Resmi bir kutlama olmasa da, bu yıl pek çok sanat merkezinde Anton Bruckner’in 200. Doğum yılı kutlanmaktadır. Hiç şüphe yok ki bu Bruckner’in şanssızlığıdır. Onun görkemli eserleri önüne çekilen zincirler hala tam anlamıyla kırılamamıştır. Bu düşünceme katılmayanlar olabilir. Şöyle düşünün ; Bu yıl Beethoven, Brahms, Tchakovsky ya da Wagner’in 200. Doğum yılı olsa acaba bu derece sönük mü geçerdi ?
Hatırlayanlar kimler ? Orta Avrupa'da başta Viyana Filarmoni olmak üzere birkaç önemli orkestra, bazı cemiyetler, sanat kurumları, Amerika’da Bruckner fan kulüpleri, yine bazı şeflerin ön ayak olmasıyla bir kaç orkestra. Hepsi o.
Yaşarken aynı itilmişlikle karşı karşıya kaldı Bruckner. Gerçi tam anlamıyla aykırı tarzı da onu biraz toplum hayatının dışına itmişti.
Eser yazmaya , neredeyse 50 yaşını geçtikten sonra başladı. O tarihe kadar eser yazmadı mı hayır tabii yazdı ama bir kaç koro eseri, bir kaç kuartet. Doğum tarihi olan 1824'den sonra 1864'e kadar ortada doğru dürüst bir yapıtı yoktu.
Farklıydı demiştik. Evet tam anlamıyla kendisine şüpheyle bakılan bir davranış biçimi ve giyim kuşam içerisindeydi.
Sürekli bira içen bir dindardı. Pislikten girilmeyen bir odada yaşardı. Söylentilere göre temizlikçi kadınlar bile yüksek ücrete rağmen evini temizlemeye yaklaşmıyordu. Bu karanlık günlerde yanında yalnızca kız kardeşi Nani vardı. Tüm ihtiyaçlarını o gideriyordu. Çeklerin ünlü ismi, besteci, piyanist ve yazar August Stradal, Bruckner’in evini ziyaret etmiş ve anılarında şunları yazmıştı;
“Odanın ortasında çok eski bir Boesendorfer kuyruklu piyano vardı ve beyaz tuşları toz nedeniyle siyah tuşlarından neredeyse ayırt edilemiyordu. Sadece iki kitabı vardı: İncil ve sürekli olarak tekrar okuduğu Napolyon biyografisi. Senfonilerinin ve ayinlerinin el yazmaları gazete makaleleri ve yazışmalarla karışık duruyordu.”
Her tarafı sarkan ceketler, gereğinden bol pantolonlar, ileri yaşlarda tam kazıtacağı darmadağın saçlar.
Tam bir dağlı şivesiyle konuşurdu. Kadınlara düşkün olmasına rağmen kimsenin ilişkiye yaklaşmadığı bir şahsiyetti Bruckner. 9 kadına evlenme teklif etmiş hepsinden ret cevabı almıştı. Giderek kendinden yaşça çok küçük kızların peşinden koşmaya başlamıştı. Sıkı sıkıya bağlı olduğu Katolik anlayış belki de onun tek sığınma alanıydı. Yalnızığının farkındaydı. Tek başına ne yaptığını soranlara sürekli verdiği tek cevap vardı;
"Ben her zaman fakir ve terk edilmiş ve küçük odamda derin bir melankoli içinde oturuyorum."
Sığındığı şeyler dini ve orguydu.
Müziğini yazmaya başladığında sosyal saldırılar teknik saldırılara dönüştü, karşısına ilk çıkan dönemin en ünlü eleştirmeni Eduard Hanslick oldu. Derin bir Wagner düşmanı Brahms hayranı olan Hanslick, Bruckner’in Wagner'i andıran armonileri ve tınıları karşısında çılgına döndü. Besteciye kin kusan Hanslick için onun eserleri "çürümüş, saf, çılgın, şişirilmiş ve doğal olmayan" dı.
Gerçi Brahms hayranı birinin Bruckner'i sevme gibi bir yaklaşımı olamayacağı da ayrı bir gerçekti.
Bruckner bu eleştirilere kulak asmıyordu. Bir gün kendisine Hanslick'in eleştirileri sorulunca verdiği cevap tarihe geçti.
“Benden farklı yazmamı istiyorlar. Elbette yazabilirdim ama yapmamalıyım. Tanrı beni binlercesi arasından seçti ve bana, tüm insanlar arasından, bu yeteneği verdi. Hesap vermem gereken kişi O'dur. O zaman, başkalarını değil de O'nu takip edersem, Yüce Tanrı'nın önünde nasıl dururum?"
Bruckner baskılar üzerine bazı eserlerini revize etti ama ana temasından ve anlayışından asla taviz vermedi .
Bruckner senfonlerin en büyük destekçileri Mahler, Furtwangler ve Hans Richter’di. Konserlerinde sık sık bu görkemli eserlere yer verirlerdi. Bu üç büyük isim Bruckner Senfonilerinin önünü açan isimler olarak müzik tarihine geçti
RÜYADAN GELEN TEMA
Besteci 7. Senfonisini yazmaya 1881-1883 yılları arasında 60’lı yaşlarında başladı.
