Bu kez köşeyi tiyatro kapacaktı, çaresiz.
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu, Eugène Ionescu’nun Gergedan’ını sahneliyor. Bizde Fransızca söylenilişiyle ‘absürd’ denilen, Türkçe söylemek istersek ‘mantık dışı’ diyebileceğimiz tiyatro biçeminin ana temsilcilerinden biri olan yazarın bu oyununu kısaca şöyle anımsayabiliriz: Küçük bir Fransız kasabasında herkes yavaş yavaş gergedana dönüşürken sıradan biri olan Bérenger’nin son insan olarak ayakta kalmasının öyküsü… Kaba gücün ve şiddetin çekiciliğine kapılan çoğunluk karşısında birey kimliğini korumayı anlatan; çoğunluğa ayak uydurmayı, kitle psikolojisini, kültürün, ahlâkın anlamlarını sorgulatan bir oyun… Oyunu Eskişehirlilerden izledikten sonra ülkemizde daha önceki sahnelenişlerini düşündüm ister istemez.
1959’da yazılışından kısa bir süre sonra -“27 Mayıs dönemi”nde- Devlet Tiyatroları’nın altın çağı sürerken Ankara’da sahnelenen oyunun yönetmenini ne yazık ki bulamadım, ama başrol oyuncusunun Kerim Afşar olduğunu biliyordum. Sahnede unutulmaz bir Bérenger canlandıran Kerim Afşar, 20 yıl kadar sonra bu kez özel bir tiyatroda aynı oyuna yönetmen olarak imza atmıştı.
İyimserliğimi koruyarak bilgisunarda (Internet’te), Kerim Afşar’ın belleklere kazınmış denetimli ve incelikli oyunculuğuyla Gergedan’a rastlamayı umdum. Öyle ya, dünyanın çeşitli yerlerinden yüz yıl önceki gösterileri bulup izleme ayrıcalığımız vardı artık. 55, bilemediniz 35 yıl öncesinin Türkiye’sinden bir gösteriyi mi bulamayacaktık? Bulsaydım şaşardınız belki. Evet, bulamadım. Ama onu ararken Ionescu ile 1972 yılında “Gergedan” üzerine yapılmış bir söyleşi çıktı karşıma. Fransa’da Institut National Audiovisuel (Ulusal Görsel İşitsel Enstitüsü) ülkenin görsel işitsel varlığını (mirasını) yalnızca koruma/yaşatma değil, aynı zamanda onu değerlendirme ve ilgilenenlerle paylaşma görevini de yapıyor. Bu söyleşiyi de paylaşmış bilgisunar ortamında… Ionescu’nun 14 dakika kadar süren bu programda anlattıklarını paylaşmak istedim. Biraz kısaltarak çevirip aşağıya alıyorum. Yazarın konuşmasını kendi sesinden duymak, konuşurken ileri geri sallanmasını, elini kolunu ovuşturmasını, yüz hareketlerini görmek isteyenler, söyleşinin bütününe www.ina.fr sitesinden ya da youtube üzerinden ulaşabilirler.
Tüm seçkin Fransız yazarları gibi Académie française (Fransız Akademisi) üyesi olan Romanya doğumlu Eugène Ionescu’nun yaşamı kâh Fransa’da, kâh Romanya’da geçmiş. Fransa’da okula başlamış; liseyi, üniversiteyi Romanya’da bitirip doktorasını Fransa’da sürdürmüş; 2. Dünya Savaşı başlayınca Romanya’ya geçmiş; çok geçmeden Fransa’ya dönmek istemiş ama ancak 1942’de dönebilmiş… Oyunu “Gergedan” için şöyle söylüyor:
“Çok kişisel bir deneyimden yola çıktım. Bir dönem kendimi öyle bir ülkede buldum ki öğrencilerin, profesörlerin, yazarların çoğundan farklı düşünüyordum. Çok büyük bir hızla Nazileşiyorlardı. Onlarınkinden apayrı bir dil konuşuyordum. Şöyle bir izlenime kapıldım: canavarların arasındaydım! Ama eğer herkes Nazi, ben değilsem; belki de canavar bendim. Oyunun başkahramanı gibi ben de canavar olmak istedim ama olamadım. Bir şey beni engelledi- düşünmekten daha doğal, daha içgüdüsel bir şey: bir korku, bir tiksinti….”
