını sağlamak için programlar genellikle arasız ve en fazla 60 dakika olacak biçimde düzenlenmeye başlandı.
60 dakikalık sürede sahnede az sayıda müzisyenin olacağı biçimde yapıt seçimine gidildi. Sadece yaylıların çaldığı yapıtlar tercih edildi. Böylece, aralarında şeffaf pleksiglas ayırıcılar da konulsa, üflemeli çalgıların yaratacağı hava dolaşımından mümkün olduğunca kaçınılmaya çalışıldı. Bu koşullar altında, Mozart, Haydn gibi bestecilerin küçük orkestralı yapıtları öncelik almaya başladı. Hemen her orkesra Grieg Holberg Suiti, Çaykovski Serenad gibi eserleri programına aldı.
TASARRUF GENELGESİ
Yaz aylarındaki açıkhava konserlerinden sonra orkestralar salonlarına girdiklerinde, hiçbiri 2021-2022 sezon programı açıklayamadı. Hem salgın koşulları, hem de ekonomik durumun yarattığı belirsizlikten olsa gerek, Kültür ve Turizm Bakanlığı orkestralardan programlarını aylık olarak yapıp göndermelerini istedi. Bırakın bu aylık programların basitçe basılıp dağıtılmasını, orkestralar yaptıkları konserler için el programı bile bastıramadılar. Çünkü el programı basım işi de Cumhurbaşkanlığı'nca açıklanan “tasarruf tedbirleri” kapsamına girdi. Eğer dinleyiciler, internet üzerinden programla ilgili araştırma yapıp notlarını alarak gelmişlerse, rahat ettiler. Ama çoğu dinleyici, eğer şef sözlü bir açıklama yapmadı ise program hakkında yeterli bilgi sahibi olmadan müziği dinleyip, her arada da alkışlayıp 60 dakikalık süreyi tamamladı!
NİYE YABANCI ŞEF VE SOLİST YOKTU?
CSO ile İDSO hariç, İzmir, Bursa, Antalya, Çukurova Devlet Senfoni Orkestraları yabancı şef ve solist davet edemediler. Nedeni, sadece salgının getirdiği seyahat zorlukları değildi, parasaldı. Ayrılan bütçelerle ortaya çıkan rakamlar, yabancı şef ve solistin 2021 yılı içinde gelip devlet orkestralarında çalmaları için çok düşük kalıyordu.
Ayrıca yerli şefler için de ödeme kısıtlamaları getirilince, çoğu orkestra kendi kadrolu şefine ağırlık verdi, ya da diğer orkestraların şef ve şef yardımcılarıyla bir dolaşım sağlanmaya çalışıldı. Çünkü konservatuvarlar bünyesindeki şefler için de ödeme kısıtlaması sözkonusuydu. Sadece küçük harcırah rakamıyla, üzerine cebinden para harcamak zorunda kalmak istemiyordu insanlar günümüz geçim koşullarında.
Peki Antonio Pirolli, Artun Hoinic gibi şefler bu şartlarda devlet orkestralarında nasıl konsere gidiyorlar diye sorarsanız, onlar Türkiye'de oturdukları, “serbest” statüsünde oldukları için kendilerine mütevazi bir kaşe ödemesi yapılabiliyor! Artun Hoinic ayrıca Türk ve Romen vatandaşı...
CSO, Bakanlığın, Turizmi Geliştirme Ajansı'nı devreye sokmasıyla bazı yabancı solistleri getirebildi. Bu da Bakanlığın, yeni açılan CSO ADA ANKARA ile İstanbul AKM'ye her bakımdan öncelik ve destek vermesi sayesindeydi.
OPERA'DAKİ DURUM
Operadaki etki ise; nasıl opera ve bale çok ögenin katılımıyla ortaya çıkan çoklu bir sanatsa, aynı şekilde çoklu biçimde etkisini gösterdi. Devlet Opera ve Balesi Müdürlükleri, önce küçük şan resitalleri, oda müziği dinletileriyle sahnelerini açtılar.
