Bugün köşenin sahibi yıllarca unutulmuş bir ressamımız: Mihri Müşfik
“ (………….)Bir portre resminin arkasındaki manzaraya dalıp gitmişim.
Birden bir feryat duydum. Bir kız sesiydi bu, avaz avaz bağırıyordu:
“İsyan ediyorum! İsyan ediyorum!”
Baktım, lâcivert çarşaf giymiş (…..) bir kızdı bu! Gözlerinden ip gibi yaşlar süzülüyordu:
“Evet, burada gerçekten nefis eserler sergileniyor; fakat bütün bu güzellikler arasında, ruhumdan bir isyan yükseliyor. Çünkü bu mektep bizlere kapalı! Bu mahrumiyetin acısını pek derinlerde hissediyorum,” diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Lâcivert çarşaflı kızlar çevresini sarıp onu yatıştırmaya çalıştılar.
Salonda rehber olarak görev yaptığını anladığım çocukla göz göze geldik:
“Hayatım boyunca unutamayacağım bu sahneyi!” dedi.”
Ayşe’nin başından ve kafasından geçenler biçiminde yazdığım, toplumsal gelişim sürecimizi kadınlar üzerinden anlatmaya çalıştığım Büyüyünce Ne Olacaksın? adlı kitabımdan alıntıladım yukarıdaki satırları. Burada aktarılan sahne gerçekten yaşanmış bir sahne! Zaman: 1913 ilkbaharı… Mekân: İstanbul, Sanayii Nefise Mektebi, yani Güzel Sanatlar Okulu, şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi… İstanbul Kız Öğretmen Okulu öğrencilerine o gün sergide rehberlik yapmakla görevlendirilen Mimarlık Fakültesi öğrencisi Sedat Demirtaş yıllar sonra aktarmış bu olayı.
İstanbul Kız Öğretmen Okulu öğrencilerini sergiye getiren resim öğretmeni ise bugünkü köşemizin sahibi: Mihri Müşfik… Bu sahnenin yaşanmasından bir yıl sonra kız öğrenciler için açılan Güzel Sanatlar Okulu’nun başına geliyor.
Mihri Hanım’ın özel yaşamı, tutkuları yukarıda sözünü ettiğim kitapta ayrıntılı olarak var. Burada ise bir özet vereyim: 1886’da İstanbul’da eğitimli bir Osmanlı ailesinin kızı olarak dünyaya geliyor. Yabancı dadılarla büyüyor. Resme yeteneği anlaşılınca İstanbul’da saray ressamı olarak yaşayan İtalyan ressam Fausto Zonaro’dan ders almaya başlıyor. Yanında dadısı, babasının Kadıköy Bahariye’deki evinden Zonaro’nun Beşiktaş Akaretler’deki evine kayıkla gidip geliyor. Zonaro öğrencisini çok yetenekli buluyor, belki de ondaki ressam olma ateşini körüklüyor. Resim öğrenimini sürdürmek, ressam olmak tutkusu ile küçük yaşta Avrupa’ya kaçıyor Mihri Hanım. O zamanlar resim sanatı denince akla gelen ilk şehre, Paris’e demir atıyor:
“(…..)gönlümün sahibi resimdir benim. Ne varlık ne şatafatlı yaşam, hiçbiri hiçbir zaman gözümde olmadı. Ben resmin peşinden gittim hep; resim yapabildiğim yerde mutlu oldum.(…………………………………)Hayatta terk edemiyeceğim hiçbir yer, hiçbir insan yok! Bir tek resmi terk edemem diye düşünmüşümdür hep. ”
Kahve içen kadın Tevfik Fikret portresi
Gün gelir, Paris’te bir Türk diplomatla evlenir Mihri Müşfik. Eşiyle birlikte Osmanlı’nın Paris Büyükelçiliği’nde katılacağı bir davet yaşamını etkileyecektir. Balkan Savaşı bitmiş, Osmanlı hazinesi tamtakır kalmış, Maliye Bakanı Cahit Bey Fransızlarla bir borç anlaşması yapmak için Paris’e gelmiştir. Paris Büyükelçiliği’nde kendisi için verilen davette Mihri Hanım’la tanışır. Onun ressam olması, Paris’te yaptıkları bakanın çok ilgisini çeker. İstanbul’a döndüğünde Eğitim Bakanı’na bu ressam hanımdan söz eder. Çok geçmeden, Mihri Hanım Kız Öğretmen Okulu’nda resim dersleri vermek üzere İstanbul’a çağrılır. Çocuk denecek yaşta resim için İstanbul’dan kaçmış, yıllar sonra bu kez resim öğretmek üzere dönmüştür doğduğu şehre. Öğrencilerine “nü” çalıştırmak için Müze’den heykeller getirten, bu yüzden karşılaştığı engelleri zekâsıyla alt eden, tutkuyla sevilen bir öğretmen, bir yönetici olur. İstanbul’da sanatçılardan oluşan bir çevresi vardır.