Şurası bir gerçek ki Bruckner bütün senfonilerinde Wagner’in derin etkisi altındaydı. Ne tür eleştiri olursa olsun, kim ona saldırırsa saldırsın onun onayını beklediği tek kişiydi Wagner. 3. Senfonisinin seslendirilmesi sonucunda Wagner’in hayranlık dolu övgülerini duymuş ama çok sarhoş olduğu için hangi eseriyle ilgili övgü aldığını bulmak için uzun süre uğraş vermişti.
7. Senfoni’ni doğuşu bestecinin yakın dostu ve danışmanı Ignaz Dorn’un bir rüyası ile başladı. Dorn, Bruckner’i Wagner’e yönelten kişiydi. "Wagner’in müziği geleceğin müziğidir bu yoldan ayrılmamanı öneririm" demişti besteciye.
Bir keman sanatçısı, şef ve besteci olan Dorn, bir gece rüyasında viyola ile bir tema çalar uyanır ve hemen notaya alır, durumu Bruckner’e iletir. "Bu tema sana başarıyı ve büyük bir serveti beraberinde getirecektir" der.
7. Senfoni ilk kez 1884 yılında Bruckner eserlerinin büyük savunucusu Hans Richter yönetiminde Leipzig’de yapıldı. Eserin piyano versiyonunu dinleyen Hans Richter , "Bu andan itibaren Bruckner'in tanınması için çalışmayı görevim olarak görüyorum." der. Eser daha sonra Viyana'da seslendirilecekken Hanslick korkusu yüzünden besteci konseri erteler. 10 mart 1855 Münih konseri inanılmaz bir başarı elde eder . Ve nihayet bu başarılardan güç alan Bruckner, Hanslick’in at koşturduğu Viyana’daki ilk seslendiriliş için bu kente gider. Sanatçı önsezilerinde haklı çıkar.
Konser sırasında mırıldanmaya başlayan Hanslick, izleyciler tarafından protesto edilir. Adagio bölümünden sonra salondan ayrılan Hanslick, bestecinin en güzel scherzolarından birini de kaçırmış olur ama işin ilginç tarafı , ikinci bölümden sonra salondan ayrılan eleştirmen daha sonra eserin tümüyle ilgili berbat bir analiz kaleme alır!
"Müzik bana antipatik geliyor ve abartılı, hasta ve sapkın görünüyor" der. Hanslick’in kuyruğundan ayrılmayan bir başka eleştirmen Gustav Dompke Hamslick e katılır: "Bu çürüyen kontrpuanın uyumsuzluklarından burun deliklerimize hücum eden bu çürüyen koku karşısında dehşetle irkiliyoruz" der.
Böylesine üç beş çatlak sesin dışında tüm dinleyiciler ve pek çok eleştrimen Bruckner’i göklere çıkarır.
Yazar Jonathan Kramer şöyle özetler ;
"Bestecinin samimi lirizmle dolu özel dünyası duygu yoğunluğu en güzel şekilde 7. Senfonide vücut buldu"
Eser yaklaşık 70 dakikadır , duyulan ilk temanın rüya teması olduğu söylenir.
İkinci bölüm Adagio bestecinin cenazesinde çalınmıştır ve Wagner’ e adanmıştır.
Bruckner, Ocak 1883 tarihli bir mektubunda şöyle yazmıştır: "Bir gün eve geldim ve kendimi çok üzgün hissettim. Aklımdan Üstad'ın çok geçmeden öleceği düşüncesi geçti ve tam o sırada Adagio'nun Do diyez minör teması aklıma geldi ve Wagner bir ay sonra öldü.”
Üçüncü bölüm tipik Bruckner Scherzo’sudur Trompet eşliğinde ve onun yönetiminde besteci tabiri ile "Horoz Ötüşü”dür, tipik bir köylü dans şarkısıdır.
Son bölüm diğer üç bölümdeki felsefe ve vurguları kucaklar.
CSO, MİKKELSEN VE BRUCKNER 7
Bruckner’in 7. Senfonisi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın 22 Kasım Cuma akşamki konserinde seslendirildi. Orkestrayı Terje Mikkelsen yönetiyordu. Cok büyük kalitelere sahip olan Mikkelsen 70 dakikalık eseri ezbere yönetti . Ama en önemlisi bir Orta Avrupalı şef anlayışında Bruckner felsefesini sindirip orkestraya yansıtmayı başardı. Her dört bölümde de konsantrasyonu yüksek bir orkestra izledik her gurup çok başarılıydı. 3. bölümde trompet sanatçısı Cem Sevgi başarılı solosuyla öne çıktı.
Çok az Bruckner seslendirmelerine rağmen CSO’ nun icra başarısı büyüktü. Bunda tüm orkestranın tek eserli bir programa hazırlanmasının da rolü oldu. Ben ilk defa bir orkestranın 7. Senfoniyi tek başına programa koymasına şahit oldum ve açıkcası soğuk baktım. Ama sonra, yoğunluğu ve konsantrasyonu yüksek bir eserde tek eser olmanın avantajlarını izledik .
Bizim orkestralar Bruckner’e çok yakın değildir. 200. doğum yılı olan Bruckner’ i tek eserle andılar. “Bir Bruckner bir sezon için yeter” anlayışı kabul edilir gibi değil. Anlaşılması gerekli olan şey, sıra dışı bir besteci olan Bruckner'in müziğinin orkestralarda çok olumlu güçlü bir enerji bırakmasıdır . Umarım anlaşılır ve bir anma yılı olmasa da bu besteciye gerektiği şekilde yıllık programlarda yer verilir.
VEFA ÇİFTÇİOĞLU
23 Kasım 2024, Ankara