Neden simge olarak gergedanı seçtiğini ise şöyle anlatıyor yazar:
“Gergedan insana çok yabancı, çok farklı, dili de bütünüyle anlaşılmaz. Kedinin, köpeğin ruhsal durumunu biliriz, ama gergedan bizim için hem yabancı, hem de tuhaftır. Sizin gibi düşünmeyeni, dilini anlamadığınız için anlaşamadıklarınızı yabancı sayma eğilimi hep vardır. Orada burada birkaç gergedan görmek sizi pek rahatsız etmez. Ama sizin gibi düşünmeyen çok sayıda insan varsa; ortalıkta bir düşünce akımı, bulaşıcı bir ideoloji varsa dün kardeşin olanlar artık kardeşin olmaktan çıkmışlardır.”
Ionescu, oyununun çok beğenildiği Almanya’da izleyicilerin gergedanı Nazilerle, Arjantin’de Peronculukla özdeşleştirdiklerini gözlemlemiş. Franco İspanya’sında sansüre takılan oyun ancak gergedanın Stalinciliği simgeleştirdiği görüşünün benimsenmesi üzerine sahnelenebilmiş. Bütün bu yorumları doğru bulan yazar anlatmayı sürdürüyor:
“Aynı şey Amerika için de geçerli… Orada da sayısız gergedan topluluğu var: Amerikan dünyası slogan tutsaklarıyla dolu… Geveze bir düşünce, yığınlara dönüştürülme, toplu öfke… Neredeyse kimsenin artık düşünmediği, düşünemediği, çünkü siyasetten çevre sorunlarına düşünecek çok fazla şeyin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu ortamda insanlar sloganları benimsiyorlar: bazen siyasal kadrolar da kolayca benimsenebilecek öfkeli, kışkırtıcı sloganlar buluyorlar. Bu durum toplumun kalan kesimi için bir tehlike oluşturuyor- ta ki o kesim de gergedanlaşana dek. Toplumun tümü gergedanlaşınca insanlar artık bu yeni toplumda birbirleriyle anlaşmaya, geçinmeye başlıyorlar. Ama bu uyum uzun sürmüyor. Şükürler olsun ki, bu tek tiplik kalıcı olmuyor. Her zaman, az sayıda da olsa gergedanlaşmaya bağışıklık kazanmış olanlar, gergedan karşıtları direniyor.”
Aktardığım söyleşiyi yaptığı yıllarda aydın çevrelerdeki yaygın Marxist görüşle uyuşmadığını bildiğimiz Ionescu bu konuya da değinmeden geçmiyor: “Bu bir ruhsal hastalık durumu, ama kuşkusuz yalnızca günümüze özgü de değil, hep var olmuş bir durum… Orta Çağ’da Avrupa’da Hıristiyan olmamak yürek isterdi. Aynı biçimde 19. yüzyılda Marxist olmak, bugün de Marxist olmamak büyük yüreklilik gerektirir.”
4 Ağustos 1972’de kendisiyle oyunu “Gergedan” üzerine yapılan televizyon söyleşisini şu sözlerle bitiriyor yazar:
“Bu oyun yaşamayı başarırsa, umarım ki zamanla simgesel anlamlarından koparılmış bir masala dönüşür.”
Söyleşinin üzerinden 43 yıl geçmiş, ama yazarın bu dileği henüz gerçekleşmemiş; belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.
Yok, yok, bu yazı da umutsuz bir yazı değil… İşte nedenleri:
1)Bilgisunarda (Internet’te) Kerim Afşar’ı tiyatro sahnesinde bulamadım, ama onu ararken Ionescu’ya rastladım. Ne iyi oldu!
2)Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu iyi ki bu oyunu oynuyor…
Oyunu izlemeyenlere, tiyatro tutkunu gençlerken bizim yaptığımız gibi, kitabını okumalarını salık veririm.