Ardından “kısaltma ve küçültme” operasyonlarına geçildi. Neydi bu operasyonlar? Uygun ve elde hazır operalar traşlanıyor, süresi kısaltılıyordu.
Operada salgının başından itibaren en büyük sorun orkestranın yeni yapılan İstanbul AKM hariç, dar olan çukurlarda omuz omuza çalmak zorunda olan üyelerinin yaşadığı virus tehlikesiydi. Öyle ki, Ankara'da bir kez, genelgeyle uygulanan önlemlere uyulmadığı gerekçesiyle bazı üyeler provaya polis bile çağırdılar.
Sonunda, yapıtlar, traşlanarak süresi kısaltılmış, dekor minimize edilerek bazı sembolik parçalarla yetinilmiş ve orkestra da sahne üstünde çalar biçimde temsiller yapılmaya başlandı.
Bu durum ortaya bazı yeni kavramlar da çıkarılmasına yol açtı. Örneğin reji demek çok iddialı olacağı için olsa gerek, arkada orkestra çalarken sahneye solistlerin giriş çıkışı ve birkaç parça sembolik dekorun yerleştirilmesi işlemi için, “kurgu” denildi. Bazı temsiller, “Kostümlü konser versiyonu” olarak adlandırıldı. “Opera özüne uygun biçimde kısaltılan dekor ve kostümlü konser versiyonu” gibi daha açıklayıcı kavramlar kullananlar oldu. Ama, bu dönemde en gözde etkinlik, “Gala Konser” diye adlandırılan, orkestra eşlikli solistler resmigeçidi tarzındaki konserlerdi.
Salgın yüzünden, bir bakıma “opera” nitelendirmesi, çoğunlukla kurumun adında kaldı sadece...
TEDBİR-GELİR ÇELİŞKİSİ
İzleyici-dinleyicinin salonlarda nasıl oturacağı da, Bakanlığa tedbir-gelir çelişkisi yaşattı. Tedbire tam olarak devam edilecekse, dinleyiciler birer aralıklı olarak oturmalıydı. Ama bir yandan da gelir endişesi vardı. Bilet satışından mümkün olduğunca fazla gelir elde edilmeye çalışılıyordu. Bu durumda taviz, tedbirden verildi ve salonlar tam kapasite satışa açıldı.
Bilet fiyatları da Bakanlıkça arttırıldı. Pandemi öncesine göre kimi kurumlarda, biletlere yüzde 100'ün üzerinde zam yapıldı. Üstelik bu bilet ücreti belirlemeleri, orkestra yönetimlerinin fikirleri, önerileri dikkate alınmadan yapılıyordu. Sonuçta CSO'da birinci kademede 300 lira ile başlayan, ardından 150'ye düşürülen bilet fiyatı, salonların dolmayışı karşısında 95 liraya kadar indirildi. İzmir, Antalya, Bursa, Adana kentlerindeki devlet orkestralarında ise tam bilet 40, öğrenci bileti 30 lira olarak uygulanmaya başlandı. Burada yapılanma bakımından İstanbul ve Ankara ile aynı düzeyde bulunan İzmir Devlet Senfoni'ye de, diğer “taşra” orkestralarıyla aynı bilet fiyatının uygulanması dikkati çekiyordu.
“Biz devleti şirket gibi yöneteceğiz” sözüyle ifadesini bulan yaklaşım, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda da iş dünyasından gelen Sayın Bakanın uygulamalarıyla kendini gösterdi, ancak ekonomik ve sosyolojik gerçekler karşısında geri adım atılmak zorunda kalındı. Böylece “yaparak öğrenme” ilkesinin işlemeye başladığı ortaya çıktı.
Şimdi, 2022'ye girerken bakalım devlet sanat kurumları, hangi koşullar altında çalışmalarını sürdürecekler?
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
13 Kasım 2021, Ankara
Bu yazı 13 Kasım 2021 tarihinde kaleme alınmış ve MUSICHALL Dergisinin Aralık 2021 tarihli 3. sayısında yayımlanmıştır.