Ama yaşam onu yine uzaklara, önce Roma’ya, sonra Paris’e, çok sevdiği yeğeni ve öğrencisi Hale Asaf’ı orada yitirdikten sonra da ABD’ne sürükleyecektir.
“Burada da şehir şehir dolaştım; üniversitelerde konuk öğretim üyesi olarak dersler verdim, özel dersler verdim. Hâlâ da veriyorum. Ama eski gücüm kalmadı artık. Günden güne sağlığım bozuluyor. Beni en çok korkutan ise gözlerimin bozulması… İşte o zaman resmi bırakmak zorunda kalırım. Resim yapmadan ben nasıl yaşarım?”
Korktuğu başına geliyor Mihri Müşfik’in: son yıllarında göz sağlığı iyice bozuluyor. 1954’te New York’ta Kimsesizler Mezarlığı’na gömülüyor.
ABD’deki öğrencileri yapıtlarını derleme çalışmalarını sürdürüyorlar.
Türkiye’de ilk mask çıkaran ressam odur: arkadaşı Tevfik Fikret’in ölümünden sonra hemen çıkardığı maskı bugün Aşiyan Müzesi’nde yer alıyor.
Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının coşkusuyla yaptığı Mustafa Kemal’in dev boy resmi şimdi kayıplara karışmış durumda… Paşa’nın bir Türk ressam tarafından yapılmış ilk resmidir bu. İtalya’da Papa’nın da resmini yapmıştı. Kadın bir ressam, hem de Müslüman kadın ressam olarak Papa’nın resmini yapması epeyi ilgi çekmişti. Ama o resim yaparken önemli olan içindeki dizginlenemez coşkuydu, başkalarıyla yarışmaz, ilk olmak gibi konulara kafa yormazdı.
Onun yaşıtı olan İbrahim Çallı, Namık İsmail, Nazmi Ziya, Hikmet Onat gibi ressamları resim sanatımızla biraz ilgilenen herkes bilir. İlk önemli portre ressamımız olarak Feyhaman Duran tanınır. Ama sağlam tekniğiyle, duyarlı kavrayışıyla çok önemli bir portre ressamı olan Mihri Müşfik’in adı bile anılmadı çok yakın zamanlara kadar. Bunu uzun yıllar yurtdışında yaşamış olmasıyla açıklamak sanırım yeterli olmaz; çünkü biliyoruz ki başka ressamlarımız da var yurtdışında yaşamış olan. İster istemez, bu unutulmaya bırakılışta kadın olmasının payının olabileceğini düşünüyor insan.
Mihri Müşfik büyük bir ressamdı. Onun hakkını vermek Türk kadınının da, Türk resminin de görevi olmalı!
Dipnot: Mihri Müşfik’in yaşamının da gösterdiği gibi, toplumumuzun çağdaşlaşma çabası 90 değil, 150 yıl önce başlar; ancak Cumhuriyet o çabaları devrimci bir hızla sonuca ulaştırır.