Bilkent salonunu 13 Şubat Cumartesi akşamı tıka basa dolduran sebep acaba neydi? Sevgililer Günü Konseri oluşu mu, yoksa tango mu? Sanırım, ikisinin de etkisi vardı.
Rolf Gupta’nın şefliğindeki konserin solistleri “Isabelle van Keulen Ensemble” adı altında bir dörtlüden oluşuyordu. Hollandalı kemancı Isabelle van Keulen'in (d.1966) daha Astor Piazzola (1921-1992) ünlü olmadan önce kayıtlarını edinerek, bestecinin oluşturduğu “Tango Neuvo-Yeni Tango” tarzına aşık olduğu, keman-viyola kariyerinde 20011'de oluşturduğu toplulukla bu tarzın önemli icracıları arasına girdiği biliniyor.
Topluluğun kemanla birlikte önemli ismi Christian Gerber, Berlin’deki Hanns Eisler Müzik Yüksek Okulu'nda bandoneon öğrenmiş, sıkı bir icracı, düzenlemelerin ikisi hariç tamamı da onun imzasını taşıyordu. Topluluk piyanoda Ulrike Payer, kontrabasta Rüdiger Ludwig'le tamamlanıyordu.
NEREDEN ÇIKTI BU TANGO?
Günümüzde “dans” olarak Türkiye'de de geniş bir kitleye yayılan tango ülke olarak Arjantin'le birlikte anılıyor. Dünyaya oradan yayılsa da tangonun kökü bir hayli karışık! Afrikalı zenci köleler mi ararsınız, 19. yüzyıl sonunda İtalya, İspanya ve Orta Avrupa ülkelerinden gelen göçmenler mi? Kıtanın yerli halkını da göz ardı etmemek gerek.
Tango’nun Latince dokunmak anlamına gelen “tangere” fiilinden türediğini iddia edenler de vardır, Afrika tamtamlarının “tan-goo” diye verdiği seslerden de…Arjantinli araştırmacı yazar Eros Nicola Siri ise dansın adını bir Afrika dansı olan “tangoro”dan aldığını belirtiyor. Bu dans, göçmenlerin taşıyıp melezleştirdiği Avrupa kaynaklı bolero, mazurka ve polka gibi danslarla da kaynaşıp bir “sentez” olarak ortaya çıkmış.
ARABESK'İN AKRABASI
Tangonun Buenos Aires’in kenar mahallelerinde yoksul insanların arasından doğduğu biliniyor. Tango ile Türkiye’deki “arabesk” ve Rumların Anadolu’dan göç ettikten sonra yarattıkları “ rebetiko” arasında bir ortak payda var. Bu ortak paydanın ögeleri de; iç veya dış göçün olumsuz sonuçları, varoşlardaki sıkıntılar, düş kırıklıkları, öfke, acı, yalnızlık, beklentiler ve bunca olumsuzluğa karşın aşk ve tutku…
Başlangıçta flüt, gitar ve kemanın yer aldığı üç - dört kişilik küçük toplulukların müziği eşliğinde yapılıyordu tango. Giderek gitar yerini piyanoya, flüt de 1870’de Almanya’dan gelen bir nevi küçük akordeon olan, ama daha büyük tuşlu, çalınışında parmak tekniği daha zor olan bandoneona bıraktı.
BİR ZAMANLAR YASAKTI!
Arjantin'de zenginler tarafından bir alt kültür ürünü kabul edilerek aşağılanan, hatta “sosyal etkisi” nedeniyle bir süre askeri yönetim tarafından yasaklanan tangonun , 20. yüzyıl başlarında bir rastlantı eseri Paris’te gözde hale geleceğini ve Avrupa’ya yayılmaya başlayacağını kim tahmin edebilirdi ki?
Tangonun bir “alt kültür ürünü” iken, yavaşca üst sınıflara doğru terfi edişinin başlangıcı olarak, Carlos Gardel'in 1917 yılında her türlü argo ve erotizmden uzak sözlerle smokin giyerek tango söylemesi kabul edilir. Belki de “Parisien”ler bu müzik ve dansa ilgi göstermeseydi, tango Arjantin sosyetesinde bırakın benimsenmeyi , askeri yönetimin yasaklamasının da katkısıyla, aşağılanmaya devam edecekti.
Astor Piazzola'nın, Paris yıllarında, bizim İdil Biret ve Ateş Pars'ın da hocası olan Nadia Boulanger'nin tavsiyesiyle kendi özgün müziğine yönelip onu dans amaçlı olmaktan çıkarıp dinlenebilir bir forma sokması ise tangonun klasik müzikte de yer edinmesinin yolunu açtı.
Piazzola'nın yazdığı yeni tangolar, belki de değişik topluluklar için en çok düzenlenen kaynaklar oldu. İşte elinde 1734 yapımı bir Joseph Guarnerius del Gesu keman bulunan Isabelle van Keulen ve arkadaşlarının programında da tümüyle düzenlenmiş Piazzola'nın yeni tangoları vardı:. Özgün adlarıyla, Concierto para Quinteto, Le Grand Tango, Concierto del Ángel, Oblivion, Libertango, Adios Nonino...
Ama biz kemanın kalitesini tam olarak algılayamadık, çünkü mikrofonla hayli yükseltilmişti sesi!
NİHAVEND'DEN BİR BİS
Arasız konser tamamlandığında doğru bis parçası olarak bir “Türk tangosu” bekliyordum. Ama onlar, bir dönemin popüler şarkısı , Ali Rıza Bey'in nihavend bestesi “Yıldızların altında”yı hazırlamayı yeğlemişlerdi!
Oysa Türk tangosu cok kendine özgüdür. 1920’ler Türkiyesinde bu müzik aynen benimsenmek yerine “ritm” olarak alınmıştı. Tutku, erotizm dolu, yerel argonun da hüküm sürdüğü sözlerin yerinde, masum ve platonik aşkları dile getiren dizeler vardı. Tango ritminde Türk müziğinden de esintiler taşıyan Türk tangoları, özellikle de Necip Celal Andel’in (1908-1957) yazdıklarıyla öylesine sevildi ki, 1970’li yıllara kadar hep gözde oldu. Türk tangosunun dansı da, müziği gibi daha yumuşak, ihtiras, tutku ve cinsellikten uzaktı.
Bilkent salonundan ayrılırken, kulağıma en çok çalınan, insanların birbirlerine “Sevgililer Gününüz kutlu olsun” deyişiydi.
Eh, olsun mu, olsun!